“Ben artık “Euro'ya neden geçemeyiz”i değil, “Euro'ya geçmek için ne yapabiliriz”i dinlemek istiyorum. Ben, aynı işi yaptığım biriyle, sırf ondan 2 kilometre daha kuzeyde doğdum diye daha düşük standartlarda değil, eşit standartlarda alım gücüm, yaşam standardım olsun istiyorum. Ve tüm bunları memleketimden göç etmeden yapmak istiyorum. Ben dediğim şahsım değil, Kıbrıslı Türkler bunu istiyor ve en önemlisi de hak ediyor. Gerçekten çok yorulduk artık.”
Çağkan Kabataş
(17.11.21 tarihli sosyal medya paylaşımı)
Yazıya giriş cümlelerini kafamda tasarlarken yukarıdaki satırlar aklıma geldi. Hemen sevgili Çağkan’ın hesabını ziyaret ettim ve paylaşımını arakladım, hakkını helal etsin..
TL’nin ani değer kaybı esnasında yaşadığımız sinir harbi doruk noktasındayken sosyal medyada da doğal olarak çok sayıda paylaşım yapılmaktaydı.
Sitem edenler, işi dalgaya vuranlar (ki bu bir nevi savunma mekanizmasıdır), felaketi kendi penceresinden tasvir etmeye veya çözüm önerisi sunmaya çalışanlar...
O kadar ileti arasında benim aklımda kalanın bu satırlar olması boşuna olmasa gerek. Zira bu cümleler her şeyi berraklıkla özetliyor, halkın, bilhassa gençlerin duygularına doğrudan doğruya tercüman oluyor.
Bu satırları yazan Çağkan Kabataş kim?
Kuşakların kategorize edilmesine her zaman şüpheyle yaklaştım ama bu yazıda bir istisna yapayım; Çağkan benim de mensubu olduğum “Y kuşağının” son birkaç yılında doğmuş. Benim doğum tarihimden bakıldığında onun konumu “Z kuşağıyla” benim aramda bir köprü oluşturuyor. Ondan birkaç sene sonra doğanlar artık “Z kuşağından” sayılıyor, yani Çağkan biraz Y’den biraz da Z’den diyebiliriz...
Dizayn ve Görsel İletişim alanında eğitim almış, şu anda abisi Uluç Çağrı Kabataş ile birlikte kendi ajansları UCHK çatısı altında iletişim sektöründeler.
Çağkan bu özellikleriyle iyi eğitimli, teknolojik yeniliklere hakim, vizyonu dünyaya açık gençleri temsil ediyor. Ülkeden göç etme konusunda oldukça yüksek riskli bir grup bu.
Fakat göç riski elbette bir tek lisans ve üstü eğitime sahip gençler için geçerli değil. Sosyo-ekonomik düzeyi ne olursa olsun şu anda bütün gençler göç yollarını gözler durumdalar.
Konu salt yurtdışında iş bulmakla sınırlı değil. Kıbrıslı Türk gençler adanın güney yarısı için de potansiyel ucuz işgücü konumundalar. TL’nin değer kaybı sürdükçe her gün daha fazla genç eğitiminden bağımsız olarak güneyde en alttaki, kalifiye olmayı gerektirmeyen işlerde çalışmaya razı duruma geliyor. Öncelikli hedefleri doğal olarak Euro cinsinden maaş alabilmek oluyor.
Şimdi buraya kadar anlattıklarım TL kullanımında ısrar etmenin genç kuşaklar açısından direkt ve kısa vadeli sonuçlarını biraz daha görünür kılma kaygısıyla kaleme alındı.
Bunlar herkesin gördüğü, herkesin bildiği şeyler. Ve yine herkes KKTC’nin para biriminin TL olarak kalması durumunda gençlerin göç sorununun derinleşeceğinin de farkında..
Tabi ki sorun bir tek bu değil. KKTC’de iyi veya kötü hayatını kurmayı başarmış daha önceki kuşaklara mensup insanlar bile böyle giderse göç etmeyi ciddi bir alternatif olarak değerlendirmeye başlayacak.
