Münür Teralı
mnrtrl@gmail.com
İçinde yaşadığımız dünya düzeni, özgürlük vadederek geldi. Çok geçmeden anlaşıldı ki bu özgürlük sadece paranın ve onun sahiplerinin özgürlüğüymüş sadece. Adaletsizlik, eşitsizlik, zulüm, işkence, savaş, açlık, esaret, ekolojik kıyım, çevre kirliliği, salgın, soykırım, nefret... Bu düzenin, dünyamıza ve insanlığa verdikleri ve artan bir şiddetle vermeye devam edeceği bunlardır işte. Tanıştırayım; bir ekonomi sistemi ideolojisi olarak, kapitalizm, bir devlet ideolojisi olarak emperyalizm ve bunların felsefik izdüşümü liberalizm.
Bu yazının geriye kalanında bu terimlerden uzaklaşıp odak noktamızı oldukça daraltacağız. Konu başlığımız “eşitsizlik”, ilgileneceğimiz alan “eğitim” olacak. Kıbrıs’ın kuzeyinde pandemi sürecinin, eğitimdeki fırsat eşitsizliğini nasıl arttırdığını inceleyeceğiz.
Eğitimde fırsat eşitsizliği uzun zamandır var olan ancak görece yeni yeni tartışılmaya başlanan bir kavramdır. Kısaca hatırlatacak olursak, eğitimde fırsat eşitsizliği; öğrencilerin ekonomik, kültürel, cinsiyet, ırk, dil gibi farklılıklarından dolayı, yaşıtlarına kıyasla eğitim hizmetlerine aynı oranda ulaşamamasıdır.
Adamızın kuzeyinde, pandemi öncesi dönemde, eğitimde fırsat eşitsizliğinin devlet eliyle korunduğu ve tekrar tekrar üretildiği açık bir gerçek. Bu eşitsizliği fark etmenin en kolay yolu eğitim politikalarının doğurduğu sonuçlara bakmaktır. Günümüzdeki devlet okullarının birçoğu halen İngiliz İdaresi veya Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kalma binaları kullanıyor. Halbuki insan şaşırıyor. İnşaatı ve betonu bu kadar seven bir devlet anlayışı neden yeni okullar inşa etmiyor diye? 1974’ten bu yana adamızın kuzeyinde 18 yeni okul yapılırken, 75 tane yeni cami yapılmıştır. Sadece bu durum bile kamu kaynaklarının eğitim yerine nerelere harcandığını göstermektedir. Nüfusun giderek arttığı bir coğrafyadayız. Dolayısıyla öğrenci sayımız da giderek artmakta. Ancak eğitim bakanlığı yeni okullar inşa etmektense sınıfları kalabalıklaştırmayı tercih ediyor. Bu kalabalık sınıflarda çocukların nitelikli bir eğitim alıp alamayacağını umursamıyor. Eskiden okullarımızda yer alan laboratuvarlar, fen odaları, müzik odaları, resim odaları birer birer kapatılıp sınıfa dönüştürülüyor. Okullara ayrılan bütçeler her geçen yıl daraltılıyor. Okul idareleri en basitinden tuvalet kağıdı ihtiyacını karşılamak için bile velilerden yardım istiyor.
Eğitim programları bilimsel olarak değil, ideolojik olarak güncelleniyor. Devlet okulları ve onların öğrencileri, devlet eliyle daha niteliksiz bir eğitime mecbur bırakılıyorlar. Okul kıyafetleri, İngilizce kitapları, otobüsler... Hepsi ücretli. Güya 15 yaşına kadar zorunlu ve ücretsiz eğitim hakkı var.
Hepsi bu da değil. Çocuklar ve velileri özel derslere ve dershanelere mahkum ediliyor. Bilimsel olmayan, elemeci, bilgiyi ve kavramayı değil, soru çözme becerisini ölçen sınavlar yüzünden çocuklar bunlara muhtaç kalıyor. Parası olan çocuklar eğitimi satın oluyor.
***
Olağanüstü zamanlarda fatura her zaman maaşlı çalışanlara kesilir. Ekonomik kriz olsa bundan en fazla maaşlılar etkilenir. Zenginlerin ise servetleri artar. Deprem, yangın, sel gibi afetlerde de durum değişmez. Her zaman parası olmayan insanlar çok daha büyük bedeller öder.
Eşitsizliğin olağanlığı, olağanüstü zamanlarda su yüzüne çıkmakla kalmaz, katlanarak artar.
Kovid-19 pandemisiyle yüzleştiğimiz bugünlerde, eğitimdeki fırsat eşitsizliğinde durum tam da böyledir. Eşitsizlik, virüsten hızlı yayıldı. Eğitim almak için tek şansı devlet okulları olan çocuklar eğitimden mahrum kaldı.
Önce özel okulların bu süreci nasıl yönettiğinden, sonra eğitim bakanlığının bu süreci nasıl yönetemediğinden bahsedelim.
Okulların kapatıldığı ilk tarih olan 10 Mart 2020 itibarıyla, birçok özel okulun, hali hazırda online eğitim platformları vardı. Olmayanlar da çok kısa bir süre içinde, paranın satın alabileceği en iyi uzaktan eğitim platformlarını satın alıp kurdular. İlk ve orta dereceli özel okulların birçoğu, yaklaşık bir ay içerisinde verimli bir şekilde çalışan platformlara sahip oldular ve uzaktan eğitime geçtiler.
