Mertkan Hamit
Günümüz dünyasında eşitliğe karşı durmak ahlaki olarak kabul edilemeyecek bir davranıştır. Neredeyse tüm politik söylemler daha eşitlikçi bir toplum idealinden bahsetmektedir. Gerek politikacı, gerek işadamı gerekse sıradan bir insan toplumsal eşitliğin gerekli olduğu konusunda hemfikirdir. Her ne kadar kabullenmek istemesek de, pratikte eşitlik gibi bir durumun sadece idealize edilmiş bir ütopya olarak anlaşılması üzerine bir tür konsensüs sağlanmıştır. Bu yüzden eşitlik toplumsal olarak ahlaki bir ideal olmaktan ileriye gidememektedir. Bana göre bu kavram bugün tıpkı kulağa hoş gelen demokrasi, insan hakları, özgürlük, adalet vs. gibi anlamsızlaştırılmıştır. Bu yüzden bu yazıdaki esas amaç, dilimizden düşmeyen eşitlik ve eşitlikçilik kavramını tanımlamak, bu kavramın nasıl ideolojik olarak farklı yorumlanabileceğini gösterebilmek ve son olarak da Kıbrıs solu için eşitlikçilik kavramı üzerinden politik mücadele alanının oluşturulmasının olasılığı üzerine bir tartışma yapmaktır. Fakat bu tartışmayı başlatmadan önce belirtmem gereken iki ön kabul vardır. Birincisi bu yazıda eşitlikçilikten kastedilen siyasi ve ekonomik eşitlik kavramıdır. İkincisi, konunun genişliği göz önüne alındığında bu yazıda eşitliğin kimlik ile ilgili boyutuna değinmek mümkün olamayacaktır.
Sanırım böylesi bir tartışmayı başlatabilmek için önce eşitliğin Kuzey Kıbrıs’taki yasal tanımına bakmamız gerekmektedir. Buna göre KKTC Anayasası eşitliği üç madde ile tanımlar. Anayasaya göre: “Herkes, hiçbir ayrım gözetilmeksizin, Anayasa ve yasa önünde eşittir. Hiçbir kişi, aile, zümre veya sınıfa ayrıcalık tanınamaz.” İkincisi, “Devlet organları ve yönetim makamları, bütün işlemlerinde yasa önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek ve ayrıcalık yapmamak zorundadırlar.” Sonuncusu, “Ekonomik bakımdan güçsüz olanların Anayasa ve yasalar ile elde ettikleri veya edecekleri kazanımlar, bu madde ileri sürülerek ortadan kaldırılamaz.” Burada görüldüğü gibi, anayasal olarak eşitlik ilkesi genel anlamda ayrıcalıklı gruplar yaratmamak ve yasal olarak devletin ve hukukun herkese eşit hizmet vermesi anlayışına göre tanımlanmıştır.
Genel olarak baktığımızda ise, Anayasa’da belirtilen ve genel olarak aklımızda oluşan mevcut eşitlik anlayışını, Malcolm Bull'un* da bahsettiği 'eşitlikçi yüksek bir düzlük' olarak algılamamız gerekmektedir. Malcolm Bull'un aslında Ronald Dworkin'den aldığı 'eşitlikçi plato/ egaliterian plateau' kavramı, son derece açık bir biçimde eşitlik uygulamalarının nasıl bir göz yanılgısı yarattığını ortaya koyar. Buna göre, aslında kendi alanı çerçevesinde eşitlik talebinde bulunan kişi, grup veya ulus kendini merkez alır. Yani bulunduğu yükseklikte oluşturulacak bir eşitlikten bahseder. Bu yüzden de, kendinin altında olanların şartlarını, onlardan daha yukarıda olduğu için gör(e)mez. Bunu Kıbrıs'a uyarlayacak olursak, devlete ait kurumlarda çalışanları örgütleyerek oluşturulan bir sendikanın dile getirdiği talepler sendika üyelerinin sınıfsal durumuna bağlı olarak oluşturulmuş bir dünya tahayyülünden ortaya çıkar. Başka bir deyişle ortaya çıkan, kamu görevlisi olan ya da kamu görevlisi kadar ekonomik güce sahip olan insanlara ait bir eşitlik talebidir. Buna karşı, zor şartlarda çalıştırılan özel sektör çalışanı veya Türkmenistan'dan gelip temizlik yapan gündelikçi ve kaçak işçiyi de kapsayacak söylemler bu noktada ortaya çıkmaz. Dahası, bahsi geçen insanların haklarının temsiliyetten mahrum olması toplum içinde bilinen fakat görünemeyen kişiler haline gelmelerine sebep olmaktadır. İşte bu, eşitliğin kapsamını derinlemesine sorgulama ihtiyacını yaratırken, bizleri ideolojik olarak eşitliğin nasıl konumlandırılması gerektiği sorusunu da cevap arama zorunluluğuna sevk eder.
