“Eşikteki meseleler” ve tartışılmayı bekleyen yüzleşmeler…

Sevgül Uludağ

Mete Hatay’ın SÖYLEM Yayınları tarafından yayımlanan ve üç bölümde derlenen makaleleri/araştırma-inceleme yazıları yakın geçmişte “Eşikteki Meseleler” başlığı altında yayımlandı…

Kitap, tartışılmayı bekleyen yüzleşmeleri dile getirmesi açısından ilginç – bu makalelerin çoğunu HAVADİS gazetesinin POLİ ekinde ve Gazete 360 internet sitesinde okumuştuk – ancak bu şekilde derli toplu bir biçimde, seçki yapılarak sunulması, özellikle Kıbrıs konusunda “kaynak” arayan gençlere ve yabancı araştırmacılara (eğer İngilizce’ye ve Rumca’ya da çevrilebilirse) önemli ipuçları sağlayabilir…

Kitap üç bölümden oluşuyor: Birinci bölümde “Kalıcı Eşiksellik ve Kıbrıslı Türkler”, “Ya memur olurum ya da göç ederim”, “Sosyal medya, direniş ve karnavalesk”, “Vakıf malları ve iki rapor…”, “Taksim tezinin icadı!” gibi makaleler bulunuyor.

İkinci bölümde “Kleftiko ve Homo-diplomasi”, “Sus da rezil olduk: Kültürel mahremiyet ve utanç”, “Hafıza, vicdan ve harabeler”, “Kıbrıslı Türkler ve Ermeniler’in mağduriyetini anlamak” gibi makalaler yer alıyor.

Üçüncü bölümde ise “Hüzün adası İmroz ve Kıbrıs bağlantısı”, “16 Mart 1964, rehine bir toplumun tehciri”, “Kıbrıs’ın unutulmuş Yahudileri” gibi makaleler yer alıyor.

120 sayfalık bu kitaptan “Kıbrıslı Türkler ve Ermeniler’in mağduriyetini anlamak” başlıklı yazıyı paylaşıyoruz… Mete Hatay, kitapta şöyle yazıyor:

“Kıbrıslı Türkler ve Ermenilerin mağduriyetini anlamak!

Kilisenin solundaki kapının yanında duruyordu. Elinde yarı yarıya erimiş bir mum vardı. Gözleri yaşlı ve bulanıktı. Dile kolay, elli kusur yıl sonra, evlendiği bu kilisede bir ayine katılıyordu. Kilisenin bulunduğu bu mahallede doğmuş ve büyümüştü. Aslen Kayserili bir babanın ve Adanalı bir annenin çocuğuydu. Annesi de babası da tehcir çocuklarıydı. Hatırladım, “Kıbrıslı Türkler, bizim ailelerimizin 1915 yılında neler yaşadığını hiç bir zaman tam olarak öğrenemedi” demişti bana sohbetlerimizin birinde.

Babası aylarca süren uzun bir ölüm yürüyüşünden sonra varmıştı Halep’e. Bu yolculukta hem kız kardeşini hem de annesini kaybetmişti. Gözyaşları içinde yürümeyi reddedenleri veya artık yürümeye takati kalmayanları nasıl vurup da nehre attıklarını anlatmıştı. Kayseri’den yaklaşık 50,000 kişi tehcir edilmişti. Talat Paşa’nın şahsi günlüğünde Kayseri Sancağı tehcir rakamı 47.617 olarak belirtilmişti. Yanıtı hâlâ belirsiz olan soru ise bu ölüm yürüyüşünde kaç kişinin sağ kaldığıydı.

Babası, ailesinin büyük bir kısmını yollarda kaybettikten sonra, binbir zorlukla Halep’e varabilmişti. Annesi ise Beyrut’ta katliamlardan ve tehcirden kurtulabilmiş öksüz Ermeni çocuklarının yerleştirildiği bir yurtta büyümüş, aynı yerde liseyi okurken, Halep’ten Beyrut’a geçmiş olan babasıyla tanışmıştı. Marangozluğu meslek edinmiş babası, bazı akrabalarının da teşvikiyle 1932 yılında, İngiliz idaresindeki Kıbrıs’a gitmeye karar vermişti.

