Ödül AŞIK ÜLKER
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıslı Rum diplomat Leonidas Pantelidis ile bir yıllık bir çalışma sonucunda ortaya çıkardıkları C Planı’nın federalist bir plan olduğunu, amacın A Planı’na yani iki bölgeli, iki toplumlu federasyona varmak olduğunu ama bir geçiş süreci öngördüklerini belirtti.
Prof. Dr. Sözen şunları söyledi:
“Plan C’de amaç Plan A’ya yani iki bölgeli, iki toplumlu federasyona varmaktır ama referandumdan bir gün sonra değil, geçiş dönemi sonrasında. ‘A Planı artık işlevsizdir’ diye tartışmalar var, Kıbrıs’ın iki tarafında da B Planı konuşanlar var. B Planı Kıbrıs Türk daha milliyetçi kesimi için iki ayrı devlettir, Kıbrıs Rum tarafındakiler için de üniter devlettir. İkisi de federalist değil. Bizim C Planı diye sunduğumuz plan federalist bir plan ama uygulama ve geçiş süreçleri farklıdır.”
İki toplumun 60lı yılların başlarından beridir ciddi bir işbirliği tecrübesi, işbirliği kültürü yaratamadığını, bu nedenle referandumdan bir gün sonra federasyonu kurup bunu çalıştırmanın riskleri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Sözen, bu tür riskleri bertaraf etmenin bir yolunun iki toplumu işbirliği ve güç paylaşımına dayalı bir sisteme hazırlamak olduğunu vurguladı.
Sözen, “Bugün iki tarafta da güvenlik konusunda çok ciddi kaygılar var. Kurulacak olan federasyonun işlevselliği konusunda çok ciddi ve meşru kaygılar var. Bunların bir gecede çözülebileceğini düşünmediğimizden, referandumdan bir gün sonra böyle bir sistemin işlevsel bir şekilde sıkıntısız çalışmasının çok zor olduğunu, riskli olduğunu düşündüğümüz için, buna bir alternatif olarak, uzun bir geçiş süreciyle toplumu buna hazırlayarak, o hazırlığı yaparken de gerek güvenlik gerek işlevsellik problemlerinin de zaman içerisinde çözüleceğini hesaplayarak bu alternatifi kamuoyunun dikkatine getiriyoruz” diye konuştu.
26 Şubat’ta liderlerin gayri resmi buluşmasının görüşmelerin başlamasına işaret eden bir görüşme olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Sözen, “Keşke iki taraf da belge ile gitse, keşke iki taraf da 30 Haziran Guterres çerçevesiyle ilgili net tavırlarını içeren belgelerle gitse ve süreç biraz daha netleşse. Ama bu iyimser bir beklentidir diye düşünüyorum” dedi.
“Bu (liderler) buluşma kesinlikle görüşmelerin başlamasına işaret eden bir görüşme değil. İki lider arasında gayri resmi bir görüşme olacak. Jane Hole Lute üç kez adaya geldi ve onun misyonu referans belgesini ortaya çıkarmaktır... Lute üç kez adaya geldi, referans belgesi ortaya çıkmadı”
“Liderler buluşması görüşmelerin başlamasına işaret eden bir görüşme değil”
- Soru: Bir süredir müzakerelerde kopukluk var, Lute’un geçici özel danışman atanmasıyla bir hareketlilik başladı ama henüz bir yere varılamadı. 26 Şubat’ta da liderler bir araya geliyor. Bu gayrı resmi görüşmeden çok birşey beklenmiyor ama sizce bu görüşme ne anlama gelir, bir önemi var mıdır?
