20 yıl sonra Lefkoşa’da günün erken saatlerinde alarmın can sıkıcı sesi acımasızca uyandırdı Salahi’yi. Sabah olmuştu ama sanki gece hiç başlamamış gibiydi. Huysuzca alarmını kapattı ve ardından tekrar uykuya dalmamak içim mücadele etmeye başladı Salahi.
“Bir daha gecenin ikisine kadar film izlemem artık, normal insanlar gibi 11-12'de yatayım yahu ben da” diye söylendi kendi kendine. “Eziyet vallahi” diye aklından geçirirken saat gözüne ilişti, geç kalmıştı. Ok gibi fırladı yataktan. Hemen kıyafetlerini giydi ve telefonla Lefkoşa Türk Belediyesi Minibüs programını açtı.
Haritada Taşkınköy-Kumsal-Surlariçi minibüsü hâlâ Kumsal'da gözüküyordu. ‘Bulunduğum Noktaya Gelme Süresi’ butonuna tıkladı, 13 dakikası vardı. “Tamam” dedi Salahi, “Dişimi da akşam fırçalarım madem”.
Hızlıca mutfaktan bir şeyler atıştırdı, üzerini giyindi ve evden çıkıp durağa doğru koştu. Ucu ucuna da olsa minibüsü yakalamıştı. Minibüsler konforlu ve teknolojikti ama sabah seferleri diğer saatlere göre daha doluydu. Son birkaç yıl içerisinde Surlariçi’ne üniversitelerle ilgili ciddi teşvikler yapılmış ve bu bölge büyük bir kampüsler topluluğu haline gelmişti. Öğrencilerin pek çoğu Surlariçi’nde kalmayı tercih etse de bir o kadar fazlası da şehre dağılmıştı. Sabah ders olduğundan doğal olarak dolmuşlar dolup taşardı.
Minibüs doldukça “Sabahları niçin birkaç otobüs daha koymazlar, dolup taşar yahu işte” diye söylendi Salahi. Ve söylenirken gözü bisiklet parkuruna takıldı. Elleri göbeğine gitti. ‘Yarından tezi yok, artık işe bisikletle gitmek lazım’ diye içinden geçirdi.
Salahi şehir plancısıydı. Ofisi ise Dereboyu’ndaki yüksek binalardan birindeydi. Ofisini açalı henüz altı ay olmuştu ve şimdilik çalışan olarak bir kendi, bir de teknikeri vardı. Sekiz buçukta kilidi açtı o gün ve öğle arasına kadar çalışmaya devam etti.
Saat bir olmuş, öğlen arası gelmişti. Ofisinden çıktı ve önce Dereboyu’nda yürüdü bir süre, ardından da ahşaptan yapılmış yaya köprülerle derenin diğer tarafına geçti. Eskiden Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'nın bulunduğu bu büyük yeşil alan artık Lefkoşa’yı besleyen koca bir kent ormanıydı. Uçurtma uçuran, bisiklet süren, koşu yapan insanlar arasından sıyrılıp öğle yemeğini aldı ve yapay Dereboyu Göleti önünde oturan diğer Lefkoşalılara katıldı.
Tam yemeğini bitirmişti ki isminin çağrıldığını duydu Salahi. Şaşkınlıkla döndü, kendine çağıran liseden arkadaşı Sıdıka’ydı.
- Napan be Sıdıka?
- İyidir Salahi. Arkadaşım gelecekti Güney'den, Eleni. Onu beklerim. Sen napan?
- Ben da öğle arasına çıktım işte. Dedim parkta yeyim bugün öğle yemeğini.
- Doğru sen ofis açtıydın. Çok mahcubum sana, gelemedik ziyarete. Hayırlı olsun.
- Sorun değil, gelin bir ara. Bu arada niçin Surlariçi’nden almadın gızı da getirdiyon buraya gadar?
- İnanaman, Tramvaya binsin bayılır. Ben dedim gidelim Makarios Caddesi'ne, ikna edemedim gendini. İlla binecek o tramvaya, illa Dereboyu'nda buluşacayık.
- Bilirim, bizim Loizos da hep öyledir. Hafta sonlarında gelir hep.
- Bu arada biz herhalde geceye kadar buralardayık. İşin yoksa katıl sen da bize isdersan.
- Olur ya. Çıkınca arayım seni?
- Anlaştık.
Öğle arasını bitirdi ve ofisine geri döndü Salahi. Ofisi açtığından beri ilk kez mesainin bitmesini dört gözle beklemeye başladı. Mesai bitimine doğru Sıdıka’ya mesaj attı: "Nerdesiniz ama?"
Dereboyu’ndaydılar. Ofisin kapısını kilitledi ve yürümeye koyuldu.
Sıdıkaların gittiği kafe Dereboyu’nun diğer ucundaydı. Ama derenin diğer yanındaki yol alınıp da trafik tek yol yapıldığından beridir Dereboyu’nun kaldırımları genişlemişti. Özellikle ağaçlandırmadan sonra bu yolda yürümek artık bir zevkti.
15 dakikalık yürüyüş sonunda Sıdıka’ların yanına vardı. Eleni ile tanıştılar. Çok iyi kalpli, çok güzel bir kızdı Eleni. Gece saat 11’e kadar sohbet ettiler birlikte. Sonra Eleni tramvayına binerek Güney’e, Sıdıka arabasına binerek Girne’ye, Salahi ise otobüse binerek Taşkınköy’deki evine döndü.
Salahi kafasını yatağa koyduğunda gece 12’yi geçmişti. Çok güzel bir gündü bugün. Sıdıka da güzel kız diye geçirdi içinden. Hayat ne güzel şey diye düşünürken gözleri kapandı ve uykuya daldı.
Salahi’nin Lefkoşa’da yaşadığı gün, bizim Lefkoşa’da yaşadığımız günlerden çok farklıydı. Bizlerin yıllardır ihmal ettiği Lefkoşa değildi Salahi’nin Lefkoşa’sı.
Ama yıllarca uzak değil, vizyonlarca uzak sadece.
Böyle bir Lefkoşa’da yaşama bizim de hakkımızdı aslında.
Bunun için ihtiyacımız ise biraz istek, biraz irade ve bolca da VİZYON...