Simge Çerkezoğlu
Bir yanda dünyaca ünlü, müziğin matematikçisi olarak anılan ve sahnede devleşen isim Fazıl Say, öte yanda çokça kibar, mütevazı, samimiyetle konuşan, kameralardan kaçan ve fazla ilgiden hoşlanmayan Fazıl Say.
Türkiye’de çok seyrek röportaj veren, sadece hatta sadece gazeteci dostlarına konuşan isim, Girne Belediyesi organizatörlüğünde gerçekleşen konser çerçevesinde bizimle tereddütsüz ve samimiyetle konuştu.
Kıbrıs halkını çok sevdiğini ve sık sık burada olmak istediğini söyleyen Say’la sohbetten geriye bu metin ve unutulmaz bir gece kaldı.
“KIBRISLILAR BENİM SEVDİĞİM DİNLEYİCİ TOPLULUĞU”
Kıbrıs’a daha önce pek çok kez klasik müzik konserleri için gelen Fazıl Say, ilk kez bu denli geniş kitlelere hitap ettiği bir konserle müzikseverlerle buluştu. Burada bulunmaktan ve Girne Amfi Tiyatro’da çalmaktan duyduğu mutluluk gözlerden kaçmadı.
“Bu açık hava tiyatrosunda ilk kez çalıyorum. Çok da güzel doluluk oldu. İlgi büyüktü. Kıbrıslı insanlar çok aydın, hem buradaki nüfus hem de Adalı hissiyat kültüre çok açık. Benim çok sevdiğim dinleyici topluluğu. Ben 2000 ve 2006 arasında her yıl Kıbrıs’a geldim. Bellapais Manastırı’nda klasik müzik konserlerine katıldım. Ancak orası küçük bir salondu. 300-400 kişilik, oysa burası 3000 kişilik bir yer. Araya dokuz yıl girdi. Dokuz yıldır Kıbrıs’a gelemedim. Kopukluk oldu. Şimdi yeniden konserlere başladığımız için seviniyorum. Umarım önümüzdeki yıllarda kopukluk olmaz. Her yıl burada çok sevdiğim müzikseverlerle buluşma imkânımız olur.”
“TÜRKİYE’NİN EN ÜNLÜ ŞAİRLERİYLE AYNI MASADA”
Fazıl Say’ın babası Ahmet Say, Türkiye’nin önemli edebiyatçılarından ve müzik insanlarından. Küçük yaştan itibaren müzik eğitimiyle yakından ilgilenen babası bir anlamda onu müzikle buluşturan isim. Ahmet Say’ın oğlu olmayı Fazıl Say’dan dinliyoruz.
“Babam edebiyatçıdır ve müzik yazarıdır. Müzik konusunda, müziğin tarihi, sanatı ve teorik yapısına ilişkin çok kitaplar yazdı, tercüme ve derlemeler yaptı. Kendi yayınevi var ve bu kitaplar ders kitabı olarak özellikle müzik eğitim fakültelerinde ve konservatuarda okutuluyor. Ancak kendisi aynı zamanda değerli de bir edebiyatçıdır. Romanlar ve hikâyeler yazmıştır. Hikâyeci kimliğiyle ödüller kazanmıştır. Şimdi 80 yaşında ve Ankara’da yaşıyor. Zaman zaman elbette onun oğlu olmasaydım hayatım nasıl olurdu diye düşünüyorum. Benim aile bakımından çok şanslı olduğum bir gerçek. Babamın entelektüel çevresi ve edebiyatçı çevresi arasında çok önemli isimler var. Türkiye’de bildiğiniz bütün edebiyatçılarla beraber büyüdüm diyebiliriz. Dolayısı ile bu durum benim için büyük bir şanstır.”
Onlarla ilgili anılarını da anlatan Fazıl Say henüz ilkokul yıllarında babası ve onun şair arkadaşları Cemal Süreya, Metin Altıok, Can Yücel ve daha nice büyük isimle nasıl aynı masada olduğunu anlatıyor.
“1976’da babam, Türkiye Yazıları dergisini çıkarttı. Ankara- Kızılay’da, Sakarya’da derginin dört metrekarelik bir ofisi vardı. Yazarlar içeri sığamadıkları için kapı hep açıktı. Ofisin hemen yakınında Tavukçu Lokantası vardı, hala var. Her akşam gidilirdi. Cemal Süreya, Metin Altıok, Turgut Uyar, onların eşleri ve çocuklar… Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok, ben… Çoğu zaman sandalyelerde uyutulurduk, bazen bağrış çağrış olurdu aralarında. Anlamasak da çok zevkli şeyler dinlerdik.”
Bir röportajında şairleri cismen tanımamanın beste yapmayı zorlaştırdığını söyleyen Fazıl Say, tanıdığı şairler için beste yapmanın apayrı bir ruh hali olduğuna vurgu yapmıştı. Ünlü müzisyen bu açıklamayı bizim için biraz daha detaylandırıyor.
“ Hatırladığınız insanlara duyduğunuz yakınlık, hayalini kurduğunuz yaşamıyla ilgili sizin doğumunuzdan bile önce ölmüş Hayyam veya Nazım Hikmet gibi yazarlardan farklı oluyor. Onları bestelemek daha zor oluyor. Yine de ne olursa olsun bu bir anlamda görev öte yandan mutluluk oluyor.”
“İLK VE YENİ ŞARKILAR”IN DOĞUŞU
İlk şarkılar ve Yeni Şarkılar albümlerindeki şiirlerin Say’ın besteleriyle buluşmasına kötü bir olay, Sivas’ta yaşanan Madımak Katliamı neden oluyor. O gün Almanya’da duyduğu kötü haberle sarsılan ünlü müzisyeni yaptığı bestelerle bir anlamda onları yirmi yıl aradan sonra yeniden canlandırıyor.
