Ezbere Yaşam Eleştirisi: Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir

Ezbere Yaşam Eleştirisi: Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir

Hakan Karahasan 

hakan.karahasan@gmail.com

 

Lefkoşa Türk Belediyesi’nin (LTB) yeni oyunu Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir’i geçtiğimiz Cumartesi akşamı izledim. Çok da iyi etmişim. Tek perdelik, kısa bir oyun Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir. Kısa ama düşündürücü bir eser. Oyunun gerisinde iyi bir ekip çalışması olduğu ta baştan kendini gösteriyor. Afiş tasarımından dekoruna, kostümlerden oyunculuğa –ve tabii, oyunun bizzat kendisine –  kadar eğlendirirken düşündüren klasik bir LTB Belediye Tiyatrosu oyunu aslında Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir.

Nehir Demirel’in yazıp yönettiği oyun, büyük patronun reklâm ajansı yöneticisini arayıp “Dük’ün Diyeti” için bir reklâm kampanyası düzenleneceğini ve kendisinin reklâm filmini çekeceğini söylemesiyle asıl öyküyü aktarmaya başlıyor. Hemen sonra, büyük patronun elemanları olan bir diyetisyen, bir plastik cerrah ve bir psikiyatrist “Dük’ün Diyeti”ni insanlara benimsetmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor. Ancak ilginçtir, “Dük’ün Diyeti”ni savunan üç elemanın yaptıkları ve davranışları birbirini hiç mi hiç tutmuyor. Şöyle ki: Diyetisyen neredeyse vaktinin tamamını atıştırarak geçiriyor. Plastik cerrah, kendisine her geleni hiçbir sorunu olmadığı halde “düzeltmeden” bırakmıyor. Psikiyatrist ise, panik atak ve depresyon geçirmekte olup, “dünyadaki en tatlı şey” olan para uğruna “yaşama tutunabilmek” için sürekli hap alıp duruyor. Öyle ki, reklâm filmi çekiminden hemen sonra, “kilolu” olan sekreter kendisini diyetisyenin mucizevi programına bırakıyor! Formül basit: “Günde bir kibrit kutusu beyaz peynir ve dükün diyeti hapı.”

Sekreteri sırasıyla reklâm ajansı yöneticisi ve onun karısı izliyor –ki fiziksel açıdan günümüz koşullarına en uygun kişi olarak gösteriliyor oyun boyunca. Karısının kilo aldığı suçlamaları sonucunda ikna olan kahramanımız, kendisini, bir biçimde, bir gün, diyetisyenin karşısında bulur! Bir türlü göremediği kiloların vücûdunda saklandığını diyetisyen sayesinde fark eden kahramanımız, sonuç olarak mucizevi(!) bir formül olan “Dük’ün Diyeti”ni uygulamaya başlar. Son olarak, fiziki görünümüne son derece önem veren reklâm ajansı yöneticisinin eşi de, kendisini “Dük’ün Diyeti”nin mucize formülüne bırakarak “mükemmel güzellik” yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam eder.

Yol boyunca, üç kahramanımız da, ikinci aşama olarak kendilerini cerrahın ellerine teslim edip, kaybettikleri kilolar sayesinde ortaya çıkan çirkinliklerden neşter vasıtasıyla kurtulmayı dener. Fakat bu da yetmez! Son olarak, fiziksel olarak eskisinden daha iyi oldukları halde, kendilerinden memnun ol(a)mayan kahramanlarımız, son durak olan psikiyatristin verdiği ilaçlarla uyuyup, bir gün uyandıklarında herşeyin geçip, kendilerini iyi hissedecekleri umuduyla uyuyakaldıkları bir anda, birden büyük patron tarafından aranıp, “Dük’ün Diyeti” yüzünden sağlığını kaybeden birçok kişinin kendilerine dava açacağını, bunun üstesinden gelmek için paravan bir şirket kurup, “Dük’ün Diyeti”ne karşı bir kampanya başlatılacağını, bir kibrit kutusu beyaz peynir ile yapılan bir diyete sadece aptalların inanabileceğini söyleyerek dalga geçtiği anda oyun son bulur.

Tanıtım broşüründe de ifade edildiği gibi, oyun ile aslında günümüzde doğal olarak karşıladığımız birçok şeyin bizzat doğal olmadığı ve bizlere içinde yaşadığımız sistem (kapitalizm) tarafından dayatıldığı anlatılmakta. Kapitalizmin varoluşlarımızı dayanılmaz bir hafifliğe nasıl büründürdüğü, önce sorunlar yaratıp, arından da “çözdüğü,” ancak ilginçtir, her çözümün başka çözümlere evrildiği ve her ne hikmetse, bu çözümlerin ürünler/tüketim endeksli olduğu mizahi bir dil ile aktarılıyor. Bunu yaparken, gündelik yaşam (iş yaşamı) içerisindeki çarpık ilişkilere de dokunmakla, neredeyse herşeyin yüzeyde ve yüzeyin altında olmak üzere farklı boyutları olduğu belirtiliyor. Modern yaşamdaki kadın – erkek ilişkilerine de ironik bir bakış açısı var oyunda: Reklâm ajansı yöneticisinin ilk başta “tombul, hamur gibi yoğurmalık” dediği sekreterini daha doğal ve “sevişilesi” bulması aslında kapitalist sistemin bizlere dayattığı güzellik düşüncesini kadın bedeni üzerinden eleştiriyor. Ancak, öte yandan, her ne kadar “sevişilesi” olsa da, sekreteri ile sokakta beraber yürüyemeyeceğini, ancak karısı gibi bir kadın ile etrafta gezinebileceğini ifade etmesiyle de, günümüz insanının yaşadığı gelgitleri açıkça ortaya konuyor: Bir yanda arzularımız ve yapmak istediklerimiz, diğer yanda ise çoğunluğun oluşturduğu ve yaşamlarımızı tanımlayan beklentiler...

Sonuç olarak; kısa ama neşe ile düşündür(t)en, güncel bir oyun Bir Kibrit Kutusu Beyaz Peynir. Tıpkı Nermi Uygur’un “Ezbere Yaşayanlar” adlı yazısında ifade ettiği gibi, tektip insanlar, benzer tarzda yaşamlar, bedenler istiyor mevcut yapı bizden, sorgulamayarak... Çeşitlilik, sadece piyasada bulunan ürünlere tanınmış bir özellikten öteye geçmemeli içinde yaşadığımız sistem için. Aksi takdirde, herkes sürekli sorgularsa, bu düzenin hiç de görüldüğü gibi mantıksal dayanaklarının olmadığı kendiliğinden açığa çıkacak. Başka bir deyişle, insanların çeşitliliği ancak piyasadaki ürün çeşitliliğinin bir parçası olduğu zaman destek buluyor. Renkli ekranlar, monitörler, akıllı telefonlar sayesinde “kurtuluş” olur mu? Hem çok basit, hem de çok zor: Verili ne varsa üzerine düşünmek ve sorgulamak. Ancak o zaman, acaba gerçekten sağlık ve mutluluk için mi yapıyoruz birçok şeyi gündelik yaşamda, yoksa öyle gelip öyle gittiği için mi? Sahi, doğal olmak da neyin nesi?

1. Bu yazının ilk versiyonunu okuyup, önerilerde bulunan İzlem Kanlı’ya teşekkürü bir borç bilirim.

Kaynakça
Nermi Uygur. “Ezbere Yaşayanlar.” Yaşama Felsefesi. İstanbul: YKY, 2005, s. 134-139.

Dergiler Haberleri