Ödül Aşık ÜLKER
Kıbrıs müzakere sürecinin deneyimli ismi, milletvekili, eski müzakereci Özdil Nami, müzakere sürecinin statükoya son verecek şekilde kurgulanması gerektiğini söyledi.
Kıbrıs konusunda yakın zamanda bir gelişme beklemediğini de anlatan Nami, “Biz Crans Montana’da uluslararası Kıbrıs Konferansı’nı gerçekleştirdik. Tüm garantör ülkeler oradaydı, AB gözlemci olarak oradaydı. ‘Yakınlaşmalar masada mı, değil mi’ tartışması yoktu. Guterres Çerçevesi’ni açıkta kalan konuları halletmek için masanın etrafındaki bütün taraflar kabul etmişti. Öyle bir olgunluk noktasında bile sonuca gidemedik. O yüzden ‘üçlü görüşme oluyor, beşli görüşme oluyor’ diye sevinmek, ümit beslemek anlamsız” diye konuştu.
Eski müzakereci, Dışişleri eski Bakanı, Ekonomi ve Enerji eski Bakanı Nami şunları söyledi:
“‘Sonuç odaklı müzakere süreci olması gerekir’ deniyor. Herkesin bu ifadeden ne anladığını net bir şekilde anlatması lazım. Bununla ilgili bir fikir karmaşası var. Ben buna anlam veremiyorum, tarif edilmesi en kolay konunun bu olması gerekiyor. Sonuç odaklı nedir, sonuç nedir? Bence sonuç statükonun bitmesidir. Ya federal çözüm ya da iki devletli çözümle statüko bitmeli. Ben bir Kıbrıslı Türk olarak en çok statükodan rahatsızım çünkü bu statüko Kıbrıs Türk toplumunu yok oluşa sürüklüyor.”
Vizyon 2035... ‘Başlattık, devam etti.’
- Soru: “Vizyon 2035” projesinin ilk toplantısı yapıldı. Bu, sizin Ekonomi ve Enerji Bakanı olduğunuz dönemde başlayan bir çalışmaydı.
- Nami: Başarılı ülkeler uzun vadede nasıl bir ülke olmak istediklerine karar vermişler, kültürel yapısıyla, demografik yapısıyla, sosyal dengeleriyle, çevreye saygısıyla... Buna karar verdikten sonra o hedefe ulaşmak için ekonomiyi nasıl şekillendireceklerini kurgulamışlar. Bizde gerek hükümet programlarında, gerekse Türkiye ile imzalanan protokollerde “turizm itici sektördür”, “eğitim sektörü teşvik edilecektir”, “tarım sektörüne önem verilecektir” gibi ifadeler yer alır ve bunlar genellikle büyüme rakamlarıyla hedeflendirilmiştir. Örneğin “üniversite sektöründe 150 bin öğrenci sayısına ulaşılacak”, “2 milyon turist hedefi” gibi ve bunlara yönelik bir gelişme de başarı olarak gösterilir. Halbuki bunların halkın yaşam kalitesine, sosyal yapıya, kültürel yapıya, çevreye etkisi hep göz ardı edilir. Zaman içinde bunlar maalesef olumsuz yönde etkilenir. Baktığınızda bazı rakamlar büyümüştür, öğrenci sayısı artmıştır ama beraberinde çok büyük sorunlar da getirmiştir. Örneğin yollar güvensiz hale gelmiştir, hastanelerimiz halkımıza değil, yabancılara hizmet eder hale sürüklenmiştir, okullarımızdaki eğitim kalitesini muhafaza etmek mümkün olmaktan çıkmıştır. Bu tip kısır döngülerden kurtulmak ve devam ettirilebilir, sağlıklı bir büyüme elde edebilmek için önce böyle bir çalışmanın gerekli olduğunu tespit etmiştik. Kendi dönemimizde ana iskeleti çıkardık, Bakanlar Kurulu’na sunum yaptık, bu konuda tecrübeli olan Dünya Bankası’yla konuyu derinleştirdik. Bu tip çalışmaları katılımcı bir anlayışla yapmak lazım. Bir atölye çalışması planladık, davetiyeleri de çıkardık fakat atölye çalışmasının olacağı gün hükümet düştü. Dolayısıyla o çalışmayı o gün yapmak mümkün olmadı. Aslında yapabilirdik çünkü yeni hükümet kurulana kadar görevdeydik ancak bunu uygun görmedik. Şimdi de çok büyük bir memnuniyetle Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’nın bu çalışmayı sahiplendiğini, ileri götürmek için çaba sarf ettiğini görüyorum. Atölye çalışmasının ilki yapıldı, bu sevindirici. Umarım oradan çıkan neticeler Bakanlar Kurulu tarafından da sahiplenilir, sadece kağıtta kalmaz ve pratikte adımlar atılır.