- Prof. Dr. Sözen: Bu buluşma kesinlikle görüşmelerin başlamasına işaret eden bir görüşme değil. İki lider arasında gayri resmi bir görüşme olacak. Jane Hole Lute üç kez adaya geldi ve onun misyonu referans belgesini ortaya çıkarmaktır. Referans belgesi “tarafların ortak bir vizyonu var mı, sonuç alıcı bir şekilde, çok uzun bir zamana yayılmadan bir stratejik anlaşmaya varma niyetleri var mı ve varsa o anlaşmaya ne şekilde gidecekleri konusunda da net midirler” konularına cevap verir. Referans belgesinin bunları içermesi gerekir ki müzakereler başlayabilsin. Lute üç kez adaya geldi, referans belgesi ortaya çıkmadı. Bütün bunlar olurken, çok ilginç tartışmalar yaşanıyor. Crans Montana’da müzakereler çöktükten, Kıbrıs konferansı kapatıldıktan sonra bugüne kadarki çözüm parametreleri konusunda çok ciddi bir tartışma var, diğer taraftan da müzakerelerde izlenen metodoloji sorgulanıyor. Bu iki konuda çok ciddi tartışmalar var. Bununla beraber Kıbrıs Rum liderinin ortaya attığı, ilk önce gevşek federasyon sonrasında da “Ben bunu demek istemedim” diyerek, tamamen merkezi hükümetin daha zayıf olacağı, gücün kanatlara yayılacağı desantralize federasyondan bahsetmeye başladı. Daha sonra 4 Temmuz belgesinin çıktığı günkü BM tutanaklarını gündeme getirdi. Bütün bunlar kafa karışıklığı. Kısacası iki liderin buluşması, görüşmesi bu konularda bir netlik ortaya çıkaracaksa faydalı olacaktır.
“Lute’un olduğu bir toplantı çok daha faydalı olurdu”
- Soru: Böyle bir buluşmanın Lute’nin varlığında yapılması daha faydalı olmaz mıydı?
- Prof. Dr. Sözen: Bu misyonu Lute götürüyor. Lute’un olduğu bir ortamda böyle bir toplantının olması elbette çok daha faydalı olurdu, daha sağlıklı olurdu. Ama en azında iki lider bu tartışılan konularda kafalarını daha net bir noktaya getirebilirse, bu konularda görüşleri netlik kazanabilirse, bu Lute’a dolaylı yönden yardımcı olur. Çünkü Lute burada değil ama Lute’nin gözü kulağı diyebileceğimiz Elizabeth Spehar buradadır, o Lute’a aktaracaktır. Daha önce de söylediğim gibi, iletişim ne kadar dolaysız, direkt olursa o kadar faydalı olur, ne kadar az aracı olursa, fikirler çok daha net, çarpıtılmadan ortaya konur ve anlaşılır.
Şunu da söylemek isterim, önümüzdeki haftalarda ciddi bir sürecin başlayabileceğini düşünmüyorum. Özellikle de dışsal faktörler önemli. Türkiye şu anda 31 Mart seçimlerine odaklanmış durumda. Türkiye’nin, bir garantör ülke olarak, Kıbrıs konusunda bu seçimlerden önce ciddi bir adım atabileceğini düşünmüyorum, mantıklı da görmüyorum. Türkiye Crans Montana’da kapatılan konferansın önemli bir aktörüydü. Diğer taraftan Yunanistan’da da siyasi istikrar çok parlak bir durumda değil, orada da yakın bir zamanda erken seçim gündeme gelebilir. Bu saatten sonra tekrardan bir müzakere süreci olacaksa, üç garantör ülkenin de çok yakından dahil olacağı bir süreç olması lazım. AP seçimleri de var. Bütün bunlar varken, sadece iki liderin iradeleriyle yeniden bir sürecin kısa bir süre içinde başlayacağını şu anda görmüyorum.
Kayıp tutanak...
- Soru: Rum tarafında 4 Temmuz tutanağının kayıp olduğu konusu gündemde tutuluyor. Bu konu süreci nasıl etkiler?
- Prof. Dr. Sözen: Bunun komik olduğunu düşünüyorum. Çünkü müzakerelerde bütün taraflar tutanak tutar. Yani Kıbrıs Rum tarafının da bir tutanağı vardır, Kıbrıs Türk tarafının da bir tutanağı vardır. O yüzden kayıp bir tutanak olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca BM her zaman kendi tuttuğu tutanakları taraflarla paylaşmak zorunda da değildir. Bunu, Anastasiadis’in zaman kazanmak için, ortalığı biraz daha bulandırmak için izlediği bir taktik gibi görüyorum.
“Keşke iki taraf da (26 Şubat’ta) belge ile gitse, keşke iki taraf da 30 Haziran Guterres çerçevesiyle ilgili net tavırlarını içeren belgelerle gitse ve süreç biraz daha netleşse. Ama bu iyimser bir beklentidir diye düşünüyorum”
- Soru: Rum Lider Anastasiades’in 26 Şubat’ta bazı fikirler getireceği de iddia ediliyor...
