Eylülde Lefkoşa…

Lefkoşa, eylülle birlikte daha bir güzel. Arabahmet’in kadim sokakları artık gücünü kaybetmiş güneşin son bir gayret kavurma çabasını ciddiye almıyor. Kuşlar, sokak köpecikleri, miskin kediler, oradan oraya koşturan yumurcaklar, çiçekler ve merakl

Lefkoşa, eylülle birlikte daha bir güzel. Arabahmet’in kadim sokakları artık gücünü kaybetmiş güneşin son bir gayret kavurma çabasını ciddiye almıyor.

Kuşlar, sokak köpecikleri, miskin kediler, oradan oraya koşturan yumurcaklar, çiçekler ve meraklı turistlerle birlikte Beşir Bey ve maiyetindekilerle sürekli burun buruna gelmeme rağmen Lefkoşa sokaklarında yaz sonunun tadını çıkartıyorum.

Devlet erkânının bir türlü vazgeçemediği “tuhaf Türk geleneklerinin” en önemlisi kalabalık bir maiyetle dolanmaktır.

Devlet büyükleri, arkalarına takılan güruh ne kadar büyükse kendilerini o kadar “devlet büyüğü” hissediyor olmalılar ki, makamın derecesine bağlı olarak büyüyüp küçülen bir kalabalıkla dolaşıp duruyorlar.

Anlamadığım şey, bu güzel yaz sonunda Lefkoşa sokaklarında tek başına değilse bile yanına birkaç dostunu alıp yürümek varken, Büyükhan’da kahve yudumlayıp huzuru içine çekmek varken, Kâfidir’e veya Rayız Usta’ya uğrayıp kebabını yerken “nedir oğlum durumlar?” diye lafa girmek ve Kıbrıs’ın bu iki çelebisinden hali-ahvali öğrenmek varken o kat-kravat kalabalıkla dolaşmaktan ne anlıyor Beşir Bey?

Bir gelişinde bunu denese o ciddi devletlû duruşa yol açan sıkıcı brifinglerden,  yalan-dolan esnaf ve vatandaş tokalaşmalarından ve resmi temaslardan sıyrılıp Kıbrıslı Türklerin meramını kendi ağızlarından duyma fırsatını bulacak. Ama biliyorum ki Türk dünyasında “devletlû” sayılmanın raconu, halkla aranıza bolca siyah camlı araba, bolca kat-kravat adam, bolca koruma polisi koymayı gerektirir.

“Devletlûların” bu durumdan hoşnut olup olmadıkları umurum değil ama bari bizim tadımızı kaçırmasalar.

Keyifle Büyükhan’ın dibinde buz gibi bir bira yudumlama hayali kurarken pat diye karşıma çıkan “Beşir Bey’in maiyetiyle” burun buruna gelmek, gideceğim güzergâhta yolların “güvenlik nedeniyle” değiştirilmiş olması ve 5 dakikalık yolu yarım saatte katetmek zorunda kalmak gerçekten can sıkıcı.

Hadi ben avaracıyım, ya işinde gücündeki Lefkoşalılar ne yapsın? İnsancıklar işlerine yetişecek, hastası mı var, bekleyeni mi var, telaşı mı var “devletlû” taifesinin umurunda mı? Yollar kesilmiş, güzergâhlar değiştirilmiş, trafik kilitlenmiş, insanlar canlarından bezdirilmiş, güzelim şehir cehenneme çevrilmiş kimin tasası?

Yani insan Türkiye’nin Kıbrıs’a Kıbrıslı Türklerin mutluluğu ve refahı için geldiğini bilmese, Türkiyeli bürokratların bunca gidiş gelişinin sırf Kıbrıs Türk ekonomisinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması amacına yönelik olduğunu bilmese maazallah bir müstemleke valisinin teftişe geldiğini düşünecek!

Hayır biz Ayşe’nin tatile çıkarken de, tatili bunca yıl uzatırken de ne kadar iyi niyetli olduğunu biliyoruz da turistler yanlış anlayacak.