Peki ya devlet okulları için eğitim bakanlığı ne yaptı? Mart ayı boyunca bir faaliyet olmadı. Sonraki aylarda Moodle Sistemi yaratılmaya çalışıldı. Bu sistem 2015 yılına kadar dünya genelinde kullanılan ancak bu tarihten sonra verimsizliği yüzünden kullanımı azalan bir sistemdir. Kaldı ki bu sistem tercih edilirken işin mutfağında olan öğretmenlerden bir görüş alınmadı. Dolayısı ile sayısız dezavantajı olduğu fark edilmedi. Örneğin 6-11 yaş arası ilkokul çocukları için uygun bir sistem değildir. Çok karmaşıktır ve etkin kullanılabilmesi için ciddi bir teknoloji okur-yazarı olunmalıdır. Çocukların böyle bir sistemi tek başlarına kullanması olası değildir. Ayrıca velilerin teknoloji okur-yazarlık düzeyi için bile fazla karmaşıktır. Bakanlık Mart ayından Haziran ayına kadar olan sürede sadece bu sisteme ders anlatım videoları ve etkinlikler yüklemiş ve öğretmenlere yönelik “zorunlu olmayan” hizmet içi eğitimler vermiştir. Bir çocuğun bir ekrana bakıp, o ekranda anlatılan bir şeyi öğrenmesi için ekrandaki kişinin onun öğretmeni olması gerekir. Yoksa çocuk o videoyu, her gün izlediği sayısız videodan farklı olarak görmez.
Eğitim Bakanlığı, haziran ayına kadar olan süreyi bu şekilde geçirdi. Buna karşın özel okullardaki çocuklar, öğretmenleri ile canlı dersler yaparak bu süreyi geçirdi.
Bakanlığın yaz tatilini değerlendirip olası bir kapanmaya hazırlanarak bu süreyi kullandığını düşünürseniz yanılırsınız. Çünkü bakanlığın yaz tatili boyunca tek yaptığı şey öğretmenlere “zorunlu olmayan” hizmet içi eğitim kursları düzenlemek oldu. Eylül geldi, okullar yine açılamadı. Özel okullardaki çocuklar tam donanımlı bir uzaktan eğitim sistemiyle derslerine başlarken, devlet okullarındaki çocuklar için her şey belirsizdi. Haziran ayında, yok denecek kadar az bir durumda bırakılan uzaktan eğitim sistemi, Eylül ayında yine aynı yerdeydi. Ancak bakanlık yetkilileri “Uzaktan eğitim başladı, tüm hazırlıklarımız tamam.” demekten geri kalmadılar. Hazır olan sadece okulunu özleyen öğrenciler ve öğrencilerini özleyen öğretmenlerdi.
Ekim ayında çoğu devlet okulu için okullar yarı zamanlı olarak açılabildi. Özel okullar ise tam zamanlı olarak açıldı. Eşitsizlik pandemisi giderek arttı. Okullar Ocak ayına kadar bu şekilde açık kaldı. Ocak ayında yine kapandı. Eğitim bakanlığının okulların açık kaldığı sürede, önceki hatalarından ders alarak, bu kez uzaktan eğitim için gerekli hazırlıkları yaptığını düşündüyseniz, yine yanıldınız.
Özel okullardaki çocuklar 18 Ocak’tan itibaren, verimli bir şekilde çalışan uzaktan eğitim sistemiyle eğitimlerine başladı. Bu tarihten ancak bir hafta sonra, ülke genelinde hiçbir standardı olmayan, her okulun ve öğretmenin kendi yöntemleriyle sürdürmeye çalıştığı uzaktan eğitim, kamu okulları için de başlayabildi.
Hiç acelesi olmayan eğitim bakanlığı, Ocak 2021 tarihi itibari ile halen daha Eğitim Bilişim Ağı (EBA) sistemini kurmaya çalışıyor. Bu sistem de Türkiye’den ithal edildiğinden, ülkemizdeki eğitim sistemiyle uyumlu değil. Eksik olan birçok içeriği var. Bakanlık halen daha eksik içerikleri tamamlamadı.
Eğitim bakanlığı 1 yıla yakın süredir, Moodle ve EBA Sistemlerini kuramadı. Çalışır hale getiremedi. Ülke genelinde bir standart oluşturamadı. Hepsini geçtim. Bu iki sistemi de kullanmak mecburi değil, zaten mümkün de değil. Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu iki sistemi de (ki EBA zaten daha hazır değil) kullanmıyorum. Kendi geliştirdiğim, yöntemlerle öğrencilerime uzaktan ulaşmaya çalışıyorum. Birçok devlet ilkokulu ve öğretmen de aynı şeyi yapıyor. Karışan yok, “Naparsınız?” diye soran yok.
Eğitim bakanlığı, öğrencileri, öğretmenlerin yetenek ve vicdanlarına bıraktı.
Eşitsizlik pandemisi her geçen gün büyüyor ve yayılıyor. Bu pandemi hep vardı. Kovid-19’un yarattığı pandemiyle daha da arttı sadece. Bir öğretmen olarak bu eşitsizliği sindiremiyorum. Benim sorumluluğumda olan çocuklar için elimden geleni yapıyorum. Diğerleri için de, onlar adına ses vermekten başka ne gelir ki elden?