Barret Uzunyan’la röportajımızda sorularımızı yanıtlarken, Uzunyan-Sultanyan ailelerinin tarihçesi, eski Lefkoşa'da DOMS şirketinin faaliyetleri ve Lefkoşa'dan diğer hatıralarla ilgili röportajımızın son bölümü şöyle;
SORU: Ben küçük bir çocukkenden bu yana hep duyarım bu ismi: “Uzunyan-Sultanyan”… Reklamlarda duyardım mesela… 60 küsur yaşındayım ve 2-3 yaşından beridir bu ismi hep duyarım, bilirim… Uzunyan-Sultanyan… Çok bilinen bir isimdi bu…
BARRET UZUNYAN: Çünkü ilklerden biriydik… Radyolar, Raleigh bisikletler gibi… Sabır lokantasını bilirsiniz herhalde… Biliyorsunuz, “Sabır”, en iyi kebapları yapar… İnşallah bir şey olmadı kendisine çünkü kapalıydı dükkanı son gittiğimde…
SORU: Sanırım açıktır, sanırım oğlu çalıştırıyor orayı…
BARRET UZUNYAN: Oğlu kaç yaşlarındadır?
MİNE BALMAN: 50’li, 60’lı yaşlardadır…
BARRET UZUNYAN: Oğlundan söz ederim ben zaten, sorunları vardı… Umarım iyidir. Çünkü beni gördüğü zaman hemen “Uzunyan-Sultanyan!” der… Bize göre en iyi kebabı o yapar, Sabır’ın kebapları en iyisidir. Ancak çok sabırlı olmanız gerekir, kebaplar önünüze gelinceye kadar beklemeniz gerekir çünkü…İyi olmasına sevindim çünkü bana bir sağlık sorunu olduğunu anlattıydı son gidişimde… Umarım iyidir…
SORU: 1963’ten önce şirketinizde çalışan pek çok Kıbrıslıtürk vardı… Sonraları bu ilişkileri sürdürebildiniz mi hiç?
BARRET UZUNYAN: İletişimde olduğumuz son kişi Muhyi Bey idi… Biz bu tarafa gelip de yeni bir garaj inşa ettiğimizde, çok büyük olasılıkla korkuyorlardı gelip çalışmaya orada… Çünkü olaylar giderek tehlikeli bir hal alıyordu. Doğal olarak gelmeye korkuyorlardı. Ve ilişkimiz giderek yok oldu… Zaman zaman kulaktan kulağa bazı bilgiler geliyordu bize. Ve biz de sorup soruşturuyorduk aynı zamanda, “Zeki nasıldır? Neler yapıyor?” diye mesela… Onlar götürürdü beni okula, şöför olarak… Zeki, babama en büyük bağlılığı gösteren insandı… Eğer çocuğun varsa, onu en fazla güvendiğin insana teslim edersin, babam da beni emanet etmek üzere Zeki’ye verirdi… Başka kimseye emanet etmezdi beni, Zeki’ye emanet ederdi…
SORU: Dedenizin evi…
BARRET UZUNYAN: Evet… Dedemin evi sanırım kendisine aitti, kira falan değildi yani… Kendisi yaşıyordu bu evde ve üç kızı…
SORU: Şu anda Yakın Doğu Bankası olan yerdi evi… Çift kapılı bir ev…
BARRET UZUNYAN: Hemen hemen hamamın karşısındaydı bu ev… İki evdi… İki kapısı vardı yanyana… Aynı bloktaydı fakat iki kapısı vardı. Şimdi ne oldu bu eve, bilmiyorum…
SORU: Bildiğim kadarıyla burası şimdi bir banka binasıdır…
MİNE BALMAN: 1963 sonrasında bazı Kıbrıslıermeniler, evlerini satmaya başlamışlardı…
SORU: Veya değiş tokuş ediyorlardı…
BARRET UZUNYAN: Sattı mı bu evi, bilmiyorum… Ancak şunu biliyorum: Dedem, sonraları Gladestone Sokağı’na taşındıydı – sanırım olaylar çıkmadan önce taşındıydı Gladestone Sokağı’ndaki eve… Yani olaylar çıkmadan önce o evden ayrılmıştı dedem diye hatırlıyorum sanki… Öyle bir izlenimim var yani…
SORU: O evin içini hatırlıyor musunuz?
BARRET UZUNYAN: Evet…
SORU: Nasıldı?
BARRET UZUNYAN: İki girişi vardı evin. Bu evler hem ayrı, hem de birlikteydi… Çünkü evin iki ayrı girişi olmasına rağmen, üstte bir koridorla birleşirdi bu iki ev… Altta ayrıydı ancak ben küçükken bir evden diğerine geçmek istediğimde, koridorda yürüyerek öteki eve geçerdim… Bir de avlusu vardı evin… Açık bir avlu… Evin bir tarafındaydı bu avlu… Bu avlu, bir bahçe gibiydi… Bir tarafta daratsa (teras) vardı…
MİNE BALMAN: Koharig Paroyan’ı tanır mısınız? Kendisi bu eve yakın bir noktada, tam Turunçlu Camisi’nin karşısındaki bir evde dünyaya gelmişti…
BARRET UZUNYAN: Herhalde tanıyorum kendisini, görsem tanırım herhalde…
SORU: RIK’te çalışıyordu arkadaşımız Koharig…
BARRET UZUNYAN: Herhalde tanıyorum kendisini, papazla da bir alakası var, değil mi?
SORU: Evet, kızıdır…
BARRET UZUNYAN: Papazın kızı… Herhalde biliyorum kendisini…
MİNE BALMAN: Sanırım dedenizin evinin hemen bitişiğindeki evde dünyaya gelmişti Koharig Paroyan… Sarı taştan bir binaydı bu…
BARRET UZUNYAN: Evin bitişiğinde başka bir ev var mıydı, hatırlamıyorum – yalnızca bu evlerin altına motosikletleri ve bisikletleri koymaktaydılar. Burası küçük bir bisikletleri ve motorları birleştirme, kurma yeriydi… Kirli bir yer değildi, bisikletleri çıkarıp kurdukları, bir araya getirip bisiklet haline getirdikleri yerdi burası… Dikran Uzunyan’a ait bir yerdi… Paroyan’ın evini hatırlamam ama tam karşıda Parseg’i hatırlarım. Parseg, kebap yapardı… Meşhurdu Parseg’in kebapları… Ve “Sabır” restorantın sahibi de Parseg için çalışırdı o günlerde… “Sabır” anlattı bana bunu… “Sabır”ın oğlu anlattı bana yani bunu…
SORU: Sanırım pek çok Kıbrıslıtürk, bu bölgede bulunan bazı Kıbrıslıermeniler’den bazı meslekleri öğrendilerdi… Çünkü çırak alırlardı yanlarına ve onlardan öğrenirlerdi… Mesela ANK şirketi sahipleri Nafi kardeşler de, tahtadan buzluk yapmayı, Kıbrıslıermeniler’den Delifer Usta’nın yanında öğrenmişlerdi, Delifer Usta’dan öğrendiydiler buzluk yapmayı… Dedeniz nasıl birisiydi? Neler hatırlıyorsunuz?
BARRET UZUNYAN: Dedem vefat ettiği zaman ben 13 yaşındaydım. Uzunyan dedem yani… Çoğunlukla hasta olduğunu hatırlıyorum – yani artık yaşlanıp hastalandığı dönemdi bu…
Çok güçlü bir karakteri vardı dedemin… Mesela “Filancayla evlen” derdi, bitti… O kadar… İş bitti! Başka konu yok! Sarışın mıydı, esmer miydi, farketmez. İş bitti! Kimse onunla tartışamazdı…
SORU: Yani yatakları (kerevetleri-karyolaları) yapan oydu…
BARRET UZUNYAN: Evet, oydu…
MİNE BALMAN: Nereden geldiydi Kıbrıs’a?
BARRET UZUNYAN: Diyarbekir’den geldiydi Kıbrıs’a…
MİNE BALMAN: Aile Diyarbakır’da neyle meşguldü?
BARRET UZUNYAN: Bilmiyorum… Yalnız kendisi teknisyendi, demek ki küçükken babasından öğrenmiş olabilir yatak yapımını. Çünkü öylece yatak yapamazsınız, bir yerden alışmanız lazım bu zanaatı… Yani ben şimdi bir yatak yapamam… 1901’de çekilmiş bir fotoğraf var, dedem yaptığı yataklarla birlikte…
MİNE BALMAN: Ne zaman gelmişti Kıbrıs’a?
BARRET UZUNYAN: Bilmiyorum, öğrenebiliriz onu…
SORU: Koharig bana her zaman Kıbrıs’ta olduklarını söylediydi…
BARRET UZUNYAN: Sultanyanlar belki, evet… Sultanyanlar 200-250 senedir Kıbrıs’tadır… Yani belki Koharig Uzunyanlar’la Sultanyanlar’ı karıştırmış olabilir…
SORU: Nereden gelmişti Sultanyanlar? Belki Rusya’dan demiştiniz bana sanırım…
BARRET UZUNYAN: Evet…
Dikran Uzunyan’ın oğlu Kıbrıs’ta dünyaya gelmişti. Bir kızı buraya gelirken dünyaya gelmişti. İki kızı da Türkiye’de doğmuştu. Belki kitaplara bakıp bulabiliriz hangi tarihte gelmişti tam Kıbrıs’a diye…
SORU: Sultanyan dedenizi de hatırlıyorsunuz herhalde? Nasıl birisiydi?
BARRET UZUNYAN: Evet… Öyle bir insandı ki mesela Vergi Dairesi’ne telefon açar ve “Size beş Kıbrıs Lirası borcum vardır, gelip alınız” derdi! Çok düzgün bir insandı, hiçbir istisnayı kabul etmezdi. O nedenle vefat ettiğinde insanlar çeşitli şeyler düşündü, milyonlarca lira bıraktığını sandılar, evet elbette bir miktar para bırakmıştı geriye ancak insanların düşündüğü gibi abartılı bir şey değildi bu. Çok düzgün bir insandı gerçekten.
SORU: 83 yaşında olduğunuzu söylediniz bana… Şimdi geriye dönüp baktığınızda kalbinizde geride ne kalıyor? Ne kaldı geriye tüm bu yaşanmış olanlardan size? Tabii Kıbrıs’tan bahsediyorum…
BARRET UZUNYAN: Ben kişi olarak Kıbrıs’a çok yakın birisiydim, bugünkü koşullar altında dahi – ki 50 sene öncesine göre çok farklıdır şimdi Kıbrıs – Kıbrıs’tan ayrılmak istemem… Eğer şimdi birisi gelse ve “Sana bir teklifim vardır, gel sana 5 milyon Sterlin vereyim ve yarın buradan ayrıl” dese, “5 milyonun sana kalsın, Kıbrıs da bana kalsın” derdim…
Ben burada doğdum, insanlara çok yakındım ben… Pek çok arkadaşım vardı, pek çok farklı yönden – ister siyasi, ister etnisite bakımından pek çok farklı arkadaşım vardı…
Benim kendi hayat felsefem – bunu ille de herkesle paylaşmam da gerekmez çünkü bu benim kendi felsefemdir – şudur: Benim için önemli olan insandır, hangi dinden, hangi milliyetten oldukları önemli değildir. Benim kendi milli duygum, kendimi Ermeni olarak hissediyorum ancak bunun ötesinde, kendimi Ermeni hissetmemin ötesinde, benim için çok daha önemli şeyler vardır… Ben böyle hissediyorum, başkaları başka şeyler hissedebilir, kategorize edebilir bazı şeyleri, nasıl hissetmesi gerektiğini kategorize edebilir Kıbrıs’ta.
