Bir enosis plebisiti çıktı, görüşmeler durdu.
Bir umutla başlayan Cenevre görüşmeleri Mart 17’nin sonuna gelmişken devam eder mi etmez mi belli değil.
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın ve tabii ki Türk tarafının endişeleri var geçen süreyle ilgili;
Güneydeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri görüşme sürecini olumsuz etkileyecek ve kesintiye uğratabilecekti.
Ona gerek kalmadan 67 yıllık enosis plebisiti görüşmelerin durmasına neden oldu. Zaman geçiyor, taraflar inatlarını bırakmıyor. Zamanla ilgili en büyük endişesi olan Türk tarafının bu aşamada çok daha aktif olması, görüşmelerin yeniden başlaması için daha çok çalışması gerekecektir ama şu an için öyle bir çalışma göremiyoruz.
Rum tarafının temsilciler meclisinde ne yazık ki aldıkları enosis plebisitinin okullarda hatırlanması ve çocukların bilgilendirilmesi yönündeki kararlarının iptal edilmesi bekleniyor.
Şu an için kararın iptal edilmesiyle ilgili bir girişim göremiyoruz ama Kıbrıs Cumhuriyeti’nin en tepesinden başlayarak çeşitli yetkililerin kararla ilgili olumsuz açıklamalarının yapıldığını görüyoruz. Kararın zamansız ve gereksiz olduğunu açıkladılar.
Bu açıklamaların görüşmelerin ilerlemesinin gerekliliğini isteyenler açısından yeterli olması gerekir diye düşünüyorum. Ama öyle olmuyor. Sanki birilerinin telkiniyle de bu fırsat! (sürecin kesintiye uğraması) değerlendirilmeye çalışılıyor.
Bu fırsat!ın nasıl bir fırsat olduğu, neye hizmet ettiği elbette ki tartışılır ancak Türkiye’deki anayasa değişikliği, referandum çalışmaları derken Kıbrıs’taki bir süreçle ilgilenmek çok istenen bir durum değildi.
Daha önce de yazıldığı, çizildiği gibi bir de referandum sürecinde Erdoğan’ın MHP ile (veya Devlet Bahçeli ile dersek daha doğru olur çünkü bu süreçte MHP de ikiye bölündü) yaptığı işbirliği vardı. MHP oylarının Kıbrıs’ta bir barış sürecini, çözümü desteklemeyeceği göz önüne alındığında referandum sonucuna Erdoğan açısından olumsuz yansımaması için Kıbrıs’taki çözüm sürecinin de kesintiye uğraması gerekiyordu!
Buradaki sürecin 16 Nisan öncesi tekrar başlaması çok mümkün değil. Tabii 16 Nisan sonrası durumun ne olacağı da yani referandumda evet-hayır çıkmasına bağlı olarak şekillenmesinin nasıl olacağı da belirli bir durum değil. Erdoğan ‘evet’ çıkması halinde nasıl bir tavır takınır, ‘hayır’ çıkması halinde nasıl bir yol izler çok belli değil.
Nasıl bir yol izleneceğini politika uzmanları da doğru tahmin edemeyebileceklerdir çünkü Erdoğan’ın bir olaydan bir dakika sonra nasıl bir karar vereceği politik açıdan çok tahmin edilebilir bir şey değil.
Esas konuya gelirsek Kıbrıs’ta görüşmelerle ilgili önümüzde nasıl bir yol var diye merak ediyor ve cevap arıyorsak 16 Nisan sonrasını beklemekte fayda var gibi görünüyor.
Ama o günden sonra da ne olacağı o ‘tek adam’ın büyük oranda nasıl bir ruh hali içinde olacağına bağlı.
Akaryakıt pompaları şenleniyor!
Seyrüsefer ücretleri akaryakıt pompaları ve araçlar üzerine konulacak cihazlarla ödenmiş olacak yeni uygulamaya göre… Yani fazla akaryakıt kullanan, seyrüsefer ücretini fazla ödemiş olacak. Bunun mantığı da “yolu fazla kullanan, dolayısıyla yola fazla zarar verenden daha fazla seyrüsefer ücreti toplamak…” İyi de beni birinci düşündüren şey; Yollardan zarar gören arabaların sahipleri için ödenecek tazminat var mı? Yani yola fazla zarar veren araba sahibinden fazla seyrüsefer ücreti alınırken, bu bozuk yollardan dolayı araba dayandıramayan vatandaşa tazminat neden düşünülmedi! İkincisi de işini arabayla yapan, ekmeğini oradan kazanan dağıtımcı gibi, seyyar satıcı gibi, taksiler, toplu taşıma araçları gibi araç sahiplerine ceza mı verilmek isteniyor yoksa onlara ayrı bir uygulama olacak mı! Lüks araba sahipleri ekmeğini arabasıyla kazananlardan daha az seyrüsefer ruhsatı ödediğinde bu uygulama adil bir uygulama olarak adlandırılabilir mi!
Kızdığım şeye bürünüyorum!
Üzgünüm ama trafikte kendimi tanıyamıyorum… Kuralları ihlal ettiğim, sürat yaptığım için değil, trafik kurallarına uymayanları gördükçe sinirden kriz geçirdiğim için… Kırmızı ışıkta geçenlere, tehlikeli sürüş yapanlara, süratle gelip arkadan sürekli ışık yakıp geçmeye çalışanlara, tali yoldan aniden çıkanlara, dönüşlerde hiç işaret verme gereği duymayanlara, vb şeylere karşı öylesine tepkiliyim ki klaksona uzun uzun basmaktan çekinmiyorum, geceyse farları yakıp söndürüyorum, arabanın içinde sanki birileri duyacakmış gibi bağırıp çağırıyorum… Başka bir kültürün trafik dayatmasına karşı koyarken galiba ben de o kültürü alıyorum!
‘Güvenli soru’
Nasıl bir güvenli soruymuş ki bu 1.5 yıl sonra bulunabilmiş. Kamu Hizmeti Komisyonu başkanı 1.5 yıldır bekleyen anestezi teknisyeni sınavını 1.5 yıl bekletirlerken “önemli olanın sınav yapmak olmadığını” belirtti. İyi de KHK böyle bir münhal açmışsa, o anestezi teknisyenlerine ihtiyaç olduğu için açmış değil mi! İhtiyaç olan bir alan 1.5 yıl neden bekletilir anlamak mümkün değil. ‘Güvenli soru’nun biraz daha açıklanmaya ihtiyacı var galiba!..
Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştıramayan okçudan daha başarılı değildir.
Motnagine