Şu anda yurttaşlar artan pahalılık karşısında çaresiz. Döviz cinsinden borcu olanların yaşadıkları sıkıntılar bir yana, insanların büyük çoğunluğu alım güçlerindeki korkunç düşüşle yüzleşmiş durumda.
Geçinemiyoruz...Marketten çıkarken fişimizi en az 3 defa kontrol ediyor, yine de işin içinden çıkamıyoruz. Kredi kartı borçlarının asgari tutarını ödeyerek durumu idare etmeye çalışıyor, gelir/gider dengemizi artık hiçbir biçimde yönetemiyoruz...
Şu bir gerçek; Türkiye Cumhuriyeti ile olan bağımlılığa dayalı ilişkimiz bizi en çok TL’nin değer kaybı krizlerinde vuruyor. Veya daha doğrusu, bu bağımlılığın zararları böyle kriz dönemlerinden geçerken iyice görünür oluyor.
Ekonomide sürekli tartışılan yapısal dönüşümler Türkiye’den kaynaklı krizler karşısında anlamını büyük oranda yitiriyor. Öncelik ister istemez TL’nin değer kaybıyla birlikte yaşadığımız ve devletin gelirlerinden hane halklarının alım gücüne kadar uzanan kayıplara geçiyor.
Türkiye’nin maliye ve para politikalarına müdahale etme şansımız olmadığı gibi, bunların sonuçlarıyla mücadele edecek enstrümanlarımız da yok veya çok sınırlı. Üstelik ithalata bağımlı ekonomimiz nedeniyle çok daha ağır sonuçlarıyla karşılaşıyor olmamıza rağmen elimizden hiçbir şey gelmiyor.
Elbette ekonomiyi salt para birimi meselesi üzerinden değil, tüm boyutlarıyla birlikte yeniden kurgulamalıyız.
Elbette kayıt dışı ekonomiye karşı mücadele etmenin yollarını bulmalı, vergi adaletini mutlaka sağlamalıyız.
Teşvikleri daha üretken alanlara kaydırmalı, genç girişimcilerin önünü açmalıyız. İşsizlikle mücadele edecek politikaları kurgulamalı, turizm sektöründen yüksek öğrenime, tarımdan, hayvancılığa kadar her alanı ayrıntılı biçimde kapsayan eylem ve kalkınma planlarını hayata geçirmeliyiz.
Devlet bütçesinin %80-85’inin maaş ve maaş nitelikli giderlere ayrıldığı bu sürdürülemez mali yapıdan mutlaka kurtulmalıyız.
Türkiye ile mali ve ekonomik işbirliğinde artık çoktan iflas etmiş protokol düzenini terk etmeliyiz.
Ama bütün bunları planlarken TL kullanımından dolayı yaşadığımız kayıpları görmezden gelemeyiz, keza kim ne derse desin en yakıcı sorunumuz bu...
Ben artık istikrarlı bir para birimini kullanmanın bir seçenek değil, bir zorunluluk olduğunu düşünenlerdenim.
Biz zaten fiilen bir çok sektörde değişim aracı olarak kullanılan istikrarlı para birimi kullanımını, yurttaşların gelirlerini ve çalışanların maaşlarını kapsayacak kadar yaygınlaştırmayı adım adım sağlamak zorundayız..
Böyle bir süreci ilerletmenin teknik zorlukları olabilir. Ancak esas sorun siyasi irade göstermek meselesinde ortaya çıkıyor.
Gerçek şu ki, bu niyet beyan edilir edilmez Türkiye’deki iktidarın hoşnutsuzluğuyla ve engelleme girişimleriyle karşılaşacağız.
Bu siyasi engeli aşmak ise bağımlılıktan kurtulma cesareti göstermekle eşdeğer...
Bu cesareti şu anda hükümette olan UBP’nin asla gösteremeyeceğinde hemfikirsek eğer, başka alternatiflere yönelmenin zamanı gelmiş demektir.
Sevgili Çağkan’ın da yazdığı gibi; gerçekten çok yorulduk çünkü...