- Prof. Dr. Sözen: Belge olmayan belge şeklindeki bir kağıtla oraya gidebilir. Bu, konuların netleşmesine yardımcı olacaksa olumlu birşey olur. Gerçekten bir belgeyle gelir mi, bilemiyorum. Keşke iki taraf da belge ile gitse, keşke iki taraf da 30 Haziran Guterres çerçevesiyle ilgili net tavırlarını içeren belgelerle gitse ve süreç biraz daha netleşse. Ama bu iyimser bir beklentidir diye düşünüyorum.
“Ciddi bir hareketlilik beklemiyoruz”
- Soru: Sizin de bahsettiğiniz seçim süreçleri nedeniyle Haziran’dan önce bir süreç beklenmiyor...
- Prof. Dr. Sözen: Ciddi bir hareketlilik beklemiyoruz. Özellikle üç garantör ülkenin de yakınen dahil olacağı bir süreç görmüyorum. Umarım yanılırım, yanılmayı da çok isterim ama yıllardır bu süreçleri takip eden bir kişi olarak bunun olması konusunda çok ihtimal görmüyorum.
Hidrokarbon konusu...
- Soru: Hidrokarbon konusunda hareketlenme var. İki taraftan açıklamalar geliyor, Türkiye Dışişleri Bakanı ikinci sondaj çalışmalarını güneye kaydıracaklarını söyledi. Bu gelişmeler süreci nasıl etkileyecek?
- Prof. Dr. Sözen: Hidrokarbon konusunda geçmişte yaşananlara baktığımızda iki farklı gelişme olabilir. Bu tamamen iki tarafın ve diğer ilgili tarafların iradesiyle alakalı. Geçmişte hidrokarbon konusundaki sondajlar yapılırken müzakerelerin devam ettiğini de gördük, Türkiye NAVTEX yayınladı diye Anastasiadis’in müzakereleri sonlandırdığını da. Bu tamamen tarafların iradesiyle alakalı birşey. Türkiye İtalyan ENI’nin aramasını fiziksel olarak donanmasıyla engellemişti ama Exxon Mobil ile 10. parselde böyle birşey yapılmadı. Bu enteresandır. Exxon Mobil’in olduğu bölge Türkiye’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeyle çakışan bir alan değildir ama diğer taraftan “bütün bu bölgede Kıbrıs Türk tarafının da hakkı var” diyorsunuz. Bu önemli.
Ayrıca o bölgede gerçekten kâr niteliği taşıyacak boyutta bir doğalgaz kaynağı var mı, bu önemli. Anastasiadis buna da oynuyor diye tahmin ediyorum. Eğer gerçekten orada Mısır’ın ZOHR yatağı gibi büyük bir yatak varsa, tahmin ediyorum Anastasiadis’in kafasının arkasındaki düşünce “böyle bir kaynak bulunursa ben Amerika’yı da arkama alıp elimi daha da güçlü yapıp, ona göre müzakerelere otururum” idi. O yüzden buradan ne tür sonuçlar çıkacağı önemli.
Benim aldığım bilgiye göre, birinci kazdıkları kuyudan önemli bir miktar çıkmamış. İkinci kuyuda da kâr değeri çok yüksek bir kaynağın olmadığı söyleniyor. Eğer durum böyleyse Anastasiadis planını uygulayamayacak, öyle bir durumda herhalde müzakerelere dönmeyi daha fazla isteyecektir veya dönmek dıurumunda kalacaktır.
- Soru: Siz direkt temasın önemini her zaman vurgularsınız. Cumhurbaşkanı Akıncı son dönemde AKEL Genel Sekreteri Kiprianu ve DİSİ Başkanı Neofitu ilegörüştü. Bunlar önümüzdeki süreç açısından ne anlama gelir?
