Stavrokonnolu “Bobi’nin kızı” Meryem İmam’la röportajımızın devamı şöyle;
“Evlatlarımızı binbir zahmetnan büyüttük...”
SORU: Keçileriniz varken, herhalde hellim da ederdiniz...
MERYEM İMAM: Ya... Evvel ederdik peynir, paska zamanı Rumlar’ın... On tane peynir ederdim, on tane da nor... Bizde çok yağlıydı sütler, hem çok güzeldi... Bir da deli eşeğimiz vardı, binerdik gidelim, dağdaydı mandramız. Giderdik mandraya... Ormanlık, her türlü hayvan varıdı, yilan varıdı... Bir yılan çıksa, bir çalıdan obir çalıya, hop, yerdeydik. Eşek korkardı, bizi savururdu! Oğlum Hasan’ı gebeydim... Kızım Ferdiye da arkamda, kızım Hidayet da önümde. Ferdiye küçüktü, önümde da Hidayet’i tutardım, altı aylık da Hasan’ı gebeydim. Giderdik... Ürkerdi eşeğimiz... Bir alizavricik görse ürkerdi eşeğimiz! Meğer rahmetlik kocam köfünlere çan koyduydu, çanlaycaktı davarı çünkü doğuracakları zamandı...
“Bırakma bizi, bakan bu eşek bizi düşürür, çek bizi da gidelim” dedim kocama.
Çekti bizi bir süre, bir argaci vardı, oraşta, “Hade” dedi, “yüklüdür... Ben çıkayım buraştan kestirmeden...”
“Düşürecek bizi olan!”
Dinlemedi beni, kaçtı bıraktı bizi kızım... E ben ya önüme bakacam, eşeğin kulakları aha öyle, bir alizavri çıkarsa düşürecek bizi! Ya akraya bakacam, Ferdiye da küçücük... Vallahi kızım vurdu bizi eşek yere! Madem sallandı o çanlar, döndü eşek!
Kocam çanlayacaktı hayvanları ki doğuracaklar. Çünkü orman varıdı ya, o çanı koymazsan kendine, bulamazdın kendini... Da kalırsaydı gece, tilki enerdi da yerdi... Çan olduğunda duyardın da bulurdun...
Köfünlerde onun için çan vardı, hem zil... Eşek bizi savurunca ben şişe gibi oturdum, ağlarım, kalkamam yerimden, çocuklar ağlar, eşek da sallandık sonra o çanlar döner döner, her bir çan, bir yere atıldı! Ne yemek kaldı, ne testi, kırıldı...
Vardı kardeşi evlatları da beraber, dedi kocam “Eşker be oracığa tepeciğe da galiba bu domuz eşek düşürdü kendilerini da gelmezler...”
Gelir öyle tepeciğe, duyar çığlıklarımızı ki ağlarık... Geldi, “Düşürttü sizi yenge?”
“Düşürttü! Ölüyoruk buraşta!”
Te toplasın o çanları, her biri bir tarafta... Eşek koştu koştu, savurttu kendilerini!
Neler çektik... Ne yemek kaldı, ne su kaldı... Gittik çanladık, ama ne... Döndük geldik, berikat versin düşürtmediydik çocuğu...
Bir keresinde panayıra gittiydi Ali dayın, çok yağmur yağdığı için Fasula’da çayırlar bu kadar idi... Çayırları görünca Ali dayın, “Alacam davarı da gideyim Fasula’ya” dedi. “Çayırlar çok güzel oldu orada...”
Bizi da aldı, gittik Fasula’ya... Öyle kış da, çakar gürüler, yağmurlar, seller... Ben da hamile, gecenin birinde tutarsa beni sancı, nere gideceyik? Doktor yok, ebe yok...
Ne zaman yanaştı günlerim, “Ben gidecem köye doğurayım da, senin madem anan buraştadır, bir da çocuk vardır beraber, Sedatçık, kal...Te ayaklanayım da geleyim....”
Geldim vallahi kızım, üç gün sonra doğurdum Hidayet’i... Ali dayın yolladı Sedatçığı, “Git be bakayım doğurduysa yengen, hem ikan, soyun da gel” diye... Geldi Sedatçık... Sonra gitti Ali dayına, “Gene kız etti” dedi. E maraz etti adam!