- Soru: Bu kadar çok hükümet değişikliği olan bir ülkede bunu uygulamak mümkün müdür?
- Nami: Aslında en çok sık hükümet değişiklikleri olan yerlerde bu gereklidir. Çünkü bu vizyon katılımcı bir anlayışla, sivil toplum örgütlerinin yanında iktidar ve muhalefet siyasi partilerinin de katılımıyla oluştuğunda, iktidarda kim olursa olsun hedef o vizyonu gerçekleştirmek olur. Rekabet de “o vizyonu en iyi kim gerçekleştirir”e dönüşür. Dolayısıyla özellikle istikrarsızlık olan ülkelere bu tür planlamaların faydası daha da fazladır.
“Ocak ayında ihale” gerçekçi değil“
- Soru: Elektrikte enterkonnekte konusunda da sizin döneminizde bazı çalışmalar yapılmıştı, şimdiki bakan Taçoy da Ocak ayında ihaleye çıkılması gerektiğini söylüyor.
- Nami: Enerji konusunda atılacak adımların mutlaka bilimsel çalışmalara dayanması lazım. Bence bizim dönemde yaptığımız en önemli katkı bilimsel çalışmaların oluşmasını sağlamak oldu. Göreve geldiğimizde gerekli çalışmaları yapmadan hemen jeneratör alımı yönünde üzerimizde çok yoğun bir baskı oluşturuldu. Halbuki bizim yaptığımız çalışmalar ülkemizdeki enerji arzı ve talebiyle ilgili çok daha derin çalışmalar yapılması gerektiğini ortaya koymuştu. Nitekim bize baskı yapıldığı dönemlerde bazı çıkar çevrelerinin gazetelerde yaptıkları haberleri görürsünüz, “şimdi yatırım yapmazsak ülke karanlığa gömülecek” gibi. 2019’un sonuna geliyoruz, öyle bir şey olmadı, bu da bizim duruşumuzun ne kadar doğru olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. O dönemde kablo konusunu da bizden önce olmadığı kadar derinleştirdik. Gerek Türkiye’de, gerekse Brüksel’de tüm temas ve çalışmaları yaptırdık ve bu konuda konunun uzmanlarından raporlar aldık. Ortaya çıktı ki, eğer Türkiye gereken iradeyi koyarsa AB’deki ENTSO-E kurumuna rağmen kabloyu buraya getirebilir ama bu artık siyasi karar gerektiren bir konudur. Çünkü AB’den izin almadan kabloyu buraya getirmesi Türkiye ile o kurum arasındaki sürtüşmeyi de tetikleyecektir. Bu ne noktaya gider? Türkiye’nin AB şebekesinden koparılması mı yoksa sadece para cezası mı? Bu hukuksal bir süreci gerektiriyordu. Biz bu bilgileri Türkiye’ye verdik. Fakat benim gördüğüm Türkiye’de enterkonnekte kablonun derhal hayata geçirilmesiyle ilgili henüz arzu edilen olgunluk oluşmamıştı. Türkiye’deki uzmanlarda KKTC’nin enerji ihtiyacının temiz ve ucuz enerji üretmeye geçmesinin yolunun daha çok doğal gaz temininde yattığına dair bir kanaat oluşmuş. Bunun da çalışmasını BOTAŞ yetkilileriyle bilimsel temelde yaptırdık. Doğal gaz gelecekse doğalgazla çalışacak santrallere de ihtiyaç var. Madem ki Türkiye enterkonnekte kabloyla ilgili, bizden önceki hükümetin halka yansıttığının aksine, hemen bir yılda getirme noktasında değil, o zaman süratle yeni jeneratör için rekabete açık bir ihale şartnamesi hazırladık, Bakanlar Kurulu’ndan uluslararası ihale olarak geçirdik ve merkezi ihale komisyonuna gönderdik. Ancak şu andaki hükümet bunu neticelendirmekten geri duruyor. Kafalarının biraz karışık olduğunu anlıyorum. Kablonun ihalesine Ocak ayında KKTC’nin tek taraflı çıkacağı açıklandı. Ben bunu imkansız görüyorum, böyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyorum. Çünkü bu çok büyük bir proje, KKTC’nin kendi başına ilerletebileceği bir proje değil. Kablonun bir ucunun da Türkiye’de bir merkeze enterkonnekte bir şekilde bağlanması gerektiğine göre karşı tarafın da tam bir mutabakat içinde olması lazım.
