Kıbrıs Türk toplumu 1878 yılında yönetimde elinde bulundurduğu üstünlüğü kaybeder. “Milleti Hakime” artık “hakim” değildir. İngiliz yönetim sistemi içinde 9 Rum temsilciye karşılık sadece 3 kişi ile temsil edilmektedir. Sesini duyurabilmek için 6 İngiliz temsilci ile işbirliği yapmak zorundadır. Bazen, Necati Bey örneğinde olduğu gibi, Kıbrıslı Rumlarla da işbirliği yapmaktadır. Nüfus çoğunluğuna sahip Kıbrıslı Rumlar karşısında azınlık olmayı reddeden Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumların self-determinasyon talebi ile İngilizlerin önerdiği özerklik önerilerine şiddetle karşı çıkmaktadır.
İlk defa, böyle bir ortamda Federal yönetim şeklini gündeme getiren Kıbrıs Türk liderliği, 1950’li yılların ortasında Radcliffe planı görüşülürken yönetimin federal bir anlayışa dayandırılmasını savunur. Başka türlü söylersek, Kıbrıs Türk liderliği Taksim tezinden önce Federasyon tezini gündeme getirmiştir. Kıbrıslı Rumlar Self-determinasyon-Enosis talebini giderek daha güçlü biçimde gündeme getirdiğinde ve EOKA’nın silahlı propagandası ile bunu dayatmaya çalıştığında, sömürge yönetimi ile birlikte Türk tarafı “Çifte-Self-determinasyon” tezini savunur ve 1956 yılının sonundan itibaren “Çifte-Self-determinasyon-Taksim” tezini benimser. Fakat olayların gelişimi ne Kıbrıslı Rumların Self-Determinasyon talebinin ne de Kıbrıslı Türklerin Çifte-Self-Determinasyon talebinin hayata geçirilmesine müsaade eder. 1960 yılında Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur.
Kıbrıs Cumhuriyeti esas itibarıyla federal bir devlettir. Coğrafi değil ama işlevsel (fonkiyonel) bir federasyondur. Çünkü iki toplum arasında güç ve egemenlik paylaşımına dayanmaktadır. Kıbrıs devletinin bu şekilde kurulması Kıbrıs Türk tarafının ve Türkiye’nin ısrarı ile olmuştur. Hatta, Türkiye devletin adının “Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmasını savunuyordu.
21 Aralık 1963 çatışmalarından sonra yapılan Londra Konferansında (Ocak sonu 1964) Türk tarafı coğrafi esasa dayalı Federasyon tezini gündeme getirir ve adanın iki bölgeye ayrılmasını ve nüfus aktarılması yoluyla etnik grupların çoğunlukta olacakları iki bölgeli federasyonun hayata geçirilmesini savunur. Fakat güçler dengesi aleyhine döndüğünden bu tezi kabul edilmez.
1960’lı yıllarda inişli çıkışlı olmakla beraber Federasyon hiç bir zaman gündemden düşmez. 1967 yılında Dedeağaç’ta Yunan Cuntası ile bir araya gelen Süleyman Demirel, Federal Devlet tezini önerir. 1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen Bülent Ecevit’in CHP’si de coğrafi değil ama fonksiyonal Federasyonu programına alır.
Darbe ve Askeri Müdahaleden sonra Türk tarafı, güçler dengesinin lehine dönmesiyle birlikte coğrafi esasa dayalı Federasyon tezini yeniden gündeme getirir. Cenevre görüşmelerinde “Çok-Kantonlu” ve “İki-Bölgeli” olmak üzere hazırlanan çözüm planları coğrafi federasyona dayanıyordu. Federasyon tezine o tarihe kadar karşı çıkan Kıbrıs Rum tarafı artık çaresizdir ve federal devleti kabul etmek zorunda kalmıştır. Nitekim 1977 yılında Makarios iki bölgeli federasyonu kabul ederek Denktaş ile mutabakat imzalar.
Görüleceği gibi, Kıbrıs Türk tarafı 1950’li yılların ortasından 1970’li yılların ortasına kadar FEDERAL çözümü en iyi çözüm olarak görüyordu. Çünkü Federal çözümde önemli kazanımlar elde edeceğini düşünüyordu. Başlıca kazanımları şöyle sıralayabiliriz:
1) Çoğunluğa dayalı bir sistemin kurulmasını durdurmak ve Kıbrıslı Türklerin azınlık olmasını engellemek,
2) Kıbrıslı Türklerin siyasi eşit toplum olarak kendi kendilerini yönetmeleri,
3) Kıbrıslı Türklerin adanın bütününde söz sahibi olmaları,
4) Güç ve Egemenliğin paylaşılması
Türkiye de 1950’li yılların başından itibaren stratejik çıkarlarını federal çözümde görüyordu. Türkiye açısından federal çözümdeki kazanımları şöyle sıralayabiliriz:
Adanın Yunanistan ile birleşmesini engellemek,
Kıbrıslı Rumların yöneteceği ve Kıbrıslı Türklerin azınlık olacağı bir devlet düzeninin kurulmasını engellemek,
Adanın bütününde Kıbrıslı Türklerin söz sahibi olmasını sağlamak.
Türkiye, bu gerekçelerle 1974 sonrasında Taksim tezine karşı çıkıyordu. İki ayrı devlet modeline de rağbet ettiği söylenemez. Çünkü bu tür çözümlerin adanın güneyinde Kıbrıslı Rumların tek taraflı olarak siyaset ve strateji izlemesi ve bunun da Türkiye’nin çıkarlarının aleyhine gelişme tehlikesi vardır.
Şimdi bütün bu kazanımları mülkiyet tutkusu yüzünden tehlikeye mi atalım???