Napacayık? Madem doğurdu gelemez diyerek topladı Ali dayın davarı, geldi geri köye... Çayır çıkmadıydı bizim köyde... Hayvanlar o gün hiç oturtmadı kendini, alıştı ya çayıra, illa gidecekler oraya, Fasula’ya...
Geldi bana “Sabahtan göyverecem bu hayvanları gitsinler, bütün gün oturtmadılar bizi, çayır yok bunda da karnıları doymaz. Gidelim, Sedat da gelsin benimnan, 5-10 günlük olduğuynan gelirik da getiririk seni da Fasula’ya” dedi.
15 günlük tam, lohusa, geldi aldı bizi, gittik Fasula’ya... Ablamın varıdı bir evciği öyle aşağıda... Depremden yıkıldıydı Fasula’da evler da geçirttiydiler o yannı ama biz eski bölümünde kalırdık ki yıkıldı... Çobanıdık ya, ablamın evcik da kerpiç idi da yıkılmadıydı da kalırdık onun içinde. Yatırdık onun içinde, mandra da dağda. Kaynanam bir koca eşek verdiydi bize, daha eşek almadıydık, alamadıydık. Verdi bize götürelim da binelim da gidelim mandraya. 15 günlük idi Hidayet, bindik eşeğe, aldım Ferdiye’yi arkama, Hidayet böyle beleli, evvel elciklerini da korduk da belerdik, takkecik da geydirirdik. Aldık yolu, gelinca dağa, eşek yaşlı, kapanır eşek, çocuk kaçtı kucağımdan! Eşek kapaklanınca yere, çocuk düştü kucağımdan, beleli, bir yamaç... Cirilene cirilene endi argaciye çocuk! “Öldü” dedim... “O kadar yamacı cirilensin, mutlaka öldü!”
O biri da ağlar oraşta... Enerim ağır ağır... Hiç, korkusundan da sindi, ağlamaz! Galiba o korkudan kapadı da gözlerini, hep çalı etraf! Takke da geyerdi, elcikleri da belekte... Enerik bakarık argacinin içinde, alırık gendini, aldığımınan kendini kucağıma, açtı gözlerini! Başladı o vakıt ağlasın!
“Aman Allahım” dedim, “şükürler olsun!”
O çalılar yumuşağıdı, cirilenirdi, cirilenirdi çocuk, birceez taşa da rastlamadı bereket. Aldım kendini ağlayarak, gittim, gelir Ali dayın, ağnadırım kendine, eşek kaldırmaz bizi çıkarsın yukarı... Dağ!
Anam da çobanıdı, o da kalırdı daha o yanda... Evvel yoğudu kutu sütü veresin çocuğa, kutu sütü olsa bırakacaktım çocuğu anama, anam kutu sütü vereceğdi bebeğe...
Anam “Bırak bana kızım kendini da git” dedi. “Belki etiştirin...”
Nere etiştirecem? Neysa eşeği çekiştirerek aldım gittim mandraya... Bakarım henüz da sağdık hayvanları, bakarım anamın kucağında çocuk, geldi mandraya!
“Deli ediyor beni!” der anam! “Emzir çabuk çocuğu!”
“Ben demedim sana? Çocuk o kadar saat hiç bekler geleyim da emzireyim?” dedim anama...
Gayrı her gün vallahi kucağımda çocuk, çekerdim eşeği, çıkardım dağa, mandıraya... Ne zorluklarınan besledik çocuklarımızı... Çok bekledim çocuklarımı, besledim, hiçbir kazaya uğratmadım...
Ferdiye ilk kızım, Hidayet ikinci, Hasan üçüncü çocuğum, İsmet dördüncü, Serpil beşinci...
Şimdi çok kolaydır çocuk beslemek... Her şey hazır...
Kış gününde kalkardım ve düşünürdüm, nereden başlayayım derdim acaba da yetiştireyim mandıra vaktına kadar. Çamaşırı mı yıkayım daha evvel? Ekmeği da kendimiz yapardık, her hafta bir fırın ekmek... Odunları da gidecen, bulan da getiren da yakan fırını... Öyle çektik kızım... Eskiden kışlar, yağmurlar, soğuklar başkaydı... İsmet ile Hasan’ın araları tam bir yaştır... Ekiz gibinidi onlar...