- Prof. Dr. Sözen: Taraflar arasında, sadece liderler değil, diğer siyasi aktörlerin de bir araya gelip görüşmesi sadece ve sadece Kıbrıs meselesinin çözülmesini kolaylaştırır. Aktörlerin birbirlerinin Kıbrıs meselesine bakışlarını anlamak bakımından birinci elden bilgilenmeleri çok daha sağlıklıdır. Ben bunları faydalı görüyorum. Sadece cumhurbaşkanının değil, diğer siyasi aktörlerin de temaslar yapması önemlidir. Siyasi parti liderlerinin veya bu konularla ilgilenen komite üyeleriyle güneydeki siyasi parti yetkililerinin görüşmesinin faydalı olduğunu düşünüyorum.
C Planı nasıl ortaya çıktı?
- Soru: Kıbrıslı Rum diplomat Leonidas Pantelidis ile bir yıllık bir çalışma yaptınız ve ortaya C Planı adıyla bir fikirler dizisi çıktı. Son dönemde yeni fikirlerin gündeme gelmesi zaten konuşuluyor. Bunu açıkladınız, İsviçre modelinden esinlendiniz. Bu modelle federasyonun çökme ihtimalinin azalacağını söylüyorsunuz. Bu çalışma nasıl ortaya çıktı?
- Prof. Dr. Sözen: Son 3-5 aydır, özellikle BM Genel Sekreteri’nin raporunda “taze fikirlere ihtiyaç var” dendikten sonra bu konu tartışılmaya başlandı. Ama biz çok öncesinde bu çalışmaya başladık. Leonidas Pantelides Rum tarafındaki önemli diplomatlardan birisi. Daha önce Amerika, Rusya, İsviçre, Atina ve İsveç Büyükelçiliği yapmış. Bir yıldan biraz fazla zaman önce emekli oldu. Daha önceden tanışmıyorduk, emekli olduktan sonra ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla benimle temasa geçti ve deneyimlerimizi birleştirip ne yapabileceğimizi konuşmaya başladık. Kıbrıs meselesinde sıkıntı nerededir, hangi konulardır, metodolojide sıkıntılar nedir, bunları nasıl aşabilirizi tartıştık. Konuştukça fikirlerimizin birbirine çok yakın olduğunu gördük. Kendisi özellikle Klerides döneminde müzakerelere çok yakından girmiş birisi, ben de 90’lı yıllardan beridir bu konularda gerek doktora tezi, gerek makaleler yazmış biriyim. Tartışmalarımız sonrasında yazmaya başladık.
Kıbrıs için nevi şahsına münhasır bir model de yaratabiliriz ama varolan modellerde, sistemlerde neler çalışıyor, neler çalışmıyor, hangi usurlar başarılı, hangileri başarılı değil görme sşansımız var. Bunlardan esinleniyoruz. İsviçre modeli de esinlendiğimiz bir modeldir. Çünkü İsviçre’de uzun bir süredir başarılı şekilde uygulanan bir sistem var. Biz onu alıp Kıbrıs’a aynen uygulamıyoruz, kendimize uyarlıyoruz. Belçika modelinden de esinlendik.
“Plan C’de amaç Plan A’ya yani iki bölgeli, iki toplumlu federasyona varmaktır ama referandumdan bir gün sonra değil, geçiş dönemi sonrasında. ‘A Planı artık işlevsizdir’ diye tartışmalar var, Kıbrıs’ın iki tarafında da B Planı konuşanlar var. B Planı Kıbrıs Türk daha milliyetçi kesimi için iki ayrı devlettir, Kıbrıs Rum tarafındakiler için de üniter devlettir. İkisi de federalist değil. Bizim C Planı diye sunduğumuz plan federalist bir plan ama uygulama ve geçiş süreçleri farklıdır”
“Amaç iki bölgeli, iki toplumlu federasyona varmak ama...”
- Soru: C Planı nedir?
- Prof. Dr. Sözen: Amaç Plan A’ya yani iki bölgeli, iki toplumlu federasyona varmaktır ama referandumdan bir gün sonra değil, geçiş dönemi sonrasında. “A Planı artık işlevsizdir” diye tartışmalar var, Kıbrıs’ın iki tarafında da B Planı konuşanlar var. B Planı Kıbrıs Türk daha milliyetçi kesimi için iki ayrı devlettir, Kıbrıs Rum tarafındakiler için de üniter devlettir. İkisi de federalist değil. Bizim C Planı diye sunduğumuz plan federalist bir plan ama uygulama ve geçiş süreçleri farklıdır.