Bana göre yukarıda belirtilen sorunun cevabı Kıbrıs solu açısından son derece karmaşık bir konuyu, paradoksal biri durumu ve birçok soru işaretini de beraberinde getirir. Bu noktada eşitlikçilik talebine erişebilmek için mümkün olan iki farklı senaryodan bahsetmek gerekir. Malcolm Bull bunları 'yükselterek eşitlemek' ve 'azaltarak eşitlemek' tanımlarını kullanarak açıklamaya çalışır. Her ne kadar da bu kavramlar birbiri içine geçmiş olsa da, pratikte bunların beraberce değil ayrı ayrı kullanıldığına tanık oluyoruz. Eşitsizliğin üstesinden gelebilmek için ekonomik ve sosyal olarak aşağı katmanda olanların durumunu yukarıya çekme amacıyla hamleler yapmak mümkündür ve Malcolm Bull bunu yükselterek eşitlemek olarak tanımlamıştır. Diğer bir taraftan, üst katmandaki bireyleri diğer bireylerle eş seviyeye getirmek için hamleler yapmak ise 'azaltarak eşitlemek' ile mümkün olabilir. Sonuç olarak bu politikalar, toplum içerisinde eşitliğin sağlanmasına ya da eşitsizliğin 'yatay duruma' gelmesine sebep olacaktır. Buna ek olarak, grupların kendi merkezlerinden bir dünya tahayyülü oluşturarak, eşitlik talebinin sadece kendi eşitlikleri olduğu varsayımını ortadan kaldırmak için dinamik bir aidiyet anlayışı gereklidir. Buradaki anlayışı sürekli devinim olarak tanımlarsak, sürekli devinim algısı topluma sonradan katılan veya daha önce belirtildiği gibi “görünmez hale getirilen grupları” kapsayacak toplumsal dinamiği sürekli olarak kurgulanabilir kılar.
Oldukça teorik olarak anlatılan bu kavramları, pratik bir boyuta çekebilmek açısından şimdi iki farklı toplum hayalini ortaya koymak istiyorum. Önce, yukarı doğru eşitleme idealini düşünelim. Bu varsayımsal olarak liberal ekonomik düşünce ile daha ilintilidir. Buna göre kapitalist piyasa ekonomisinin egemenliğinde toplumun üst katmanlarının tahakkümünü kısıtlamanın olanaksız ve ekonomik akıldan uzak olduğunu düşünen bu yaklaşım, ekonomik olarak büyüme sağlandığı sürece eşitliğin de engellenemez bir biçimde oluşacağını öne sürmektedir. Daha adil bir toplumsal yapı için şirketlerin büyümesi gerektiğine inanan bu anlayış, özel sektörün önündeki tüm engelleri kaldırırken, şirketlerin kâr yapmasını kolaylaştıracak düzenlemeleri uygulamak için hazırdır. Bu düzenlemelerin içinde işçi birliklerinin önüne geçilmesi ve emek ücretlerinin esnekleştirilmesi de vardır. Emek ücretlerinin esnek hale getirilmesi talebindeki kasıt, sadece ve sadece işçinin sahip olduğu hak ve kazançların aşağıya çekilmesinin rekabete yapacağı katkıya yönelik bir varsayımdan ibarettir. Rekabet artışının, iş verimliliğini artıracağına, bunun da kârlılığı artırarak büyümeyi getireceğine böylelikle eşitsizliklerin giderileceğine yönelik bu algı bugüne kadar varsayımdan ibaret olduğunu çeşitli ülkelerde defalarca kanıtlamıştır. Öyle ki, bariz bir biçimde benzeri uygulamaların birçok ülkede yaygın bir biçimde uygulanıyor olmasına rağmen son otuz yıl içerisinde küresel anlamda eşitsizliğin hızlanarak arttığı ortadadır.