Anam da büyük zorluklar yaşadıydı, aynen bizim gibi...
Niçin da den kızım, Bladanisya’daydık Babam Bladanisya’ya geldiydi, işlemeye. Anam da ufak gardaşımı, İbrahım’ı hamileydi. Kışıdı da, Şubat’ın içinde... Eskiden kışlar bilin, gürülerdi da yerler sallanır. E şimdi madem hamiledidir da, eşeği afeden bağlı tutacan oraşta. Salar eşeği babam! Evvel tomofil yoğudu, eşeklerinan giderdik. Bağla eşeği bari oraşta. Eşek, salma eşek, kaçtı!
Anam dedi “Olan! Sancılanırım!” Ben, hem kızkardeşim Pervin da mandırada.
Anam dedi, “Sancılanırım, gak bul eşeği!”
Eşek salma, kimbilir nere gitti!
Babam ora bakar eşek yok, bura bakar eşek yok, te gelsin babam da desin bulamadım eşeği, anam dedi, gel da doğuruyorum!
“Gel” dedi “da düşüyor çocuk!”
“Getir galburu da go ki düşsün çocuk içine!”
Anamın yedinci çocuğuydu ama epeyi seneden sonra ettiydi, 40 yaşından sonra... Oralarda...
Goduk galburu.
“Dök azacık yağ da yağla bana altımı kolay doğurayım...” dedi babama. Bana da “Sen da gel otur arkamdan da bastır karnımı, eş düşsün... Geç arkadan, çocuk düştüynan bastır karnımı ki eş da düşsün...” dedi bana.
15 yaşındayım ben şimdi, dedik “Tamam...”
Babam da başladı anamın karnına yağ koysun!
“Garnıma değil, altıma!” der anam!
Babam bakınır!
Bir sıkıldı anam, ikincide çocuk düştü... Çıktı çocuk ama ebe yok göbeğini kessin çocuğun. Napacayık, geceyarısı da... Öyle daha uzakta bir mandra varıdı gomuşu... Da galırdı onda da iki tane çocuk. Çağırdı çocuklara – biri benim gardaşımıdı ve galırdı o çobanıla. Buraşta komuşudur şimdi o çoban.
“Bee Seyfi, bee Halil!” seslendiler.
“Gidin köye söyleyin, iki tane kadın vardır ki anlar göbeğini kessin çocuğun, hem ongartsın, - Şerif idi adı bu kadının – Şerif ablalarınıza gidin da söyleyin İsmet ablanız doğurdu diye...” dedi.
Gitti çocuklar, soğuk, yağmur, gittiler.
Şerif abalar dediler “Yoook, biz gorkarık şimdi bu havada nere gideceyik?” Yayan da, epeyi da uzak... “Gitmeyik” dediler.
“E yahu ölecek çocuk, galdı kış günü...”
“Gidemeyik” dediler.
Gelir çocuklar, “Gittik da gelmezler...”
Yaktık gendine ateş, donmasın... Ağladı ağladı çocuk, sindi... Galdı sabaha kadar çocuk galburun üstünde, bakarık sabahtan iki tane kadın yaşmaklı, geldiler çocuğu ongarsınlar.
“E olan! Akşamdan ne gelmediniz, bu çocuk mosmor oldu...”
“E napalım gorkardık gelelim bu dağların içine...”
Duttular çocuğun göbeğini kestiler, evvel ikarlardı da çocukları, ikadılar, ongardılar. Mersin hazırladılar, mersinlediler, tuz da... Evvelden tuzlarlardı da çocukları, her yerine, gözlerine bile tuz gorlardı eskiden!
Gaçtılar, gittiler.
E çocuğun dilinin altının da kesilmesi lazımmış... Eskiden yeni doğan çocukların dilinin altındaki bir parçacığı keserlerdi, güya dilsiz olmasın, gonuşabilsin diye. Onu da başkası bilir... Şimdi yoktur öyle şey...
Gızgardaşım da Pervin, rahmetlik, 10 yaşında birşeydi. Çocuğu verdiler kucağına, gitsinmiş köye, götürsün filana da kessin dilinin altını. Aldı Pervin da beleli çocuğu, götürdü, kestiler, geldi, çocuğu yatırttılar.
