Bizimkisi zoraki bir seçimdi. 20 Temmuz 1974 savaşı sonrası, ortadan bölünen adanın güneyinde kalanların nüfus mübadelesiyle zorunlu bir göçmenlik yaşandı. Hani bugün bazı “ganimetten adam olanlar” tarafından denilir ya; “orada kalsaydınız ne geldiniz?” diye, öyle bir seçim hakkı, öyle bir siyasi anlaşma ve öyle bir güvenli ortam yaratılsaydı, kimse evini barkını, işini, okulunu, sosyal yaşamını ve de toprağa verdiği yakınlarını bırakıp da gelmezdi, hayatında görmediği şehirlere, kasabalara, köylere. Girne ise; benim artık yaşayacağım, içime sindirmem gereken ve hatta duygusal bağları yaşam süreci içerisinde çoğaltıp sahip çıkmam gereken bir kent olacaktı...
Geçtiğimiz günlerde Girne Eski (Antik) Limanı’nda yer alan bir zamanların Gümrük Binası’nın kiralanması veya binanın bulunduğu alanın uzun vadeli kullanılmasıyla ilgili bir haber düşmüştü basına. İçeriğiyle ilgili değil yazacağım, yazan, konuşan, eleştirenler nasıl olsa var. Ama bu haber beni 1970’li yılların sonu, ‘80’lerin başı Girne Limanına götürüverdi. Özellikle ortaokul-lise dönemlerimizin en önemli mekânıydı liman. Seni karşılayan eski gümrük binası, üzerinde küçük kulesi, sarı taşlı yapısıyla “tarihe-geçmişe hoşgeldin” dercesine bir serenomisi vardı sanki. Rahmetli Osman dayımız, sırtını binanın gölge tarafında yaslar, ağlarını donatır, strumaçalara ip örerdi.
Bahsettiğim dönemlerde sanırım ilk Taşucu-Girne yolcu/araba seferini yapan ERTÜRK FERİBOTU idi. Rahmetle andığım Kemal Ertürk abimiz, gemide çalışan mavi gözlü yiğit gemici Yaşar abi... Feribotun limana girişi, karşılayanlar tarafından olduğu kadar, yolcular tarafından da müthiş bir zevkti. Yolcular bu antik limana girerken sol taraflarında yükselen kale’nin surlarına bakarak yol alır, ardından eski liman giriş feneri ve kıçtan kara olaması için Chimera kafeye doğru burnunu döndüren geminin liman suyundaki hareketleri. Gümrük binasına bağlı çok uzun olmayan betondan bir iskele yer alırdı. Uzun zamandır oralara gitmediğimden bilmiyorum, herhalde hâlâ orada. Feribot’un üst kısmında yolculardan kimileri, kendilerini karşılamaya gelenlere el sallıyor, gemiciler bağlanmak için kalın palamarlarına tutturulmuş ince halatları karadaki görevlilere atıyorlardı heyecanla. Sonra karadaki liman görevlileri bunları çabucak çekip esas palamarları iskeledeki baba’lara geçiriyorlardı. Öylesine hareketli ve heyecanlı bir andı ki bu işlem, karadaki gerek yolcu bekleyenleri gerekse sadece görmek için gelenleri adeta büyülüyordu. Herşey doğaldı. İnsanların hareketleri, yüzlerdeki gülüşler, gözlerdeki merak. Sonra kıçtan kara olan Ertürk Feribotu iskele üstüne kapağını bırakıyordu “güm” sesiyle. Çok fazla araba alamıyordu ama bu bile o yıllarda çok önemliydi. Kısa bir yürüyüşle gümrük binasına giriyordu yolcular. Uzun bankolar üzerine valizlerini koyar, pasaport kontrollerini yaptırır, güneye bakan gümrük kapısından ise çıkışını gerçekleştirirdi. O yıllarda demir yüksek parmaklıklar vardı gümrük binasının etrafını çevreleyen. Zaten yolcularla karşılayıcılar iskele üzerinde birbirlerine rahatça konuşacak kadar yakın mesafedeydiler. İnanılmaz bir güzellikti o yıllarda Ertürk Feribotu’nun gelişi. Gümrük binamız ise “yaşar” haldeydi. Bir ara sanırım OTEM’e verilmiş turizm öğrencilerinin de eğitim gördükleri bir bar haline getirilmişti. Üst katında Liman başkanlığı ve diğer bölümler yer almaktaydı. “Venetia” isimli ahşap bir balıkçı teknem vardı bir zamanlar. Kaydını yaptırmak için üst kata çıktığımda gördüğüm o güzelim odaların sıcaklığı hâlâ aklımın bir kenarında. Sonraları terk edilmiş, beton binalara geçilmiş, bir yerine limana bağlanan yabancı teknelere hizmet vermek için tuvaletler, duşlar yapılmış, batıya bakan kısmındaki bir oda ise turizm enformayon işlevi görmüş. Açıkçası bugününe baktığımızda, eski gümrük binasına yakışabilecek en güzel değişimin “denizciler kulübü” olabileceğine inanıyorum. İşletmesi devlete ait, denizciliğimizle ilgili kurum ve kuruluşların üye olabileceği, limana gelen yabancı turist teknelerin yararlanabileceği bir mekân... eskiden “yaşayan” bir mekân olan eski gümrük binası aklıma bunlar getirdi... biliyorum, benimkisi bir hâyâl böylesi vizyon kıtlığında...