“Bir çözümde iki devlet kurulmasının ve egemen eşitliğin yeri yok. Hedefimiz, Birleşmiş Milletler parametreleri içerisinde bir çözüm bulunmasıdır. Biz Cenevre’ye Kıbrıs Cumhuriyeti’ni iki toplumlu bir federasyona evriltecek, ancak her şeyden önce ve her şeyin üzerinde; işleyebilir olacak, Ankara’nın himayesine dönüşmeyecek bir çözüm amacıyla, BM, Güvenlik Konseyi, Avrupa Birliği, bütün devletler tarafından dile getirilen tezlerle gidiyoruz.”
Alın size dünya önünde haklı çıkacak cümleleri söylemeye fırsat tanıdığınız Anastasiadis’in sözleri…
Eşit egemen devlet derken ve Cenevre’ye giderken “bundan başka bir şey konuşmayız ”da direnirken haklı ve güçlü durumdan haksız duruma düşürülmenin politikasını geliştiriyor Türk tarafı…
Önceden güçlüydük, haklıydık. Anastasiadis görüşme masasını terk ederken zor duruma düşmüş ve biz de haklı taraf olmanın verdiği güçle federasyon ve çözüm için daha fazla bastırma şansı yakalamıştık.
Ne olduysa oldu ve “50 yıldır görüşüyoruz ama çözüm olmadı, bundan sonra egemen eşit devlet görüşeceğiz” dedi Türk tarafı… Sanki ‘egemen eşit devlet’ kabul edilecek hatta görüşülebilecek bir tezmiş gibi!.. “Türk tarafı” diyorum çünkü Kıbrıslı Türklerin bu tezlerde bir söz hakkı yok. Türkiye söylüyor, burada atanmış yöneticileri de aynı şeyleri tekrarlıyor...
Hoş, zaten Kıbrıs sorununda bir önerileri, bir düşünceleri, tezleri, vizyonları olmadığı için papağanlar gibi söyleneni yapmaktan, söylemekten başka bir seçenekleri de yok.
Kullanılması kolay atanmışlar…
Zaten Türkiye’nin de isteği buydu; Kendisi bir şey söylesin, Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları kullanarak Kıbrıs’ın üzerinden politika geliştirsin, kendi isteklerini, taleplerini kabul ettirmek için Kıbrıs sorununu sürüncemede bıraksın, bu arada nüfusunu da buraya yığsın, vatandaş yaptırsın, seçmenin iradesini kendi istekleri tarafına yönlendirsin, kendi iç politikasının malzemesi yapsın vs…
İşte bunlar için de vizyonsuz, bilgisiz, söyleneni yapan, sadece koltuklarda oturup hava atmak derdinde olan birilerini hükümet yapmaktı.
Her şey harçlık için…
Bu işler hazır olanlar vardı… Üçlü azınlık hükümetini kurdurdu Türkiye… Zaman zaman buraya gelip direktifler veriyorlar, zaman zaman atanmışları Ankara’ya çağırıp bir şeyler imzalatıyorlar, emirler veriyorlar, bazen de ellerine harçlık verip gönderiyorlar.
Babasından harçlık almaya devam eden çocuk da kendi kendinin efendisi olamadan babasının emirlerini yerine getirmek zorunda kalıyor.
Ama nasıl bir durumdur ki bu emirleri ve harçlıkları alan azınlık hükümeti halinden çok memnun.
Bunları başarı olarak satmaya çalışıyor, bazen de satmayı başarabiliyor… Bu hoşnut halini sürdürmek için de erken seçim hükümeti olmasına rağmen ve başta bunu demelerine rağmen şimdi seçimleri ne kadar erteleyebileceğinin hesaplarını yapıyorlar.
“Emirleriniz başım üstüne!”
Bu süreçte harçlıklarını aldıkları Türkiye’nin bağımsız yargımıza yaptıkları tehdit ve baskıları alarak daha da yükseltiyorlar.
Anayasa Mahkemesi’nin “kuran kursları Eğitim Bakanlığı uhdesinde verilebilir” bağlamındaki kararının kuran kurslarının yasaklanması olarak algılanması sonrasında Ankara’nın en tepesinden tehditler geldi.
“Karar düzeltilmezse farklı davranırız”, “kuran kursları Türkiye’de nasıl işliyorsa KKTC’de de öyle olması lazım” gibi sözler ‘tehdit’in dışında nasıl algılanabilir?
Başka bir ülkenin yargısı için bu sözleri kuran başka bir ülkenin en tepesindeki kişi için nasıl bir ünvan yakıştırılabilir ki!
Ama ne yazık ki buradaki atanmış yöneticilerimiz bu sözleri emir olarak telakki ediyor ve yargımızı ‘terbiye’ etmek için faaliyete geçiyorlar.
Harçlıkların devam edebilmesi için hakaret de yapılsa, küçük de düşürülse, yargımıza müdahale de edilse emir emirdir!
Zaten yargımıza ve özgür yaşamımıza müdahale edildiğinin farkında olmayanların yönetimindeki KKTC, ‘egemen eşit devlet’ adı altında olabilecek gelişmelerin örneklerini yaşamaya başladı bile…
Rahatsız değiller…
Rahatsız eden durum da bu işte; Atanmışlar bu gelişmelerden rahatsız değiller… Köle durumuna düşürülmeye giden, hilafet altında yaşamaya götürülen kendi toplumunun bu gidişatına yardımcı oluyorlar.
Hem rahatsız değiller ve hem de böyle bir farkındalığı yaşamıyorlar.
Varsa yoksa Saray’da hem de yapılacak daha büyük bir Saray’da oturmak, bakanlık koltuklarını işgal etmek ve yaptıklarının bakanlık değil de başka bir şey olduğunu da bilmemek değil, kabul etmek ve yaptıkları ne ise onu sürdürmek… Bu kadar basit bir sorumsuzluk, umursuzluk hali…
“Öneriyle geldik, kabul etmediniz, o zaman biz de…”
“Dışişleri bakanıma söyledim, gittiğinde söylesin, kararlarını düzeltsinler, yoksa başka türlü davranırım” diyen birine karşı hazırolda duruş, bu sözleri kabulleniş ve bu ‘sultan’ emirlerini yerine getirmek için yargıyı küçük düşürecek adımları atmaya hazırlık.
Biz de ne yazık ki, böyle bir anlayış tarafından yönetilmeye mahkum bırakılıyoruz…
Ve bu anlayışın daha da sağlamlaşması için, belki ‘ilhak’a hazırlık için Cenevre’ye de ‘eşit egemen devlet’ talebiyle gidiyoruz.
Cenevre’den sonra, “Bakın işte; Biz çözüm için! bir taleple masaya gittik ama kabul görmedi, bizi dinlemediniz, biz de bunu ilan ediyor ve ilhak ediyoruz demek için!...
Olamaz mı!