İkinci yöntem ise, aşağıya doğru eşitleme senaryosudur. Bu senaryo sosyalist bir algının ürünüdür. Burada ise yapılması hedeflenen mevcut iktidar yapısı içerisinde toplumdaki üst katmanları oluşturan kesimlerin eşitlik makasının açılmasına engel olmaktan geçmektedir. Eşitlik makasının kapatılmasına, toplumun üst katmanlarında olan kişilerin çok da gönüllü olmayacağına ve güçlerini kaybetmemek pahasına bin bir dereden su getireceklerine yönelik inanış, bu durumun üstesinden gelebilmek için eşitlik hedefli bir karşı iktidarın oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Bunun yanında karşı iktidarın alternatif önerilerine belli başlı ekonomi politikaları da önermek mümkündür. Bunlar; gelir ve varlığın kaynağının tam olarak denetlenmesinin sağlanması, geliri yüksek olanın geliri ile orantılı olarak vergilendirilmesinin mümkün hale getirilmesi, dolaylı vergilerin mümkün olan en düşük seviyeye çekilmesi, belli bir sermaye birikimine erişen kişilerin varlıklarının bir kısmının toplumsallaştırılması, miras yoluyla ebeveynlerden çocuklara geçen varlığın bir kısmının toplumsallaştırılmasına yönelik düzenlemeler olarak özetleyebiliriz. Kısaca, varlık aktarımını öneren bu yöntem ile mülk ve servet sahibi olanlarla mülk ve servet sahibi olmayanlar arasındaki makasın azaltılması mümkün hale gelebilir.
Elbette yukarıda yapılan tartışma eşitlikçilik talebinin iki yüzünü ortaya koymaktadır. Liberal anlayış mevcut şartların korunarak umut dağıtmakta çözümü bulurken, sosyalist algı ise cesaretli adımlarla yapıcı yöntemlerin uygulanmasını önerir. Günün sonunda değişim, özgürlük, barış gibi eşitlik de ideolojik duruşa göre birbirinden çok farklı biçimlerde ortaya konulmaktadır. Farklı anlatımların ötesinde, Kıbrıs'ta eşitliğe yönelik politik bir talep oluşturmak mevcut şartlarda oldukça paradoksal bir hâl almaktadır. Bunun birçok sebebi olduğu halde bana göre en büyük engel; 1974 sonrası ortaya çıkan durumda adadaki mal-mülk rejiminin birçok kişiyi adaletsiz bir biçimde zenginleşme ve varlık sahibi olmaya itmesidir. Buna ek olarak bu adaletsiz ve gayri-yasal durumun toplumsal olarak doğru ve ahlaki olarak görülmesi de sorunun bir başka boyutudur ve eşitlikçilik yönünde verilecek bir mücadelenin önünü tıkamaktadır. Bunun karşısında, son yıllarda ekonomik olarak Kıbrıs’ın kuzeyinde uygulanmaya çalışılan ekonomik paketler, özelleştirme girişimleri ve gençliği ciddi bir biçimde ilgilendiren ve göç yasası olarak bilinen düzenlemelere verilen tepkiler ise gelecekte adada yaşayacak olan gençlerin adanın kuzeyindeki kokuşmuş iktidar ilişkileriyle olan bağını azaltmakta, genç kuşağın zincirlerinden bir bir kurtulmasına sebep olmaktadır. İşte bu yüzden, adanın geleceği açısından eşitlikçilik temelli bir mücadele alanı yaratmak gençlik açısından gerçekçi bir talep olarak görülürken, önceki kuşaklar tarafından çok da üzerinde düşünülmemesi gereken tali bir mesele olarak kabul edilir.
Sonuç olarak, yeni koşullar altında Kıbrıs'ın kuzeyinde solun vereceği mücadele salt çözüm üzerinden yapılacak bir yönetişim mücadelesi olarak algılanmamalıdır. Bu noktadan itibaren var olan mücadele ideolojik bir mücadeledir ve çözümün yanında ideolojik tercihler yeniden iktidar ilişkilerinin oluşmasında da büyük bir rol oynayacaktır. Bu yüzden ideolojik olarak solda duran politik partilerin ve kitle örgütlerinin kendilerini daha net bir biçimde ifade edebilmeleri son derece gereklidir. Ne şiş yansın ne de kebap anlayışı ile ortalarda dolaşmayı solun kitleselleşmesinin ve genç kuşaklarla kucaklaşmasının yöntemi olarak algılamak ise bana göre Ankara'dan son zamanlarda şiddetle esen rüzgarın etkisiyle zaten hasta olan ada solunun zatürreden ölmesine sebep olacaktır.
* Eşitlikçilik üzerine kapsamlı bir tartışma için: Bull, Malcolm. "Levelling out." New Left Review 70 (2011): 5-24.