“İki toplum maalesef 60lı yılların başlarından beridir ciddi bir işbirliği tecrübesi, işbirliği kültürü yaratamamıştır. Bu yaratılmadığı için de referandumdan bir gün sonra federasyonu kurup bunu çalıştırmanın riskleri büyüktür. Yani böyle bir çözümün, sistemin işlevselliği konusunda garantisi yoktur, çökebilmesine dair büyük riskler vardır... Bu riski bertaraf etmenin bir yolunu iki toplumu da bu işbirliği ve güç paylaşımına dayalı bir sisteme hazırlamanızdan geçer. Bunun için biz 8-10 yıllık bir geçiş, uygulama süreci öngörüyoruz”
“Çökme riskini bertaraf etmenin yolu...”
Uzun yıllardır Kıbrıs’ta bir A Planı var, iki bölgeli, iki toplumlu federasyon. Bu bir geçiş dönemi olmadan, referandumdan bir gün sonra uygulamaya geçecek olan güç paylaşımına dayalı çok önemli bir işbirliği öngörüyor. Ben yıllardır bunun sakıncalı olduğunu, söylemiş biriyim. İki toplum maalesef 60lı yılların başlarından beridir ciddi bir işbirliği tecrübesi, işbirliği kültürü yaratamamıştır. Bu yaratılmadığı için de referandumdan bir gün sonra federasyonu kurup bunu çalıştırmanın riskleri büyüktür. Yani böyle bir çözümün, sistemin işlevselliği konusunda garantisi yoktur, çökebilmesine dair büyük riskler vardır. Nitekim 60’taki sistem 63 yılına kadar zar zor gidebildi ve sonra çöktü. Bu riski bertaraf etmenin bir yolu iki toplumu da bu işbirliği ve güç paylaşımına dayalı bir sisteme hazırlamanızdan geçer. Bunun için biz 8-10 yıllık bir geçiş, uygulama süreci öngörüyoruz.
Öncelikle taraflar belli fikirler üzerinde anlaşır, bir yol haritası ortaya çıkarır. Birinci yılda taraflar referamduma gider, yol haritası kabul edilir ve ilk aşamada iki tarafın katılımıyla bir kurucu meclis ortaya çıkar. Bu kurucu meclis federal anayasayı yapar ve ikinci bir rerefandumla bu anayasa halkın oyuna sunulur. Geçiş dönemi içerisinde işbirlikleri geliştirilir, kurumlar kurulmaya başlanır, toprak ayarlaması, mülkiyet konusu çözülür ve sonra bütün organlarıyla çalışan bir federasyona varırsınız. Bu dönem içerisinde güvenlik, işbirliği kültürü geliştirilir ve geçiş döneminden sonra ulaşılan federatif sistem daha sağlam ve daha uzun vadeli olur.
İşleyiş...
- Soru: İşleyiş nasıl olacak?
- Prof. Dr. Sözen: Genel anlamda iki bölgeliliği koruyarak ama bunu iki kurucu devlet değil, Belçika’da da olduğu gibi, iki dil grubu şeklinde yaparsınız. Bu iki bölge içerisinde 6 ile 12 arasında bölgeler yaratırsınız. Federal hükümetin birçok yetkilerini bölgelere yayarsınız. Buradaki esas amaç tamamen desantralizasyon ile yetkileri birçok siyasi aktöre yaymak ve bu aktörleri daha etkin kılmaktır. Böylelikle birçok karar, merkezi hükümette değil, daha yerelde alınır.
