Hayatının hikayesine kaç puan verirsin diye sorsalar her şeye rağmen geçer bir puan verirdim herhalde. Verimlilik, mutluluk, hayalleri gerçekleştirme açısından. O ‘her şeye rağmen’in içine savaşlar, düş kırıklıkları, savruluşlar, kalp acıları sığdırsam da. Peki ya bundan sonrası? Her kavgadan güçlü çıkıldığı doğruysa daha iyi olma potansiyeli mevcut. Ben galiba henüz son kavgadan çıkmış değilim. Zorlukla yazıyorum bu yazıyı. Kronik uykusuzluktan kafam dumanlı halde ve tek elle.
Arada durup bakmak gerek belki de geride bıraktıklarımıza. Neler biriktirmişiz bunca zaman içinde. Ne badireler atlatıp ne biçim yanlışlar yapmışız. Sonuçta her şey insan olmaya dair.
“Özgürlük zorunluğun aşılmasıdır’ der Engels. Bir özgürlük tutkunu için her türlü kısıtlama zül bu yüzden. Her koşulda yapılabilecek bir şey bulunur ama. Durumu kabullenmek ona yenik düşmek değildir. Türkiye Hapishaneleri’nde Edebiyat diye bir ders yapmıştım. Şairlerin, yazarların hapishane anıları, mektuplarını filan okumuştum dersi hazırlarken. Foucault’nun heterotopya tanımını kullandığı, yerler hapishaneler. Paralel mekanlar bunlar. Rahatsız edici, çelişkili ve dönüştürücüler. Dünyalar içinde dünyalar, dışardakini yansıtan ama bozan mekanlar. Hapishane, hastane, okul binalarını birbirine benzetir Foucault. Devletin renklerini taşır hepsi.
Her türlü kısıtlama ve baskıya rağmen yapılabilecekler vardır oralarda da. Nazım Hikmet’in hapishaneyi bir eğitim mekanına, üniversiteye çevirmesi, her gün düzenli yapılan dersler örneğin. Zorunluğu aşıp özgürleşme girişimleri bunların hepsi.
Kendimi oldukça kısıtlanmış hissettiğim bu dönem ev içinde olmakla ilgili değil. Ağrı ve uykusuzluğun hayali mekânı söz ettiğim. Durumsal bir mekân yani. Geçici bir mekân en azından. İnsan bir gerçeklikten diğerine geçerken bocalıyor ne yazık. Hayat neler öğretmiyor ki.
Her Cumartesi bir yazı yazma pratiğini bırakmak istemedim beni zorlasa da. Bırakmak yenik düşmek olurdu çünkü.
Kendini meşgul tutmakta bir ritüeli yerine getirmede terapik bir yan var. Bunun dışındaki seçenek depresyon çünkü.
Bazı mucizevi insanlar vardır. Hayata, koşullara yenik düşmezler. Bir hapishane hücresinden bile dışarıya ışık saçarlar. Her türlü zulüm ve kötülük hedeflendiği kadar dokunamaz onlara. Böylesi insanlardır benim kahramanlarım. Kahraman derken zaafları da olan gerçek insanlardan söz ediyorum. Kendinden bir kahraman yaratmaya çalışan insanlar vardır ve bir türlü olmaz bu. Birisinden bir kahraman yaratmak da bir süre tutar ancak.
Sahici insanlara öyle çok ihtiyacımız var ki bu hakikat sonrası çağda. Zaman sahtelikleri ortaya çıkarır mı peki? Her zaman değil ne yazık ki. İnsanların bazı idollere ihtiyacı var çünkü. Gerçek olanın geriye doğru itildiği bir dönemde yaşıyoruz ne yazık ki. Göz boyama, sahteyi yutturma günümüzün en yaygın pratiklerinden.
Oldukça sahte bir kendimiz varsa karnemiz ve diplomamız da sahtedir. Bir maskenin ardında sahip olabileceğimiz mutluluk değil güçtür yalnızca. Dünyanın çeşitli hazlarına ulaştırabilir bu bizi ama gerçek biri olmanın huzurunu sağlayamaz yine de.
Geriye baktığımızda gördüğümüz bir maskeli balo mu yoksa hatasıyla sevabıyla yürüdüğümüz dürüst bir yol mu? Önemli olan bu. Başkasına hava atsak da kendimiz biliriz sözde başarılarımızın ne kadar kof olduğunu. Bizi sevenler gerçekte olduğumuz o kişiyi sevmemektedir zaten.
Çok fazlasına sahip olmak mideyi bozar yalnızca, fazlanın içinde görünmez kılar bizi. Başarı obezitesi sağlığa zarari
Zorunlukları ne ölçüde aştık ne denli özgürüz, önemli olan bu.
Bir hapishane hücresindeki gerçek bir insan hızla giden lüks arabada, bir sarayda keyif çatandan daha özgürdür kimi zaman.