Bugün adına ‘kriz’ denilen birçok olay, aslında yaşadığımız sistemin irili ufaklı semptomlarıdır.
Normal olarak kabul ettiğimiz ve normalleştirdiğimiz yapısal ve gündelik hayat mevcudiyetlerimiz, zaten hali hazırda bir kriz, felaket ve hiç bitmeyen bir istisna hali olarak organize edildi, edilmekte.
kktc en başında bozuk, eksik ve sahte bir makine olarak kuruldu. Bugün bu makinenin nasıl da içler acısı bir hale geldiğini, sürekli olarak ‘kriz’ denilen semptomlar ürettiğini ve aslında krizin kendisi olarak varlığını sürdürdüğünü görüyoruz.
kktc, kriz halinin sürekliliğidir, bizzat kendisidir. İstikrarsızlık, yozlaşma, çürüme ve körleşmedir. Fakat bu yine de gerçektir, bir düzendir ve iktidar/tahakküm/toplum ilişkileri de bu sürekli kriz halini yeniden üretmektedir.
***
Bugün adına ‘kriz’ denilen birçok olay, toplumsal ve bireysel mevcudiyetlerimizin büründüğü çıkmazın, ontolojik uğrağın irili ufaklı semptomlarıdır. Toplumsal ve bireysel mevcudiyetimiz, bozuk bir makine olarak kktcnin dışında, haricinde veya ondan bağımsız değildir; tam tersi, bu makineyle bütünleşmiş, onu benimsemiş ve karar-eylemleriyle de onu yeniden üretir konumdadır. Trafikte herkes, trafiğin ne kadar sıkıcı olduğundan yakınır, fakat kendisinin de trafiğin bir parçası ve üreticisi olduğu gerçeğini aklına getirmek istemez. kktcnin, bu sistemin varlığından ve semptomlarından yakınan hatta ona karşı mücadele ettiğini iddia eden kişiler, ilk fırsatta bu semptomların biri olmayı arzular, buna fırsat kollar. Askerde torpil, devlete girip memur olmak için torpil, kısa yoldan zenginliğe varabilmek için kısa yoldan yalanlar, hak edilmemiş, ter dökülmeden verilmiş mal, mülk, statüler için bin bir türlü habis duygular…
Habisleşen bir insan ve toplum. Bugün çürüme veya yozlaşma olarak isimlendirilen birçok bireysel ve toplumsal örnek, bireyin ve toplumun bir kriz olarak örgütlenişinin semptomlarıdır.
***
Felaket dışımızda değil, içimizdedir. Felaket o veya onlar değil, biziz!
***
Fanusun içine kapatılmış bir toplum değiliz! Fanus ile oluşturulmuş bir toplumuz. Fanus ile doğan, fanus ile varolan, fanusun içinde ‘oluş’ halinde olan bir toplum.
Bu fanusu farklı farklı isimlerle tanımlayabiliriz. Farklı tarihsel süreçlerde farklı isimleri üzerine giydiği doğrudur. Ama fanus hep oradaydı, hâlâ burada. Ve bu fanus artık dışsal bir şey değil, içsel, bedensel bir uzuv haline geldi, toplumsal bedenimizin bütünleşik bir parçası gibi.
Bugün yüz yüze geldiğimiz yozlaşma, çürüme veya kokuşma gibi sıfatlarla tanımlanan ‘haller’ de bu bedenin aldığı histerik ve patolojik dışa vurumlardır. Ne yazık ki tüm toplumsallık, üretim ve kolektif anlam süreçleri bu bedenin açtığı kara delikler tarafından yutuldu, yutulmaktadır.
***
Siyasi söylem yerine içi boş beylik lafların, siyasetçi yerine gösteriş budalalarının, etik değerlere sadık bireyselleşme ve toplumsallaşma süreçlerinin yerine her türlü pornografiyi ve tahakkümü arzulayan kitleler geçmişse, orada artık anlamlı bir söz de kalmamıştır demektir. Beylik laflar, gösteriş budalası sosyal medya ‘siyasetçileri’ ve daha fazla pornografik tahakküm arzulayan kitleler birer kara delik gibi, tüm anlamların içini gürültücü histeri krizleriyle oymaktadır.
***
Kapalı, kendini yenileyemeyen, aşamayan ve dışarıya açılamayan toplumlar günün sonunda kendi içine doğru yıkıcı bir kuvvetle devrilir.
Yaratmayan, değerler üretmeyen, hayatını asgari düzeyde de olsa belli etik ve düşünsel hassasiyetler doğrultusunda organize edemeyen bireyler günün sonunda haset ve hınç duyguları ile hem kendi dışındaki bireylere hem de kendi içine doğru yıkıcı bir kuvvetle devrilir.
Bugün korkunçluğu gittikçe dehşet verici bir görünüm kazanan yapısal/toplumsal ve bireysel haller, kendini aşamayan, yönetemeyen, değiştiremeyen, değişmeyen ve üretmeyen toplulukların-bireylerin kaçınılmaz sonudur. Işıltılı ekranlardan izlediğimiz, kah alkış tutarak kah ayıplayarak dahil olduğumuz gösteri, kendi iflah olmaz ve kaçınılmaz çöküşümüzden başka bir şey değildir.
Sessizliğin bir direniş modeli olduğu günlerden geçmekteyiz. Bizi yaşama ve yaşamın değerlerine bağlayacak yollar ise edebiyat, felsefe, sanat ve değerler üzerine kurulan bir siyasetten geçmektedir. Toplum-oluş, halk-oluş ve özgürlük-oluş, her daim bir süreci, bir potansiyeli ve ufuk genişliğini gerektirir.
Hayal kuramadığımız, ortaklıklar inşa edemediğimiz ve konformizm suyuna batırılmış putlarımızı yıkamadığımız, bireysel, toplumsal ve yapılsa sınır çizgilerine dokunamadığımız sürece çöküşten başka bir oluş deneyimlemeyeceğiz.