Umut dolu bir yolculuktan sonra, erken bir sabah vakti Larnaka’ya varmışlardı. Annesi uzaktan görünmeye başlayan Larnaka’nın siluetine bakarken sisler arasında yükselen minareyi fark edince dehşetle kocasına dönerek şu soruyu sormuştu: “Hani beni İngilizlerin adasına götürmeye söz vermiştin? Bak şu minarelere, burada da Türkler var.”

O günlerde adada o dönemin en fazla satan Türkçe gazetesi Söz’de, Ermeni bir esnaf tarafından yazılan bir yazı yayımlanmıştı. Yazar, Kıbrıslı Türklerin Ermenilerin Anadolu’da başına gelenleri bir türlü anlayamadığından şikayet ediyordu. Evet, gerçekten de Kıbrıslı Türkler Ermenilerin yaşadığı büyük felaketi bilmiyorlardı ama ilginçtir, bir yandan da Türkçe konuşan bu mağdur Anadolu halkına kucak açmaktan geri durmamışlardı. Hatta adaya daha fazla Ermeni’nin getirtilmesi için destek bile verenler olmuştu o dönemde.

1930’larda Yunanistan’a sığınmış 30,000 Ermeni’yi Kıbrıs’a yerleştirmek isteyen İngiliz hükümetine asıl itiraz eden Rumlar olmuştu. Bu büyüklükte bir göçün nüfus dengelerini değiştireceğini iddia etmişti Rum ileri gelenleri. Dönemin bazı Kıbrıslı Türk elitleri ise bu konuda hükümete destek çıkmış ve böyle bir göçün teşvik edilmesi için Söz gazetesinde kampanya bile yapmışlardı. Kıbrıslı Türk elitinin bu tavrının arkasında, insani nedenlerin yanında, mümkündür ki Kıbrıs nüfusuna enjekte olacak, çoğunluğu Türkçe konuşan bu halkla, adadaki Rum tekelinin kırılabileceği ümidi yatıyordu.

Adaya büyük umutlarla gelen Ermeni çift bir süre Larnaka’da kaldıktan sonra Lefkoşa’ya gitmeye karar verirler.  O dönemde adanın diğer bölgelerinden olduğu gibi Lefkoşa’dan da yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne yoğun bir göç yaşanmakta, göç eden birçok Kıbrıslı Türk evlerini yok pahasına satmaktadır. İşte tam da o günlerde Anadolu’ya göç etmeye karar veren Kâmil isimli bir marangozun satılığa çıkardığı, alt katı dükkan olan iki odalı evini satın alarak oraya yerleşir Ermeni çift. Ev, diğer Ermenilerin yaşadığı mahallenin hemen yanındadır,  çevrede ise birçok Müslüman yaşamaktadır.

Kısa bir süre içerisinde yerleştikleri mahalledeki Kıbrıslı Türk komşularını çok sevecektir annesi ve bu sevgisi karşılık da bulacaktır. O kadar ki Ermeni ailenin yeni doğan bebeğine, annenin sütü gelmediğinden, süt annesi olarak komşu halayık Lebibe koşacaktır. Lebibe giderek ailenin adeta bir ferdi olacak, bu sıcak ilişki o uğursuz Noel gecesine kadar devam edecektir. Bu güne kadar, Kıbrıs’a yerleşen Ermeniler geldikleri yerlerde tanıklık ettikleri, anlatılamayacak kadar korkunç felaketleri yüreklerinde saklayacak, Kıbrıslı Türklere anlatmamayı tercih ederek, onlarla birlikte yeni bir hayat kurmaya çalışacaklardır. Kıbrıs’a göç eden Ermenilerin çoğu yeniden Türkçe konuşulan mahalleleri seçeceklerdir yerleşmek için. Kalplerinin derinliklerine gömmeye çalıştıkları o büyük felaketin acısına rağmen, güzel bir beraberlik kurmayı da başaracaklardır Kıbrıslı Türk komşularıyla zaman içinde.