“Gerek orkestralı gerek sahne eserlerimde Türk edebiyatı yoğun olarak yer alır. Nazım Hikmet Oratoryosu, Metin Altıok’a Ağıt, Sait Faik gibi… Şarkılarımda da Cemal Süreya olsun Turgut Uyar ya da Can Yücel olsun hepsini tanırdım. Gençlik yıllarıma kadar onlarlaydım. Sonra ben Almanya’ya gittim, bu sürede bazıları aramızdan ayrıldı. Ben hem bu müthiş şiirleri besteleyerek yaptıklarımla onlara olan kader borcumu ödüyorum, hem onları tekrar yeni nesillerle buluşturuyorum. Mesela Cemal Süreyya şiirlerinden Dört Mevsim ve Bu Bizimki Gibi eserlerden pek çok yeni nesil haberdar değildi. Gençler benim bestelerim aracılığı ile Cemal Süreya ya da Metin Altıok’la buluşuyor. Bu da benim için hem bir görevi tamamlamak hem de büyük mutluluk oluyor.”
Türk insanının genelinin klasik müziğe ve çok sesli müziğe karşı önyargılı duruşu Fazıl Say’la toplumunun arasına mesafe girmesine neden oluyordu. Ta ki son yıllara kadar… Bir taksicinin ‘sözlü müzik yapsanız da biz de dinlesek’ önerisiyle yıllar önce şiirlerden yaptığı besteleri hatırlayan Fazıl Say yine tesadüfen besteler için aradığı ses Serenad Bağcan’ı da bulunca ortaya iki CD ve unutulmaz eserler çıkıyor.
“Aslına bakarsanız benim konserlerim yirmi yıldır hep dolu geçiyordu. Kimse konserden sonra da “biz Fazıl Say’ı anlamadık” demiyordu. Böyle sözler aslında hep önyargıdır. Hatta bunlar beni hiç takip etmeyenlerin önyargılarıydı diyebilirim. Yine de haklısınız şöyle bir gerçek var; Türk halkı şarkı ve sözlü müzik sever. Piyanoda Mozart ya da Beethoven’ı dünyanın en iyisi gibi çalsanız da Türk halkının en sevdiği müzisyen ya da müzik tarzı olamazsınız. Türk halkı sözlü müzik ister. Dolayısıyla benim “İlk ve Yeni Şarkılarım” bir anlamda bu açığı kapattı. Türk halkı ile daha derin bağ kurmamıza yol açtı.”
Sadece Anadolu ve Türk şairleri için değil, dünyanın değerli isimleri için de besteler yapan, Mozart ya da Einstein besteleriyle dünyayla buluşan bir isim…
“ Ben her yıl yaklaşık yüz konser yapıyorum. Bunların yetmişle seksen arası da yurt dışında oluyor. Sadece geriye kalan yirmi otuz tanesi Türkiye’de oluyor. Türkiye’nin kültürünü, Türk kültürünü, Batıya, Japonya’ya, Çin’e ya da Amerika’ya taşımak öte yandan Avrupalının çağdaş, modernleşme kültürünün müziğini ve yüzyıllar süren müzik gelişimini Türkiye’de tanıtmak hayatımda köprüleşme yarattı. Hatta köprü bile değil zaman içinde bu benim kendi doğallığım oldu. O yüzden yaptığım müzik sadece Türk ya da Batılılara yönelik değil. Hiçbir zaman da öyle olmadı. Müziğim kendi doğallığında gelişerek bugüne ulaştı. Yaptığım müzik aynı zamanda hem Türklere hitap etti hem de zaman içine dünyadaki herkese hitap etmeye başladı ve hala bu şekilde devam ediyor.
Aşık Veysel sizin için çok önemli bir figür. Sivas katliamı için yaptığınız bestede de Sivaslı olan Aşık Veysel’e yer verdiniz.
“Aşık Veysel’in Kara Toprağı benim yirmi yıl önce piyanoya uyarlayıp bestelediğim, ondan esinlendiğim, onun melodisini almadan ama Aşık Veysel’in Yalnızlık türküsünden esinlenerek yazdığım eserim. Aşık Veysel bir fidan gibi önemli değerdir. Anadolu Kültürü’nde de önemli bir şiiri temsil eder diye düşünüyorum.”
Serenad Bağcan ile İlk ve Yeni Şarkılar olmak üzere iki albüm yapan Fazıl Say bundan sonra da birlikte çalışmaya devam edeceklerini açıklıyor.
“Serenat Bağcan’la iki albüm yaptık. Kendisi aynı zamanda Nazım Oratoryosu ve Sait Faik Eseri’nin de solisti. Benim Hermiyas diye bir başka eserim var, orkestralı ve anlatıcı onun da solisti. Serenad Bağcan, Fazıl Say’ın eserlerindeki ses olmaya başladı tabii. Sadece bu saydığım beş proje bile yeterlidir. Şimdi çıkacak olan yeni eserler de var.”
“YALNIZ HİSSETTİĞİM ZAMANLAR OLUYOR”
Özellikle Türkiye’de pek çok entelektüel isim zaman zaman kendini yalnız veya baskı altında hissediyor. Bu Türkiye’nin bir gerçeği olarak karşımıza çıkıyor. Fazıl Say’ın da herkes gibi kendini yalnız hissettiği zamanlar oluyor mu merak ediyorum.
“Tabii ki kendimi yalnız hissettiğim zamanlar oluyor. Hatta bu durumu hepimiz zaman zaman hissediyoruz. Sadece aydınlar değildir, herkes böyle hissedebilir. Herkes bazen olaylara kızıyor. Herkes bazen kendini tartışmaların içinde buluyor.”