Süt da bir goca gazan dolu, ben hiç etmedim, bilmezdim nasıl ederlerdi hellim, peynir, anam ederdi hep bunları, ben giderdim babamla davara. Kim edecek o südü, anam doğurdu...
Evel ederdik bir ay peynir, Rumlar paskada alırlar da pilavuna ederlerdi o peynirinan. Ondan sonra hellim.
Peynir zamanıydı o zaman, peynir da zordur. Ustalık ister. Dolduracan kalıpları, bir taneyi sıkacan, sıkacan, obirini da koyacan üstüne, sık da sık, sık da sık... Edecen kendini bu kadar peynir.
Babam dedi “Galacak Meyrem da tarif eden kendine sen oraşta yatırkan da etsin peynir. Kim edecek peyniri? Kim var da edecek?”
Babam ufak gızgardaşım Pervin’i aldı, davara gitti...
Hade! Anam dedi, “Hade Meyrem, sıva gollarını da iş düştü sana” dedi.
O tarif etti, ben yaptım, o tarif etti, ben yaptım...
Guvvatlıydık, genç, ettik on dane peynir.
Sekiz dane da nor yaptık...
Geldi babam rahmetlik, “E naptı Meyrem?”
“E Meyrem maşallah benden eyi peynir sıktı olan, guvvatlıdır” dedi.
Bir kere daha anam gazana girmedi! “Hade Meyrem!” iş bize düştü...
Sana komik bir hikaye annadayım da gülesin. Babam hep verirdi parayı anama, saklasın. Anam da hiç bilmezdi parayı nasıl saklasın! Bir küp içerden içeriye bulgur dolu, bari goy bir maşrappaya parayı, kapa ağzını da sok bulgurun içine. Salma atar parayı küpün içine! Küpün ağzına da gordu bir testi, testinin altı da delik! Ener sıçanlar testiye, testiden ener bulgura, o veranlar yemez bulguru da gaymeleri yedi! Hep yediler!
Gelir bir gün tahsildar, vergi toplaycak! Geldi tahsildar gaveye, gördü babam, geldi eve, “Olan tahsildar geldi, getir biraz para, gidelim vergileri ödeylim” dedi anama. Girer anam, para getirecek, alır testiyi, sokar elini küpe, sıçanlar dutar gollarını! Bakar ne baksın, bir gayme bütün bırakmadı sıçanlar! Amman Allahım! Babam da öyle sert bir adamıdı, yürürkan düşse, “Sen düşürdün beni” der, döverdi anamı! O gadar sertidi yani! Yanında hiç gülemezdik babamın, gülünçlü bir şey söyleyceysaydık, gaçardık o yannı da gülerdik. “Gene noldu da maymun gibi gülersiniz?” derdi. Gülmesinden çok dayak yedi anacığım... Bir çıngı gülse, vurduynan ağzına... O da gülerdi yani!
Babam bağırır dışardan “Hade olan! Nerde galdın?”
“Sıçanlar yedi paraları!”
“Nere goduydun?”
“Küpe!”
Vur vur gendine babam, ne dayaklar... Sabah olurdu, akşam olurdu yerdi anam o dayakları, ne mahanalardan hem!
Gitti gaveye babam, “Bizim eşek garı yedirdi paraları sıçanlara” dedi.
Varıdı bir adam, zengin, faiza para verirdi... Akrabasıydı hem.
“Dövmesen gendini, aldandı gadın...”
“Götür” dediler kendine “Kasaba’ya da banka bozar onları, numaraları hala görünürsa kenarında...”
Bindirdi anamı ertesi günü eşeğe, aldılar yolu Kasaba’nın, bir eşeğe, bir anama... Döverek götürdü kendini Kasaba’ya, değiştiler o paraları, birez sağlam olanları... Değiştiler kendilerine...
Çok çekti anam, her gün dayak... Rahmetlik anacığım da çok yavaş gadınıdı... Evden çıktıynan babam, ederdi edeceğini, gaçtıynan, anam alırdı bir deblek da bize “Hade oynayın da deli gaçtı!” derdi. Bize da moral verirdi, çok cahilidi anam ama öyle ileri bir görüşü varıdı, olduğu gibi gabul ederdi seni... “Gorkmayın, ben alıştım gendini” derdi bize. “Şimdi gelecek, sanki da o değil” derdi...