Bu arada yıllar yılları kovalayacak, Ermeni çiftin kızları Lefkoşa’daki Saint Joseph’i bitirdikten hemen sonra evlenecektir. Yeni evliler Lefkoşa’nın hemen dışındaki yeni bir mahalleye taşınacaktır. Koca, onun ailesinden bir süre önce adaya yerleşmiş bir Silifkeli Ermeni ailenin çocuğudur. Bir devlet dairesinde çalışmakta, Kıbrıs’taki geleceklerine umutla bakmaktadır. Taşındıkları mahalledeki komşularının çoğunluğunu yine Kıbrıslı Türkler oluşturmaktadır. Ona komşularıyla ilişkilerini sorduğumda, “aramız, 1960 referandumuna kadar çok iyiydi, her şey ondan sonra kötüye gitmeye başladı” diye cevap verecektir.

Yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti anayasası adada sadece iki toplumu tanımakta, diğer dini ve etnik azınlıkların bu iki toplumdan birini seçmesini emretmektedir. Referandumda Ermeniler Kıbrıs Rum toplumuna katılma kararı alacaklardır. O günleri anlatırken  “Referandum sonuçları açıklandığında, Kıbrıslı Türk komşularım çok bozulmuştu.” diye konuşacak ve devamında da, sanki o günü yeniden yaşıyormuş gibi  “Haksızlık bu. Niye bizi bu seçimi yapmaya zorladılar?” diyerek kızgınlığını  bir kez daha belirtirken, 1960 anayasasını da yerden yere vuracaktır. Bu küçük Ermeni toplumu, doğal olarak çoğunlukta ve Hıristiyan olan Kıbrıs Rum toplumunu tercih etmek zorunda kalmıştır. Kıbrıslı Türk komşuları ise kendilerini onlara yakın hissettiklerinden, bu seçimin arkasındaki nedeni hiçbir zaman anlayamamışlardır.  Nitekim oylamanın ardından, aynı komşular, Ermenilere karşı daha soğuk bir tavır almaya başlayacaklardır.

O günlerde anayasadan memnun olmayan sadece Ermeniler değildir. Kıbrıslı Rumlar da anayasanın birçok maddesinin Türklere ayrıcalık yaptığından şikayet ediyorlardır. Hoşnutsuzluklarının en önemli neden ise, Enosis’in aynı anayasa  tarafından yasaklanmasıdır. Bu tür şikayetler bir bakıma ileride yaşanacakların habercisi gibidir.

Aynı dönemde, gelecekle ilgili güven bunalımı yaşayan yüzlerce Kıbrıslı Türk, Rum ve Ermeni, İngiltere’ye göç etmeyi tercih edeceklerdir. Yine aynı tarihlerde birçok Ermeni ailesi de, İngiltere haricinde Sovyet Ermenistan’ına da göç etmeye başlayacaklardır. Böyle olsa da o ve kocası durumun düzeleceğine inandıklarından aynı mahallede yaşamaya devam edeceklerdir. Üstelik bu kararı yalnız onlar vermeyeceklerdir. Bazı Ermeni aileleri mallarını Türklere satıp başka bölgelere taşınırken, yüzlercesi ısrarla Türk mahallelerinde kalmayı sürdüreceklerdir.

Ne var ki, 21 Aralık gecesi çıkan olaylardan sonra kalmayı tercih eden Ermeni aileleri kendilerini iki ateş arasında bulacaklardır. Rum çetelerin saldırılarına uğrayan mahallelerin arasında onun yaşadığı mahalle de bulunmaktadır. Bazı Kıbrıslı Türk komşuları baskın olacak korkusuyla mahallerini terk ederek surlar içine sığınmıştır. Bir kısmı ise Rum baskınından sonra Rum gerillalar tarafından esir alınmış ve rehine olarak götürülmüşlerdir. Bu baskınlarda birçok Kıbrıslı Türk ölmüş veya yaralanmıştır.

