Stella Aciman
Ezan sesiyle ilk tanışmam çocukluğumun ilk yıllarına rastlar. Annemin, sabahın ilk saatlerinde, salondaki berjer koltuklarda Fatma Hanım’la karşılıklı oturarak açık olan pencereden içeri giren sesi huşu içinde dinlediklerini daha dün gibi hatırlarım. O resim, mıh gibi saplanmıştır ruhuma. Bugün, annemin ve Fatma Hanım’ın yerlerini ben aldım; çoğu sabah uykumun arasında, kör sessizlikte huzur olarak kulağıma girer, saba makamında okunan ezan. Günde beş vakit okunan ezanın hangi makamlarda okunacağı, o makamın insan ruhu üzerindeki etkilerine dayalı şekilde oluşturulduğunu Türk sanat müziği ile haşır neşir olmaya başladığımda öğrendim. Hicaz makamının uyku zorluğuna iyi geldiğini, insanları çok güzel uyutan bir makam olduğu için yatsı ezanı bu makamda okunur. Bütün ninniler hicaz makamında söylenir. Segâh makamı ise sürate çok müsait bir makamdır, akşama kadar yorulan beyni dinlendirdiği için akşam ezanları segâh makamında okunur; insanları istirahat edecekleri evlerine huzurlu ve kafaları dinlenmiş şekilde göndermek amacıyla da ikindi ezanında rast makamı tercih edilir. Öğle ezanı ise uşak makamında okunur, öğle saatleri insanlar için mola vaktidir. Uşak makamı vücudu istirahat ettirerek dinginlik verir. İnsanları sabahleyin uykusundan güzel ve dingin şekilde, kızdırmaksızın, öfkelendirmeksizin, zevkle ve istekle kaldırıp sabah namazını kıldırabilmek amacıyla pek latif ve pek yumuşak olan saba makamı tercih edilmiştir. Sabah ezanının hicaz makamında okunması durumunda insanlar kalkamayıp uykularına devam edebilir. Uşak makamında okunursa sanki insanın kafasına bir çekiçle vurarak uyandırmış hissi verir. Ezan saba makamında okunduğunda tatlı tatlı, uzun uzun okunduğu zaman o insanın hiçbir tepki vermeksizin tam aksine memnuniyet duygusuyla namaza kalktığı görülür. ‘İşte bu kadar naif duyguları barındırır ezan…’ diye düşünüyordum Antakya’daki Habib-ı Neccar Camii’ne girerken. Bir tarafta namaza giren müminler, diğer tarafta, caminin güneydoğu köşesinde Hz. İsa’nın havarilerinden Yunus (Pavlos) ve Yahya (Yuhanna)’nın türbelerini ziyaret eden her dinden insanlar… Kimi Fatiha okuyor, kimi kendi dininden bir dua, yan yana, omuz omuza. Uzun zamandır unuttuğum bir görüntü bu… Dinler arası hoşgörü ve Antakya.
AYRI DİNLER VE HOŞGÖRÜ
Hazan’ın sesi de hüzündür hayatımda, müezzinin sesi gibi. Yahudi ilahilerinin de Türk sanat müziği makamlarına göre okunduğunu bilir misiniz? O yüzden hüzünlüdür; dinleyeni alır götürür, duygu selinin içinde yüzdürür. Antakya Sinagogu’na girerken, ‘burada bir hazanla karşılaşamayacağım’ diye düşünüyordum. On yedi kişilik bir cemaatin yaşadığı Antakya’ya hazan, Yahudi bayramlarında İstanbul’dan geliyor. Ne güzel bir duygu ki, kapısında koruma yok sinagogun. ‘Acaba şimdi bir bomba atarlar mı, bana saldırırlar mı?’ diye düşünmeden içeri giriyorum Azra Cenudioğlu ile.
‘Antakya Sinagogu 200-250 yıl önce, Beyrut ve Halep’ten gelen yardımlar sayesinde inşa edilmiş. Yaz ayları herkes tatil beldesi Arsuz’da olduğu için, minyan* oluşmuyor. Eylül ayında, bayramlar yaklaşırken minyan toplanabiliyor. Antakya Yahudileri dinlerine sadık insanlardır. Şabat’a** bakarlar. Geçmiş yıllarda, cemaatin daha kalabalık olduğu zamanlar, Şabat günü kalabalık bir kadın topluluğu, Tora’yı*** dinlemek üzere sinagoga gelirlerdi. Yıllarca, düğünler, bar mitzvalar**** ve sünnetler, bu sinagogda yapılırdı. Sünnet yapılırken, genç bir kız, içinde mumların yakılı olduğu Elyahunnebi tepsisini (Hz. Eliyahu’nun tepsisi) taşır; davetliler de bu tepsiye para atarlarmış. Toplanan bu paraları, baba, oğluna uğur getirmesi için kasasına koyar, bu kasayı da oğlu büyüdüğünde de ona teslim edermiş. Eskiden Sinagog içinde bir de fırın vardı. Pesah bayramları öncesi, bu fırında matsa yapılırdı.