- Soru: Tek taraflı ihaleye çıkılması gündeme getiriliyorsa, Türkiye’nin bu konudaki duruşunun hala net olmadığı değerlendirmesini yapmak doğru olur mu?
- Nami: Türkiye’den gelen mesajlara baktığımızda aslında bazılarında akıl karışıklığı olmasını da doğal karşılıyorum çünkü siyasi seviyede “bu projenin arkasındayız, yapılacak” deniyor ancak teknik seviyeye, bürokratik seviyeye inildiğinde çarkların dönmediğini görüyoruz. Bunun bir an evvel netleşmesi iyi olur çünkü doğalgaz gelecekse onun da kapasitesi, ne tarzla geleceği, buradaki jeneratör kapasitesi gibi konuların her biri bu enterkonnekte kablonun olup olmayacağıyla da bağlantılı şekilde cevap bulacak. Enerji konusunu bütünlüklü ele almanız lazım. TC ile KKTC’nin bir an evvel, bu konuda bütünlüklü planı ortaya koymalarında fayda var. Bu olmadan “Ocak ayında ihaleye çıkacağız” denmesi gerçekçi değil.
“Guterres Çerçevesi’ni açıkta kalan konuları halletmek için masanın etrafındaki bütün taraflar kabul etmişti. Öyle bir olgunluk noktasında bile sonuca gidemedik. O yüzden ‘üçlü görüşme oluyor, beşli görüşme oluyor’ diye sevinmek, ümit beslemek anlamsız”
“Gelişme olacağına dair herhangi bir ümit besleyemiyorum”
- Soru: Ada etrafında doğalgaz konusunda yapılan çalışmalarla ilgili de uzun bir dönemdir sorunlar var. Son günlerde ENI CEO’su “bölgeye savaş gemileri gelirse kazı yapmayız” dedi ancak hemen ardından da çalışmalarla ilgili takvimin devam edeceği açıklandı. ENI’nin bu açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Nami: Ben doğal karşılıyorum çünkü çok büyük rakamların yatırılması gerekiyor ve firmalar gereksiz riskler almak istemeyecektir. Zaten Kıbrıs açıklarındaki doğal gazın miktarının hem rakip ülkelerden daha az olduğu hem de çıkarmanın daha maliyetli olduğu biliniyor. Avrupa’nın ilgi göstermesinin başlıca sebebi Rusya’ya bağımlılığı azaltacak bir unsur olması. Bunun için de kimsenin acelecilik içinde olmadığını da biliyoruz. ENI’nin daha önce bizimle sürtüşmesi oldu, Türk donanması onların belirli bir alandan daha ileri gitmesini engelledi ve geri adım atmak zorunda kaldılar. O zaman İtalyan hükümeti de devreye girmişti ama durum değişmedi. Bu tecrübeyle hareket eden firmanın temkinli gitmeyi tercih etmesi doğal. Sadece ENI değil, ExxonMobil ve TOTAL de bölgede. Biri Amerikan, diğeri Fransız. Onlar aynı şekilde mi davranır ? Onların davranış şekilleri daha farklı olabilir. Ama ne açıdan bakarsanız bakın, Kıbrıs için talihsiz bir durum yani kapsamlı çözüme ulaşmadan, iki taraf arasında bu konuları barış, mutabakat yoluyla çözmeden enerji konusunun bu şekilde gündeme gelmesi adanın tamamı ve bölge için maalesef fırsat değil, risk unsuru olarak görülüyor. Bu aşamalarda yaşayan gerginliklerin geleceğe taşındığını, gerçekten gazın çıkmaya