Tüm bunlar olurken Arabahmet’teki Ermenilerin mahalleyi terk ettikleri görülmektedir. TMT onların Rumlara casusluk yaptığını iddia etmektedir. Bu iddaların ise gerçekle hiçbir alakası yoktur. Ancak ok yaydan çıkmıştır. Korku ve şiddet her tarafı sarmıştır. Tam bu sırada Köşklüçiflik’te yaşayan bir Rum ailenin öldürüldüğü haberi gelecektir. Buraları artık tekin değildir ve kalmakta ısrar etmek faydasızdır.  Nitekim bu olaydan sonra Moris marka arabalarının arkasına doldurabilecekleri kadar eşyalarını koyan genç çift, Larnaka’da yaşayan akrabalarının yanına sığınacaklardır.

Bir süre sonra boş kalan bu evler komşular tarafından yağmalanacaktır. Daha sonra aynı Ermeni evlerine Kıbrıslı Türk göçmenler yerleştirilecektir. 1963 yılının Aralık ayında gerçekleşen şiddet olaylarından sonra ise, Kıbrıslı Türk mahallelerinde yaşayan yaklaşık 1,200 Ermeni ( bazıları 1915 tehcirini de yaşamış) yerlerinden olacaktır. Ayrıca, birçokları yaşanan bu şiddet olaylarından sonra adayı terk edecek ve geleceklerini başka ülkelerde arama yoluna gideceklerdir.

Onlar ise yine Kıbrıs’ta kalmayı yeğleyecek ve bir süre Larnaka’da yaşadıktan sonra 1978 yılında tekrar Lefkoşa’ya (güney Lefkoşa’ya) yerleşeceklerdir. Artık Türklerle olan tek bağlantıları seyrettikleri TRT televizyonu üzerinden olacaktır. Onun doğduğu, büyüdüğü ve evlendikten sonra yerleştiği mahalleleri  tekrardan ziyaret edebilmesi için 2003 yılına kadar beklemesi gerekecektir. O ziyarette bazı eski komşularını görmesi ve birlikte eski günleri yad etmeleri hepsini çok mutlu edecektir. Şimdi, evinde 1964 yılından beri, güney göçmeni bir Kıbrıslı Türk aile oturmaktadır. Bu durum ise onda buruk bir tat bırakacak,  bu hüzünlü ziyaretten sonra bir daha kuzeye geçmeme kararı alacaktır. Bu arada kocası, kuzeydeki evlerini ve mahallelerini tekrar göremeden 2002 yılında ölecek, çocukları yurt dışına göç edeceklerdir. Onlarla ancak yazdan yaza  görüşebilecektir. Annesi ve babası çoktan ölmüşlerdir. Yalnız bir kadın olarak o ise anıları arasında yaşamaya devam edecektir.

İşte yıllar sonra, kocasıyla evlendikleri ve Türk tarafında kalan Meryem Ana kilisesinde tekrardan ayin yapılacağını en yakın arkadaşından duyduktan sonradır ki, tüm cesaretini toplayacak ve ayine katılmak için tekrardan kuzeye geçmeye karar verecektir.

Ben ise aynı tarihte yurt dışında olduğumdan, ne bu güzel olaya doğrudan tanıklık ve ne de ona eşlik edemeyecek, ama basında ve sosyal medyada çıkan fotoğraflarda onu hemen fark edip tanıyacak, bu arada aramızda gerçekleşen o eski sohbeti da hatırlayacaktım..