“YAHUDİLİĞİMİZİ SAKLAMIYORUZ”
Antakya Yahudilerinin balık kültürü yoktu. Cuma günleri, hanımlar Şabat için en güzel yemekleri pişirirlerdi. Kuru fasulye, taze fasulye, taze lubye (bir çeşit fasulye) ve hamıt ( kukle köfteleri, pazı sapları, havuç, patates, kereviz ve limon suyu ile yapılan bir yemek), Şabat akşamı en çok yenen yemeklerdi. Şabat günü, sinagog çıkışından sonra masalara konan rakılı ziyafet de kayda değerdi. Antakya Yahudilerinin yemekleri o kadar lezzetliydi ki, halk arasında “Yahudi’de yemek ye, Hıristiyan’da yat” şeklinde bir deyim yerleşti’ diye anlatıyor Azra Bey.
“Uzaklardan geldiniz, size Sefertora’ları göstereyim” diyen Azra Bey kapalı kapılar ardında korunan, ceylan derisinden yapılmış 600 yıllık Tevrat rulolarını gösteriyor. Yalnız Antakya’da değil, tüm Türkiye’de Yahudilerin giderek azaldığını söylüyor üzüntüyle. “Biz burada Yahudi olduğumuzu saklamıyoruz, korkmuyoruz… Tüm halk bize gözü gibi bakıyor” diyor. Uzun zamandır hasret kaldığım sözler bunlar… Dinler arası hoşgörü ve Antakya.
“BİRAZ YAHUDİ GÖNDERSİNLER!”
Sinagogun karşısındaki Antakya Katolik Kilisesi’nin köşesinde hediyelik eşyalar satan bir kadın yolumu kesiyor ve “Yahudi misiniz?” diye soruyor. Belli ki sinagogdan çıkarken görmüş beni. Hiç tedirgin olmadan, “evet” diyorum. Gülerek, “söyleyin o İstanbul Yahudilerine, buraya biraz Yahudi göndersinler. Cemaatiniz çok azaldı, bu durum bizleri mutsuz ediyor” diyor. Şaşırıyorum bir Müslüman’ın dudaklarının arasından dökülen bu sözlere… İtilip, kakılmaya alışmışız ya. Tezgâhtan hediyelik eşyalar alıyorum ve içimde bir huzurla yan taraftaki Katolik Kilisesine giriyorum.
FARKLI MEZHEP, AYNI ÇATI
Çocukluğumda Yeşilköy’deki Ermeni ve Rum Kiliselerinin çan seslerini Pazar günleri duyardım. Mahalle arkadaşlarım ve anne, babaları o günlerde gayet şık giyinirler ve ayin için kiliseye giderlerdi. Aynı görüntüyü Noel ve Paskalya günlerinde de görürdüm. Gece saat on iki’de çalan çan sesleri ile şenlenirdi Yeşilköy’ün semaları…
Katolik Kilisesi 150 yıllık eski iki evin birleştirilmesiyle yapılmış. Büyükçe, ağaçlarla dolu bir avlusu var. Bir kadın görevli gezdiriyor beni ve cemaatiyle ilgili bilgiler veriyor. Antakya’da Katolik ve Ortodokslar da hayli azalmış. Her birinin ayrı kiliseleri olmasına rağmen çoğunlukla bir arada ibadetlerini yapıyorlarmış. 1986 yılından beri Paskalya bayramlarını aynı çatı altında kutluyorlarmış. “Mezhepleriniz farklı ama…” diyecek oluyorum. “Ne fark eder ki, hepimizin Allah’ı aynı değil mi?” diyor.
Antakya, tarihi her bir yanına serpiştirmiş… O tarihin içine dinleri, mezhepleri yerleştirmiş ve insanlarıyla yoğurmuş. Ortaya çıkan halk, bu üç ilahi dini ve mezhepleri öylesine kucaklamış ki her gittiğiniz mekânda, sokakta soru sorduğunuz insanlarda hissettirir olmuş. Sokaktaki muz satan adam “uzaktan gelmişsin, akşam sizi eve davet edeyim, hanım size bir künefe yapsın” diyecek kadar içten; dükkânından bir sabun aldığınız esnaf, “abla otur sana bir kahve, çay söyleyeyim” diyecek kadar samimi… Dinler arası hoşgörünün diyarı… Antakya!
Minyan* Sinagoglarda dua okunabilmesi için 11 erkeğin bulunması gerekir. Bu gruba minyan denir.
Şabat** Yahudilerin Sebt günü.
Tora*** Yahudi din kitabı
Bar-mitzva**** Yahudilikte erkek çocukları için 13 yaşında yapılan dini tören.