Kostas Konstandinu
cosh2006@gmail.com
“Tekrar ediyoruz, Kıbrıs Sorunu bir istila ve işgal sorunudur. İki toplum arasında bir uyuşmazlık sorunu değildir ki sosyal yemeklerle veya kahve içerek çözülebilsin”. Bu sözleri hatırlarsınız. Bunlar DİKOcu sözlerdir. Evet, bu tür sözleri sadece DİKO sarf etmiyor, ama bu söylemlerde başı genellikle o çekiyor. Ancak, Nikolas Papadopulos, oyunu 2023 seçimlerini de dikkate alarak oynamaya başladığından beri son derece dikkatli konuşuyor. Hatta bu söylemleri tamamen unutmuş gibi davranıyor.
Örneğin, geçmişi hatırlayacak olursak, görüşmeler sürerken Anastasiadis’i “istilanın ve işgalin normalleştirilmesine katkı sağlamakla” suçluyor, ciddi ithamlarda bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Anastasiadis çözüm istediğini söylediği zaman kendisine “gittiğin yol memleketin Türkleştirilmesine gider” diyor, hatta BM Genel Kurulundaki konuşması hakkında “uluslararası toplumu ve Kıbrıs halkını aldatma” suçlamalarında bulunuyordu değil mi?
Arşivimde Nikolas Papadopulos’un tutarsızlıklarına dair bulduklarımla kitap yazılır. Hatta birden fazla kitap yazılır. Bugün dünden oldukça farklı davranıyor. Anastasiadis’in Akıncı ile ya da Hristofyas’ın Talat ile kahve içmeyi düşündükleri zamanlarda sergilediği tavırları bugün sergilemiyor.
Papadopulos bir zamanlar Anastasiadis’in adını bile duymak istemiyor, duyunca çok sinirleniyordu. Bunun çok sayıda, farklı farklı sebepleri vardı. Canı yanıyordu. Fakat 2023 hedefiyle köprüler kurulur kurulmaz tüm bunlar unutuldu. Yakında Papadopulos’un “yeni top model kim olacak?” benzeri konularda açıklama yaptığını görebiliriz. Bunu kötü bir anlamda söylemiyorum, ama bu tür konulara değinme olasılığı Anastasiadis’in hakkında konuşma olasılığından fazla. Şu an görüşleri örtüşmeye başladı, bundan dolayı Anastasiadis’in aleyhine konuşmaktan kaçınıyor. Anastasiadis, Akıncı hakkında çok ağır konuşuyor ve taksime doğru yelken açıyor. “Yeni fikirlerin”, esasında taksimci fikirlerin temsilcisi olan Kudret Özersay ile gizli gizli yemek yiyor. Bu da bir zamanlar taksimi “adanın gerçekleri” diyerek temsil eden Tasos Papadopulos’un tavrından çok da farklı değil. Nikolas Papadopulos, yemekle ilgili hiçbir şey söylemiyor. Hiç rahatsız olmuyor. Yurtseverliği rencide olmuyor.
Benzer siyasal çizgideki diğer aktörlere baktığımız zaman, Eleni Theoharu Anastasiadis’e olan ahını “Anastasiadis’in masaya getirdiği gevşek federasyon fikirleriyle Özersay’ın tezleri arasında fark yok” diyerek çıkardı. Sizopulos ise daha nazik ve diplomatik bir dille “sosyal yemekler hakkında yorum yapmayız” dedi. Papadopulos’un geçirdiği değişimin yanında, eskiden her hangi bir toplum lideri ya da her hangi bir parti başkanı buna benzer en ufak bir adım attığı zaman başına neler geldiğini hatırlayınız. Bütün bu parlak yurtseverler nasıl da hareketlenir, popülist söylemleri nasıl da anında devreye sokar, nasıl da homurdanmaya başlarlardı değil mi? Mangalda kül bırakmazlardı.
Şu an ise taksime ve ülkemizin, denizlerimizin ve münhasır ekonomik bölgemizin yarısını kaybetmeye doğru ilerlerken bu devasa yurtseverler ya hiç ses çıkarmıyor, ya “evet, ama…” benzeri yuvarlak sözler sarf edip ortadan kayboluyor, ya da Anastasiadis’in sadece şahsıyla ve sadece stres atacak kadar uğraşıyorlar. Hepsi bu.
Görüyor musunuz? “Atalarımızın toprağının” yılmaz bekçilerinin yüreklerindeki alevler nasıl da sönmüş? “Özgürlüğe ve adalete olan dinmez tutkuları” nasıl da uykuya dalmış? Oysaki bizler bu büyük tutkuyu anlamamış ve bu insanları suçlamıştık! Ayıp etmişiz… İşin aslına bakacak olursak, Kıbrıs Sorunuyla kariyer yaptılar ve ne zaman bizler taksim yerine birleştirici çözüm lehine diyaloğa girmeye çalıştıysak onlar çeşitli isterilere kapıldılar.
Kesin olan bir şey var ki, hem bu insanlar, hem de onlarla birlikte pek çok kişi, siyasal itibar ya da daha farklı yücelikler elde ettiler. Siyasette ve farklı alanlarda kariyer yaptılar. Altın değerinde işler, mevkiler elde ettiler. Güç elde ettiler. Astronomik maaşların ve harika emekliliklerin de içerisinde yer aldığı ciddi kazanımlara ulaştılar. Ve bütün bunlar her zaman ellerinde kalacak.
Taksime doğru ilerlerken geriye kalanların durumu ne? Mesela savaş nedeniyle evinden yerinden göç edenlerin? Ya tüm ömrünü kurulu düzenin devamı için çalışmak mecburiyetiyle geçirecek olanların? Onların bir geleceği yok ve çocuklarına bir lokma ekmek götürebilmek için kirlenmiş elleri etekleri öpmek zorunda bırakılacaklar. Her 10-15 yılda bir ekonomik krize, sürekli olarak aldatmacalara maruz kalacaklar.
Bizim yurtseverlerin zararı ise çok önceden ödendi. Hem de misliyle ödendi. Bu kadar büyük bir yurtseverlik alevinin bedeli küçük olacak değildi ya…
Not: Bu yazının Yunanca aslı 20 Haziran 2019 tarihinde Politis gazetesinde yayınlanmış olup, yazardan izin alınarak Türkçeye çevrilmiş ve Gaile dergisinin bu sayısında yer almıştır. (Yunanca aslından çeviri: Şevki Kıralp).