Bir kez daha baktım: Elinde yarı yarıya erimiş bir mumla durmaktadır fotoğrafta. Yüzündeki ifadeden de görülebileceği gibi çelişen birçok duyguyu aynı anda yaşıyor gibidir. Acaba tam olarak ne geçmektedir aklından? Aradan geçen bunca yıldan sonra gerçekleşen bu olayın yaratttığı iyimserlikle şu soru geçiyor olabilir mi: “Acaba Kıbrıslı Türkler, kendi mağduriyetlerinin egosundan sıyrılıp da Ermenilerin yaşadığı felaketi öğrenmeye ve anlamaya hazırlar mı artık?”

Onun ne düşündüğünün peşinden giderken, sanki onun kendisine sorduğu bu soruyu duymuşum gibi, “Henüz tam olarak değil güzel insan, ama biraz iyimser olmaya çalışırsak bugün bu doğrultuda çok önemli bir adımın atıldığını görebiliriz.” diye mırıldandım ben de kendi kendime.

Bu önemli olayın gerçekleşmesi için çaba göstermiş olan herkese teşekkürler..”

(EŞİKTEKİ MESELELER – Mete HATAY – 2020)


Viktorya Sokağı-Arabahmet’ten Kıbrıslıermeniler’in göçüne ilişkin fotoğraflar…

Bu fotoğrafları, Kıbrıslıermeni arkadaşlarımızdan birinin bize göndermiş olduğu kısa bir filmden aldık…

Bu video, Kıbrıslıermeniler’in Viktorya Sokağı-Arabahmet bölgesinden göçüne ilişkin bir film… 1963 ortalarında bu bölgeden Kıbrıslıermeniler ayrılarak Ermenistan’a gitmişlerdi – Sovyetler Birliği’nin kendilerine göndermiş olduğu bir gemiyle bu yolculuğu yapmışlardı… Bilmedikleri şey, birkaç ay sonra bu bölgedeki tüm Kıbrıslıermeniler’in korku içerisinde buradan ayrılmak zorunda bırakılacaklarıydı… Çünkü Aralık 1963’te iki toplumlu çatışmalar başlayınca, onların da bölgeden ayrılmaları için “teşkilat” çeşitli bildiriler yayımlayacak ve evlerinden ayrılmaları için baskı uygulayacaktı… Yalnızca bu bölgeden değil, aynı şekilde Köşklüçiftlik, Kumsal ve Lefkoşa-Girne yolunda yaşayan Kıbrıslıermeniler de göç ettirilecek, malları da yağmalanacaktı… Kimi Kıbrıslıermeniler, gidişattan memnun kalmayarak mallarını satmış, kimisi değiş-tokuşa gitmiş, kimileriyse mallarını, evlerini, yerlerini, eşyalarını kaybetmişlerdi… Fotoğraflar, tüm bunlar yaşanmadan birkaç ay önce çekilen bir kısa filmden aldığımız fotoğraflar…

Filmde Zahra Sokağı’nın sonunda, “Yiğitler Burcu” yakınında toplanan otobüslere, Kıbrıslıermeniler’in eşyaları, bavulları, öte-berileri yükleniyor ve otobüslere binip Viktorya Sokağı ve Arabahmet bölgesindeki evlerinden ayrılıyorlar… Otobüsleri daha sonra limanda görüyoruz… Burada da tahta kutulara konmuş eşyaları gemiye yükleniyor… Sovyetler Birliği bir gemi göndermiş ve bu gemiye binerken görüyoruz tekrar Kıbrıslıermenileri… Limanda yakınlarıyla vedalaşıyorlar ve göç yoluna koyuluyorlar… Gemiyle Ermenistan’a gidiyorlar… Filmde bu limanı Mağusa limanına benzetiyoruz ancak Mağusa mı, yoksa Leymosun mu, emin olamıyoruz…

Ermenistan’a giden pek çok Kıbrıslıermeni, orayı beğenmemiş, uyum sağlayamamış vey a geri dönmüş, ya da başka yerlere göç etmişlerdi… Bu konuda geniş röportajlarımızı bu sayfalarda yayımlamıştık…  

PAZARTESİ DEVAM EDECEK