Hayatın farklı düzeylerinde yaşadım ben – eğitimim Melkonyan Enstitüsü’nde başlamıştı – orijinalinde Melkonyan Enstitüsü yetimler, öksüzler için kurulmuş bir enstitüydü… Babam böylesi bir Ermeni eğitimi almamı istemişti, başkaları mesela akademiye falan gidiyordu, ben Melkonyan’a gidiyordum… Çok olağanüstü bir şeydi bu – örneğin bir sene boyunca yatılı kalmıştım Melkonyan’da… Ve ailede tek erkek evlat da bendim! O bir sene boyunca, 150 kişiyle aynı odada yatıp kalkıyordum… Ve 250 kişiyle aynı yerde yeyip içiyordum. Soyadımın “Uzunyan” olması farketmezdi yani… Başka herhangi bir şey de farketmezdi… Bu da bana, hayatta paranın insanlara kazandıramayacağı bir şey vermişti… Bugünkü mutluluğumu da işte bu türde bir eğitime borçluyum ben… Ki kendimi bu açıdan şanslı hissediyorum ki Oxford ya da Cambridge’e gitmedim… Tabii belki de gidemezdim, o da ayrı konu ya…
SORU: Ne eğitimi gördüydünüz?
BARRET UZUNYAN: İşletmecilik (Business Administration) okumuştum… Cumartesileri çıkardım, Pazar geri dönerdim ve her hafta 400 tabak yıkardım, 40 değil… Şimdi mutfağa girdiğimde herkese “Hade dışarı” derim!
Konuya geri dönecek olursak, üzgünüm… Siyasi olarak kendimi ifade etmem çünkü kişi olarak politikayla ilgili değilim. Çünkü eğer politikaya girişirseniz, o zaman bazı şeyleri göremezsiniz, diğer insanları göremezsiniz, bu da doğal bir şey yani… Körleşirsiniz… “Bu doğrudur, bu yanlıştır” diyemezsiniz çünkü siyasi bakımdan farklı gözlüklerle bakarsınız olaylara… Her neyse…
Kıbrıs’taki yaşanmış olanların, aptalca nedenlerden ötürü meydana gelmiş olduğunu düşünüyorum. Büyük uluslar bizimle oynadı ve biz de ahmakça onların tuzağına düştük diye düşünüyorum. Bunu her zaman söylerim: Kıbrıs’ta Kıbrıslıtürkler, nüfusun yüzde 18’i idi. Bu insanlar Rumca da konuşuyordu, benden daha iyi Rumca konuşmaktaydılar. Biri vaftiz olacağında kiliseye, gidip bakarlardı… Kimse de “Sen Müslümansın, buraya giremezsin” demezdi. Birbirlerinin düğünlerine giderlerdi. Adı Mehmet’ti adamın ama çok iyi Rumca konuşurdu. Durum böyleydi… Bu, bence çok güzel bir şeydi… Ancak hayatta pek çok güzel şey yok oluyor şu anda, yalnızca Kıbrıs’ta değil, tüm dünyada yok oluyor… Ailelerimizde pek çok şey değişiyor. Mesela ben sigara içerdim, 23 yaşlarındaydım… Babam bilirdi… Hiçbir zaman bana “Sakın sigara içme” dememişti. Ancak sigara içeceğimde, dışarıya çıkardım. Şimdi gençler mesela, sigaranın dumanını yüzünüze üflerler! Hayat böyle…
Pek çok şey değişiyor ve pek çok şeyin yok olup gittiğini görüyorsunuz, üzülüyorsunuz…
Benim hissettiğim de bu işte… Çünkü Kıbrıs’ı seviyorum. Ve pek çok şeyin yok olmasından ötürü çok ama çok üzgünüm… İnsanlar değişiyor… Ve bazan fanatizm ortaya çıkıyor. Çünkü birşeyleri mahvetmek için çok sayıda insan gerekmez. İki sersem insan herşeyi mahvedebilir… Sadece iki ahmak… İki sersem… İki sersem, iki milyon insanı yakabilir… Yani manipülasyonlar için hayatta çok sayıda insan gerekmez, iki sersem yapar bu işi…
Duygularım ve felsefem böyle işte…
SORU: Çok teşekkürler…
BARRET UZUNYAN: Umarım, amacınıza yardımcı olabildim… Ayrıca arkadaşım “Sabır” restorantı sahibinin de iyiliğini diliyorum…
Barret Uzunyan ile röportajda...
Uzunyanlar'a ait bir başka işyeri...
Eski Cemaat Meclisi karşısındaki DOMS'un mağazaları...
DEVAM EDECEK