başladığı bir ortamda gerginliğin ne noktalara gelebileceğini tahmin edebilirsiniz. Ben tarafların bu konuda birbirlerine yardımcı olup gerginliği artıracak adımlardan kaçınmaları gerektiğini düşünüyorum. Burada en büyük görev Rum tarafına düşüyor çünkü Türk tarafı bu konuda hep onların attıkları adımlara cevap veren konumda. Eğer onlar durursa Türk tarafı da durur, onlar devam ederse Türk tarafı da devam eder. Açıkçası iki taraf arasında kapsamlı çözüm olmadan enerji konusunda herhangi bir işbirliğinin olabilmesini de gerçekçi bir öneri olarak görmüyorum. Çünkü bu konu bugüne kadar adada gerçekleştirdiğimiz güven artıcı önlemlerin hiç birine benzemiyor. Rakamlar çok büyük, aynı zamanda kendi kaynak ve bilgi birikimimizle yapabileceğimiz bir konu değil. Mutlaka uluslararası şirketlerle akit imzalamak lazım. KKTC uluslararası hukukta bir taraf olamadığı sürece bu da mümkün değil. Rum tarafının uluslararası hukuktaki yerini de Türk tarafı kabul etmiyor. Dolayısıyla uluslararası aktörleri içine alacak, tarafları bağlayacak sözleşmelere girmek mümkün değil yani işbirliği mümkün değil. Rum tarafının tek yanlı devam etmesi de bizim açımızdan kabul edilebilir değil. Dolayısıyla bu konuyla ilgili süreci dondurma gibi bir irade ortaya çıkmazsa çatışmaya doğru giden bir sürecin içine girildi. Eğer dondurmak mümkün değilse, yapılması gereken kapsamlı çözüm müzakerelerin sonuç alıcı şekilde hızlandırmaktır. Ben ne birinin ne de diğerinin olduğunu görüyorum. Bu konuyla ilgili endişelerim giderek artıyor.
“Biz Crans Montana’da uluslararası Kıbrıs Konferansı’nı gerçekleştirdik. Tüm garantör ülkeler oradaydı, AB gözlemci olarak oradaydı. ‘Yakınlaşmalar masada mı, değil mi’ tartışması yoktu.”
- Soru: Kıbrıs konusunda bir hareketlilik başladı. Liderler New York’ta Genel Sekreter ile görüştü, şimdi üçlü görüşme olacak ve sonrasında muhtemelen beşli. Ancak sonrasında Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Kısa dönemde Kıbrıs konusunda ne gibi gelişmeler beklenebilir?
- Nami: Maalesef bir gelişme olacağına dair herhangi bir ümit besleyemiyorum. “Üçlü görüşme, beşli görüşme olacak” şeklindeki açıklamalar da fazla anlamlı değil. Biz Crans Montana’da uluslararası Kıbrıs Konferansı’nı gerçekleştirdik. Tüm garantör ülkeler oradaydı, AB gözlemci olarak oradaydı. “Yakınlaşmalar masada mı, değil mi” tartışması yoktu. Guterres Çerçevesi’ni açıkta kalan konuları halletmek için masanın etrafındaki bütün taraflar kabul etmişti. Öyle bir olgunluk noktasında bile sonuca gidemedik. O yüzden “üçlü görüşme oluyor, beşli görüşme oluyor” diye sevinmek, ümit beslemek anlamsız.
"Yapılması gereken sonuç odaklı ifadesini açmak ve müzakere sürecini mutlaka statükoya son verecek şekilde kurgulamaktır.”
Sonuç odaklı nedir, sonuç nedir?
