Bir yerlerde okumuştum, fanusun içine konulan balık belli bir süre sonra görme yetisini kaybedermiş diye. Yani kör olurmuş. Yuvarlak camın içinde, doğal hayat koşullarından çıkarıp onu koyduğumuz cam küre, onu beslediğimiz, kürenin tabanını süslediğimiz, o cam küre onu kör ediyormuş.
Çoğu kez görmek için sadece bakmak yetmez.
Önce hayatınızda ne yaşarsanız yaşayın, baktığınız odak noktasını akıl süzgecinden geçirmek, öyle yargılara varmak gerek.
İnsan aklıyla bakarsa görür.
Belki de fanusun o güzel Japon balıklarını kör ettiği iddiası bir safsatadan ibarettir, bir iddia mıdır bu yoksa bu yazı için bir metafor mudur?
Kararı elbet okuyucu verecektir.
Burada, 3,355 kilometre karede, yani Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığımız bu alan gündelik hallerimiz için adeta bir açık hava hapishanesi.
Olağanüstü doğası içinde toprak ananın şansızlığı olsa gerek, gündelikler içinde o kadar çürümüş bir kurulu düzen yaşatıyoruz ki burada, biz de yaşattığımızı yaşıyor ve günden güne yalpalıyor, düşüyor ve çürüyoruz.
Her geçen günde, her doğan ve batan güneşte ertesi gün kim kime nefret ve kin kusacak, devlet dedikleri yapının neresinde hangi yolsuzluk patlak verecek, bayraklaşıp koltuklaşanlar kervanında daha kimler nöbete geçecek diye, yaşıyoruz.
Herkesin siyasetine bakarsanız barış istediği ancak gündelik tartışmalarda bir birini örselemek, kanatmak ve acıtmak için uğraştığı, yüksek tondan bağırınca ne kadar bilgin olduğunun ortaya çıkacağının sanıldığı, empati ile çözülecek ve sorun bile olamayacak bazı olayların aramızda derin uçurumlar açtıran engeller haline geldiği hallerimiz var.
Bu ada yarısında fanusa konulmuş ve körleşmeye hapsedilmişler gibi azalıyoruz.
Dün kaç kişiysek, bugün daha azız.
Biz kim miyiz?
Bu satırları okuyan, canı tüm bu çürümüş kurulu düzen içinde acıyan ve kendine çıkacak ve camı kıracak ve körleşmemek için bakıp ve görecek ve gerçeği arayacak herkesiz.
Herkes kaç kişi kaldıysa artık, o kadarız.
Yenidüzen’deki haftalık köşe yazılarıma ara veriyorum.
Umarım bu yaz sahilde oturup engin ufuklara bakmak, ya da bir Baf kasabasında esen serin rüzgarların altında dağları izlemek, ya da bir gece yasemin kokusunu içimize çekmek, hiç olmadı kafayı kaldırıp bu evrende bir toz zerresi olduğumuzu tekrardan anımsamak, her gün geçtiğimiz yolları, karşılaştığımız suretleri, bize dayatılan hayatı, dışında ve özellikle de kendi içinde hapsedildiğimiz fanuslarımızı sorgulamamıza yardımcı olur.
Ben deneyeceğim.
Tekrardan görüşmek üzere.