Bir ev, ev değildir sadece, bir hayattır.
Aliye Ummanel
O’nun hikâyesi, BEN’im hikâyem, EV’in hikâyesi, tel örgülerin iki yakasında yaşayan BİZİM hikâyelerimizin bir araya getirilip harmanlanmasından ortaya çıkmış, iki toplumlu ilk tiyatro projesi. Rooftop tiyatrosu böyle doğuyor, sonrasında çok daha başarılı oyunlara imza atıyor.
Yıl 2003, kapılar yeni açılmış daha. Birbirimizi henüz tanımıyoruz, belli belirsiz bir çekingenlik, aşırı temkin, içten bir özen hâkim hepimizin cümlelerine. Oldukça dikkatliyiz, karşı tarafı kırmak istemiyoruz, hayalkırıklığından ürküyoruz.
EV’in çeşitli odalarının bizde çağrıştırdığı duyguları arıyoruz birlikte, iç dünyamızda. Bulduğumuz hisleri hiç ayıklamadan ortaya döküyoruz, hepsini karıştırıp yeniden dağıtıyoruz. Paylaşıyoruz acısını tatlısını, yaşanmışlıkların.
Çocukluk sevinçlerimiz, ilk gençlik heyecanlarımız, yediğimiz, içtiğimiz, ne kadar da benzermiş meğer, Yeşilhat’tın güneyinde, kuzeyinde. Şaşıp kalıyoruz üzerine etiket takmadığımız ortak anılarımız karşısında.
Kim Kıbrıslı Türk, hangi gözyaşı Kıbrıslı Rum’a ait, kahkahalarımız hangi dilde atılmış, unutuyoruz oyun sırasında. Rolleri çalıyoruz çoğunlukla birbirimizden, farkına dahi varmıyoruz.
Siyasetten epey uzak, terapiye çok yakın saatler geçiriyoruz. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar birlikte, kendi oyunumuzu yazıyor, farklı EVlerde yaşadığımız benzer anılarımızı paylaşıyoruz seyirci ile. Ortak hikâyemizi yazıyoruz on yıllar sonra, yeniden.
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun yeni oyunu EV ise, çok daha farklı bir açıdan yaklaşıyor EV’e. EV’lerini, hayatlarını, anılarını terk etmek zorunda kalanların öykülerini anlatıyor bize. Aynı mekânın evsahipliği yaptığı farklı hikâyeleri seriyor önümüze ve benzer duyguları.
Korkuyu, acıyı, savaşın ‘beterliğini’ anlatıyor EV ve altını çiziyor: Savaşta kazanan yoktur, ne de kahraman!
EV’in ilk ve ikinci sahiplerinin yeni yaşamlarına tutunma çabalarını dinliyoruz gözyaşlarımız eşliğinde. Bir ‘EV’in önemini, evsiz, yurtsuz kalmanın anlamını, aynı hikâyenin yarattığı farklı dramları gözlemliyoruz, nefessiz kalıyoruz.
Geçmişte yaşayanlar ile, meçhul geleceği bekleyenlerin sıkıştığı şimdiki zamanların boşa harcanmışlığı içimizi acıtıyor.
Aidiyet duygusunu sorgulatıyor illa ki EV ve bize anlatılan hikâyeleri...
Göçten öncesi, sonrası günlük hayatı işlerken, Kıbrıs Sorunu’nun can alıcı noktasına parmak basıyor oyun. Göç bir tarafın acısının başlangıcı iken, öteki tarafın ilacı oluyor. Bir yandan dramatik bir hikâye tamamlanırken, yeni bir öykü başlıyor yeni çizilen sınırın öte yanında. Geride bırakılanı cennetim diye tanımlıyor bir taraf, karşı taraf cehenneminin adını dahi anmak istemiyor.
Belirsizlik korkusu havada asılı duruyor oyun boyunca. Peki şimdi ne olacak, aslında kim haklı? diye sormadan kendini alamıyor insan. Çok bilinmeyenli, az denklemli bir problem bu, yıllardır çözümlenemeyen.
Oyun, içine serpilen espriler sayesinde ağlatırken birden güldürmeye başlatabiliyor rahatça, iki dakika sonrası yeniden gözyaşı...
Kıbrıs Haritası’nın kahve falındaki anlamını çok başarılı bir metafor olarak kaydediyorum zihnime, oyundan çıkarken.
Bilmediğiniz, duymadığınız hiç bir şey yok aslında oyunda. Harika bir anlatım, müthiş bir oyunculuk ile kendinizi bildiğiniz hikâyelerin içerisinde buluyor, kahramanları ile birlikte yaşıyorsunuz. Adanın kuzeyinden gelenlere de farklı bir açıdan bakmaya davet ediliyorsunuz bu arada, usulca.
Kesinlikle izlenmesi gereken bir oyun bence. Mendillerinizi unutmayın, göz makyajından kaçının, fena akıyor!