Düşünsenize iki fotoğraf çekip bir kadeh içkisini yudumlayarak Lefkoşa’nın tadını çıkartmaya çalışırken sokaklarda koruma ordusuyla dolaşan bir bürokratı gören turistin aklına neler gelmez?

“Bu bey kim?”, “Neden bir koruma ordusuyla dolaşıyor, yoksa Kıbrıs’ın kuzeyinde can güvenliği yok mu?” diye sormaz mı adam?

Ben Londra sokaklarında bir Japon Bakan’ın maiyetiyle esnaf ziyareti yapıp sokakları ablukaya aldığını hiç zannetmiyorum örneğin. Ha, gerçi bir Japon Bakanın İngiltere’deki siyasi partileri gezip “Hükümetinizin uyguladığı ekonomik paketi desteklemelisiniz” dediğini de zannetmiyorum, o da başka mesele…

Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun bile “Yasa tekliflerini gazetelerden öğreniyorum” sözleriyle eleştirdiği bir hükümetin, uygulamaya soktuğu ekonomik paketin ikna turlarını başka bir devletin bakanına yaptırması bazılarına şaşırtıcı gelmeyebilir tabii…

Kimse laf soktuğumu falan düşünmesin ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sayın bakanının neden KKTC Hükümeti’nin üstlenmesi gereken “ikna turlarını” üstlendiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Hayır koskoca egemen ve bağımsız KKTC’nin hükümeti kendi halkına açıklayamıyor mu bu cânım ekonomik programın nimetlerini?

Beşir Bey iyi niyetli. Gazetelerden okuduğuma göre örneğin CTP’yi ziyaretinde “Bakınız biz bu ekonomik paketin faidelerini Türkiye’de ziyadesiyle gördük, lütfen sorun çıkartmayınız, bu acı ilacın yutturulmasına destek veriniz de siz de şifa bulunuz” demiş.

CTP yöneticileri kibar adamlar tabii… “Halkın taleplerini dikkate almayan programlara destek vermemiz mümkün değildir” diyerek zarif biçimde ifade etmişler görüşlerini.

Kıbrıslı zerafeti böyle bir şey olsa gerek. Yoksa diplomatik nezaketi bir yana bırakıp “Beyefendi elimizi kolumuzu bıraksanız da üretebilsek, ürettiğimizi satabilsek, kendi malımıza sahip çıkıp kendimiz işletebilsek, itiniz uğursuzunuz bu memleketi han kapısı etmese, yaptığınız yardımları nasıl değerlendireceğimize kendimiz karar verebilsek gör bak kendi belimizi nasıl doğrulturuz” derlerdi herhalde değil mi?

Her neyse… Beşir Bey’e tavsiyem, bir dahaki gelişlerinden hiç değilse birinde, kurtulup yanındakilerden Lefkoşa sokaklarının tadını çıkartsın tıpkı benim gibi…

* * *

Bu harikulade kaçamağı Işık Kitabevi’nin “cesaret ana”sı Nahide Hanım’a, sevgili Cenk ve Tümay’a ve tabii Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’ne borçluyum.

Binbir zorluğa göğüs gererek bunca yıldır Işık Kitabevi’ni yaşatan ve üstüne üstlük Kıbrıs’a olağanüstü bir kültür etkinliğini kazandıran Nahide Hanım’la ilk kez tanışma fırsatım oldu. Kıbrıs kültürünün “cesaret ana”sı olduğunun farkında değilmişcesine mütevazı, sempatik ve dost canlısı, müthiş bir kadın. Keşke daha fazla insan onun cesaretine sahip olsa, keşke daha fazla insan çabasına destek verse…

* * *

Merak etmeyin, tek bir gün için geldim ama bir şekilde üç güne yayılan konukluğum “Ayşe’nin bitmek bilmez tatiline” benzemeyecek. Aklımı ve kalbimi bir kez daha Lefkoşa sokaklarında bırakarak efendi efendi dönüyorum İstanbul’a.

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri