BİR ÖYKÜ: ZİR KAMPI’NDAN HATIRALAR…
DR. DERVİŞ ÖZER
Ankara’da yaşadığımız daha doğrusu oynadığımız bu casusluk oyunu bize güven vermişti. Bu işi, gece bilmediğimiz bir şehirde başarmamız, bizim gerçekten teşkilat adamı olduğumuzun bir işaretiydi. Buradan Kıbrıs’a gidince bizi tutana aşkolsun. Öyle gelmişti ki bana, sanki bütün Kıbrıs’ı ben kurtaracaktım.
Bir gün hiç unutmam eğitime gidiyoruz, dedim ya haziran ya da temmuz, bizim buradaki gibi değil, orada ekinler daha sonra olur. Belimize gelen ekin, gapkara başaklı buğday, dönümlerce uzanıyor, sararmaya yüz tutmuş. Vadinin içinde gapkara bir toprak, böyle elinle sıksan yağ akacak; zannedersin ki et. İşte o kadar verimli bir toprağı vardı Zir ovasının. Neyse biz bazuka atışına gideceğiz, bazukalar elimizde, tek sıra bu buğday tarlasının anında (oftosunda) yürüyoruz, ağırlık 25 okka var sırtımızda. İleride tahtadan tank var, onlara birer bazuka atacağız ve döneceğiz. Komutan arkamızda, biz önde buğday tarlalarının arasından ilerliyoruz. Önümüze bir pallurga tikeni çıktı, belimize gelir, andan(oftodan) tarlaya düştük, tekrar ana çıktık. Bir ya da iki başak ezdik, ezmedik. Arkadaki komutan sinirlendi, bağırdı, sövdü. Ağzından köpükler saçtı, küfür etti. Ne faşistliğimiz kaldı, ne hayvanlığımız. İki tane başağı ezdiğimiz için bize faşist demişti. Bize hayvan demişti. “Siz kim oluyorsunuz da köylünün aylarca uğraşıp yetiştirdiği buğdayı ezersiniz? Ben emir vermeden yolunuzu değiştirir ve buğday tarlasının içine girersiniz? Siz insana değer vermeyen, insan emeğini hiçe sayan, birer hayvansınız. Faşistsiniz!” diye bağırmıştı. Ben o gün faşist sözünü Almanlar’dan başka şeyler için de kullanıldığını ilk defa duymuştum ve bunu farklı bir küfür, sadece tarlaya girip zarar veren birisi olarak düşünmüştüm. Bizimkilere sordum onlar da bilmiyordu. Onu zaten küfür olarak almıştık dağarcığımıza.
Yine dağıttık konuyu. Biz, Zir kampındaki eğitimi bitirerek Kıbrıs’a döndük. Tabii bu arada bizim çocuklara, hanıma yardım edilecekmiş diye söz vermişlerdi. Sağa sorduk, sola sorduk. Dediler ki vatan için çalışırken para mı bekliyorsun. Ben da utandım vatan için yapılan bir işten para sormaya ama sorduk işte, çünkü günlükle çalışan bir adamdım ve biri bir yaşında, biri iki yaşında iki çocuk vardı.
Döndük ve geldik. Evde kimse yok, benim kadın, bir gün iki gün dayanamamış, almış çocukları gitmiş anasının evine. Gittik aldık çocukları. Ama almadan, beş altı gün çalıştık, para kazandık ki eve yiyecek bir şeyler alalım. Ondan sonra aldık geldik çocukları eve. Sonradan öğrendim ki diğer arkadaşlardan herkese para verilmiş, o bir aylık süre zarfında paralar evlerine gönderilmiş. Tekrardan gidip sordum ama tekrardan terslendim. Kendimi küçülmüş hissettim ve utandım. Bana vatan uğruna yapılan işlerden para beklenmediğini ve bunun sorulmasının bile vatan hainliği olduğunu bağırdılar.
Vatan için yıllarca çalıştım ve bir para beklemeden çalıştım. Gece demedim gündüz demedim karımı ve çocuklarımı aç susuz bırakarak çalıştım. Hiçbir şey beklemeden çalıştım. Kötü günler oldu. İyi günler oldu. Kaybettik. Kazandık. Zaman geldi, silahı bıraktım ve yaşamaya devam ettim ve hepsinden önemlisi silahı bırakınca FAŞİZMin ve FAŞİSTin ne anlama geldiğini öğrendim. Biz o gün, teşkilata girdiğimiz o gün hepimiz birer faşist olmuştuk. Teşkilat demenin faşizm olduğunu öğrendim.
Ha bak sana ne anlatacam daha:
Yıllardan sonra ada sayemizde ikiye ayrılmış birçok çocuk anasız babasız kalmış. Bir çok ana oğulsuz kalmış. Dediğim ondan sonra, yine haziran ayı. Mayıs’ta yağmur yağmış, tarlayı gönen etmiştim. On dönümdü. Sürdüm, ikiledim. Susam, karpuz, kavun, darı, fasulye, börülce evde ne bulduysam ektim. Günlerce otunu yoldum, köklerini sakladım. Karpuzlar kavunlar teylendi, darılar püsküllendi. Tam karpuzlar oldu ki gittim, bostanın içinde asker yatıyor. Tarlanın içi asker kaynıyor, tanklar, cipler, binlerce asker; karpuz, kavun teylerini sökmüşler, tanklara kamuflaj yapmışlar. Tarlanın içinde tanklar manevra yapmış. Asker fasulye ve börülceyi söküp kamuflaj yapmış. Dedemin sırtında dağdan taşıyıp getirmiş olduğu (taraça) bağlama taşlarından mevzi yapmışlar. İşte o gün düşündüm de, biz teşkilata faşist olmaya girmişiz ve faşizmin ne olduğunu öğrenmeye girmişiz. Yıllardan sonra, o kadar senenin çalışmasını, gece ve gündüz nöbet beklemeyi, silah kaçırmayı, duvarlara EOKA yazmayı ve silahlı çatışmayı, bir Türk subayından faşist olduğumuzu öğrenmek için ve bir Türk subayının da emeğe değer vermeyebileceğini de öğrenmek için yapmışız.
Dedim ki bize faşist olmayı öğretmişler. Ve biz de faşist olmuşuz.
Dedim ki bu teşkilat bize faşizmi öğretmiş. Ve karşı tarafın faşistlerine de EOKA öğretmiş faşistliği ve faşistçe çarpışmayı. Faşizm sonucu da olan, bu adada kendi haline yaşayan insanlara, karımıza, çocuklarımıza, gelecek nesillere, benim bostana ve bu adaya oldu…”
(DR. DERVİŞ ÖZER – NİSAN 2015)