Dengede durmak yoruyor.
Kalple mantık…Gözle dudak…Sözle eylem...
Bakmakla dokunmak arasında bir yer…
Göğün göğsü kabarıyor.
Laleler yabanileşiyor.
Kekik kokusu geliyor.
Çenemin çukuruna toplanmış o koku gitmek bilmiyor.
…
“Özgürlük” diyorum!
En fazla da öpüştüğümüz kumsallar.
Çektikçe uzuyor “zaman” böylece…
Peşinden koşuyorum.
Biliyorum, bir yerde yetişeceğim, tutacağım yeniden ve ellerimden maviye yükselecek yeni bir bahar, kuyruğunda rengârenk gülüşleriyle bir uçurtma misali…
Çan seslerinin yankılandığı duvarların bir yarısından, ötekine koşuyorum.
Bölük pörçük kente tutunuyor, dikenli tellere boynunu yaslamış bir sarmaşık.
Tutunuyorum hayata, düşe kalka…
İçimde yeni bir şehir uyanıyor ve git gide daha telaşlı çarpıyor yüreğim…
...
Aklıma yalın ayak çocukluğum geliyor.
O çocukluğa yaslıyorum başımı, kuş tüyü, sımsıcak…
Uykumu bölüyor, unutulmuş bir nöbet kulübesinden yükselen düdük sesi…
Köklerinden sökülmüş bir zeytin ağacı misali gövdem, üzerine birbirinden umarsız harfler kazınmış, sevdaya dair!
Serseri şehrin bölük pörçük gecesinden yıldızları çalıyorlar.
Gökyüzünü çekseler ayaklarımın altından, dans edeceğim!
Eski aşk plaklarının çaldığı yerde…
Titrek bir gövdeye tutunarak…