“Sonuç odaklı müzakere süreci olması gerekir” deniyor. Herkesin bu ifadeden ne anladığını net bir şekilde anlatması lazım. Bununla ilgili bir fikir karmaşası var. Ben buna anlam veremiyorum, tarif edilmesi en kolay konunun bu olması gerekiyor. Sonuç odaklı nedir, sonuç nedir? Bence sonuç statükonun bitmesidir. Ya federal çözüm ya da iki devletli çözümle statüko bitmeli. Ben bir Kıbrıslı Türk olarak en çok statükodan rahatsızım çünkü bu statüko Kıbrıs Türk toplumunu yok oluşa sürüklüyor. Uzun bir zaman federal çözüm için çalıştık, bitme noktasına da getirdik. Artık Rumların karar vermesi lazım, istiyorlar mı, istemiyorlar mı? İstemiyorlarsa Kıbrıslı Türkleri rehin tutma hakları yok. Yapılması gereken sonuç odaklı ifadesini açmak ve müzakere sürecini mutlaka statükoya son verecek şekilde kurgulamak. Yapmamız gereken statükoyu bitirmekse, o zaman referans kavramların çalışmasını nasıl kurgulamak gerekir? Bu çalışmayı bir içerik tartışması değil, süreç kurgulama çalışması yapmak lazım. Eğer referans kavramları çalışmasında içerik pazarlığına girerseniz geçmiş müzakere sürecinin bir benzeri olur, sonuç da aynı olur, başarılı netice alamazsınız. Bu süre zarfında “siyasi eşitlik ne demektir”, “dönüşümlü başkanlık olabilir mi”, “garantiler devam etmeli mi” gibi konulara girmek son derece yanlıştır, o esas müzakeredir. Sonuç odaklı yani statükoyu değiştireceği kesin bir süreç olmadan bu pazarlıkların netice vermesi imkansızdır. Çünkü taraflar mutlaka bir sonuç çıkacağını görmüyorlarsa ellerini açmayacaklardır. Bence Sayın Lute konuya yanlış yaklaşıyor. Bunun altında da bilgi eksikliği yatıyor, Kıbrıs konusunu bilmiyor. Lute olayı maalesef yanlış bir noktaya sürükledi. Liderler de ona uyum sağladı. Buna “dur” demek gerektiğini düşünüyorum. Eğer müzakereler yeniden başlayacaksa, referans kavramları içerik egzersizinden çıkarılmalı ve “süreç sonuç alıcı şekilde nasıl kurgulanabilir” şeklinde bir egzersiz olmalı.
Rum tarafı mutlaka bundan kaçmak isteyecektir. Onun için BM’nin bu konuda Türk tarafına yardımcı olması lazım. Müzakere süreci kaldığı yerden devam eder. Bugüne kadar sağlanan bütün yakınlaşmalara herkes saygı duyar. Açıkta kalan konuları Guterres Çerçevesi’nin öngördüğü şekilde çözmeyi, bunu bir zaman diliminde bitirmeyi herkes kabul eder. Bittiğinde hâlâ açıkta kalan birkaç konu varsa, BM hakemliği gibi tıkanıklığın aşılmasını sağlayan mekanizmalar tetiklenir ve o sayede yeni kapsamlı çözüm planı ortaya çıkar. Referandumda Rum tarafına “federal çözüm mü iki devletli çözüm mü” diye sorulur. Biz öyle bir referandumda “evet” irademizle orada olacağız. Böyle bir süreci kurgulamadığımız sürece istediğimiz toplantıları yapalım, maalesef Rum tarafında statükonun cazibesi o kadar büyük ki, halk bizimle bir ortaklığın getireceği bilinmezliğe yelken açmak yerine daima statükoyu tercih edecek.
Anlattığım bu kurgu Rum liderliğinin kesinlikle rahat bir şekilde kabul edebileceği bir kurgu değil. Ama uluslararası aktörleri yanımıza alabilirsek, uluslararası baskılarla o noktaya gelmelerini sağlayabiliriz. Bu noktada mevcut hükümete eleştiri getiriyorum.
“Hükümet, Birleşmiş Milletler parametrelerine saygı duymadan, federal çözüm bitti, yegane yol Avrupa Birliği çatısı altında iki devlet yaklaşımıyla olmayacak duaya amin diyor.”
“Hükümet istedi diye dünya buna uymaz”
Mevcut hükümet maalesef masadaki hiçbir yakınlaşmaya, BM parametrelerine saygı duymayacağını, federal çözüm bulma çalışmalarının artık bittiğini, yegâne yolun AB çatısı altında iki devlet olduğunu söylüyor. Bu olmayacak duaya amin demektir. Çünkü biz istediğimiz için dünyadaki ülkeler buna uymak zorunda değil. Bu geçmişte denendi. 83’te KKTC’yi ilan ettik, kimse tanımadı, 98’de konfederasyon önerisini yaptık, kimse kaale almadı, bir yıl bile arkasında duramadık, yakınlaşma görüşmeleri için tekrar masaya oturmak zorunda kaldık. Bunu tekrar ortaya atmanın mantığı yok. Biri size çıkmaz yolları gösteriyorsa anlayın ki statükonun devamından büyük çıkarları vardır.
“Dememiz gereken, biz müzakerelere kaldığı yerden devam etmeye hazırız ancak bu süreci bitirip referanduma gittiğimizde Rumların bizi rehin tutmasına izin veremeyiz. Rumlar seçmek zorunda kalacak, federal çözüm mü iki devletli çözüm mü?”
Bizim yapmamız gereken, Türk tarafının tek sesle, az önce bahsettiğim kurguyu talep etmektir. Cumhurbaşkanlığı’nın, hükümetin ve TC hükümetinin bütün dünyaya tek bir mesaj vermesi lazım, o da “biz müzakerelere kaldığı yerden devam etmeye hazırız ancak bu süreci bitirip referanduma gittiğimizde Rumların bizi rehin tutmasına izin veremeyiz. Rumlar seçmek zorunda kalacak, federal çözüm mü iki devletli çözüm mü? Bu kurguyu getirin hemen başlayalım, 3-4 ay içinde bitirelim, referanduma gidelim”... Böyle güçlü tek bir mesaj verilirse o zaman uluslararası aktörleri yanımıza alıp Rum tarafının üzerinde bir baskı kurabiliriz.
Maraş- “Dakika bir gol bir”
- Soru: Maraş konusunda hükümet bazı adımlar atıyor ve “ezber bozan bir politika uyguluyoruz” deniyor. Dışişleri Bakanı Maraş konusunda BM’nin muhatabı olmadığını söylüyor. BM Maraş konusunda gayrı resmi bir toplantı yaptı ve geçmiş kararlarını hatırlattı. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Nami: Maalesef dakika 1, gol 1 oldu. Türk tarafı bu konuda BM Güvenlik Konseyi’nin durup durduğu yerde Maraş konusunda bu kadar zamandan sonra karar almasını tetikledi. Bu kadar büyük bir basiretsizlik, iş bilmezlik olamaz. Yıllarca Maraş konusunda baskı yapılmasını yürüttüğümüz doğru diplomasilerle engellemişiz, bütün yükü Rum tarafının üzerine yıkmışız. Buna rağmen göreve gelmelerinden kısa bir süre sonra becerdiler ve Güvenlik Konseyi’nden aleyhimize karar çıkarttılar.
Maraş kapalı kalmasını arzu etmediğimiz bir yer. Ancak toprak düzenlemesi kapsamlı çözüm başlıklarının altındaki ana konulardan biridir. Yani kapsamlı çözüm olmadan Türk tarafının Rum tarafına toprak vermesi imkansız. BM’nin kararında “BM idaresi altında eski sahiplerine iadesinin sağlanması” diye var. Orayı BM idaresi altında eski sahiplerine iade etmek ne anlama gelir? Bunu BM ile oturup çalışmak lazım. Uluslararası hukuka uygun şekilde açmak ancak bu şekilde olur. BM Güvenlik Konseyi kararını ihlal ederek “uluslararası hukuka göre açacağım” demek kadar absürt bir şey olamaz. Ama şimdi halka bu anlatılıyor.
Maraş’ta çok büyük yatırımlar gerekiyor. Mal iadesi yapsanız bile kullanım kaybı vb. başka büyük tazminatların ödenmesi gerekecek. Annan Planı’nda o bölge Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’ne bırakılıyordu ve Kıbrıs Rum tarafında kalacak topraklardaki mülklerle ilgili her türlü tazminat talebi Kıbrıs Rum Devleti’ne kalacaktı. Öyle bir mekanizma olmadan yaptığınızda “tazminatlar nasıl ödenecek” sorusunu sormanız lazım. Büyük uluslararası şirketlerin yatırımını oraya çekmeden bunu finanse etmemiz mümkün değil. “Türkiye tazminatların altından kalkar” deniyor ama o da doğru değil. Taşınmaz Mal Komisyonu’nun finansmanıyla ilgili ne büyük aksaklıklar yaşadık. Peki tazminatları ödersek burayı kapsamlı çözüm altında toprak düzenlemesine dahil edebilir miyiz? Edemezsek kapsamlı çözüm olur mu? Bu boyutları hiç ele almadan, hükümetten gelen açıklamalar gayrı ciddi açıklamalar ve insana üzüntü veriyor. Hükümete gelmek, bazı makamlara ulaşmak için popülizm yapıldığını, yalanlar söylendiğini, entrikalar çevrildiğini görüyoruz. Maraş uluslararası aktörleri de ilgilendiren bir konu. Nitekim hemen aleyhimize Güvenlik Konseyi kararı tetiklenmiş oldu. Böyle büyük sorumsuzluk devlet adamlığıyla bağdaşmaz. Umarım bu yanlıştan kısa sürede dönülür.