“Aşırılığı törpüleyecek”
Yasamada yine ikili bir parlamento olacak, üstte eşit sayıda Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum üyesiyle senato olacak. Alt parlamentoda da daha çok nüfus oranıyla alakalı bir yapı olacak ve temsilciler bölgelerden gelecek. Yürütme organı olarak da öngördüğümüz 9 kişilik Bakanlar Kurulu var, altısı Kıbrıslı Rum üçü Kıbrıslı Türk. Buna bir başkan bir başkan yardımcısı öngörüyoruz, bu belki Talat-Hristofyas döneminde varolan çapraz oyla seçilen başkan ve başkan yardımcısı olur, dönüşümlü olacak şekilde bir sistem veya parlamentonun seçeceği başkan ve başkan yardımcısı, o da Annan Planı’na yakın bir durum. Burada bizim farklı öngördüğümüz, bakanlar kurulu üyeleri tamamen iki taraftaki siyasi partilerin göndereceği kişiler olacak ve başkan ve başkan yardımcısının partilerin önerecekleri isimlerden seçeceği şekilde. Parlamenter seçimlerle partilerin aldıkları oya göre gönderecekleri temsilciler Bakanlar Kurulu üyeleri olacak. Örneğin şu andaki duruma göre 3 üyenin ikisi UBP, biri CTP, 6 üyenin ikisi DİSİ, ikisi AKEL, biri DİKO ve biri EDEK olabilir. Bu konulara tüm kesimlerin katılacağı ve bir mutabakatla karar alınmasını gerektirir. Bu aşırılıkları törpüleyen bir sistemdir. Bu tarihsel “düşmanlıkları” da törpüleyecek ve işbirliği kültürünü artıracaktır. Düşünün ki, hem çok federasyon yanlısı partilerin temsilcilerini, hem de federasyona çok sıcak bakmayan partilerin temsilcilerini bir araya getiriyorsunuz ve bütün kesimlerin temsiliyetini sağlıyorsunuz. Bu UBP ile DİSİ’nin de yakınlaşmasını, işbirliğini kolaylaştıracaktır. Bu uygulama kararları ortak ve mutabakatla alma kültürünü, ılımlılığı motive edecek ve aşırılığı törpüleyecektir.
Devletin yetkilerini desantralizasyon şeklinde birçok aktöre yaydığınız zaman da yürütme gücünü tek bir kişinin elinden almış olacaksınız. Diyelim ki, günün birinde çok milliyetçi bir başkan veya başkan yardımcısı seçilebilir ve bütün devletin yönünü değiştirebilir. Bu sistemle bunu da önlemiş oluyoruz.
Bu arada, çeşitli düzeylerde, merkezi hükumette, federal bölgelerde ve yereldeki karar almada yaşanabilecek tıkanıklık durumlarında da, İsviçre’de olduğu gibi referandum mekanizmasının kullanılabileceğini öneriyoruz. Bu çoğu zaman “önleyici” bir mantıkla kullanılır ve siyasi aktörler, referandum mekanizmasını kullanmaktansa, işbirliği ve mutabakatı tercih eder.
“Liderlere gönderdik”
- Soru: Bu çalışmayı liderlere sundunuz mu?
- Prof. Dr. Sözen: Resmi bir şekilde sunmadık. Basına çıkmadan önce ve ne yapmaya çalıştığımızın mesajını liderlere e-mail yoluyla gönderdik.
- Soru: Herhangi bir geri dönüş oldu mu?
- Prof. Dr. Sözen: Hayır. İki lider de boş oturmuyor, bir çok işleri var. O yüzden bakma fırsatları oldu mu, olmadı mı bilemiyorum.
“Bugün iki tarafta da güvenlik konusunda çok ciddi kaygılar var. Kurulacak olan federasyonun işlevselliği konusunda çok ciddi ve meşru kaygılar var. Bunların bir gecede çözülebileceğini düşünmediğimizden, referandumdan bir gün sonra böyle bir sistemin işlevsel bir şekilde sıkıntısız çalışmasının çok zor olduğunu, riskli olduğunu düşündüğümüz için, buna bir alternatif olarak, uzun bir geçiş süreciyle toplumu buna hazırlayarak, o hazırlığı yaparken de gerek güvenlik gerek işlevsellik problemlerinin de zaman içerisinde çözüleceğini hesaplayarak bu alternatifi kamuoyunun dikkatine getiriyoruz”
“İki tarafın hassasiyetlerine de cevap veriyor”
- Soru: Bu model iki tarafın hassasiyetlerine de cevap veriyor mu?
- Prof. Dr. Sözen: Amacımız o. Biz gerçekçi bir şekilde şunu tespit ediyoruz, bugün iki tarafta da güvenlik konusunda çok ciddi kaygılar var. Kurulacak olan federasyonun işlevselliği konusunda çok ciddi ve meşru kaygılar var. Bunların bir gecede çözülebileceğini düşünmediğimizden, referandumdan bir gün sonra böyle bir sistemin işlevsel bir şekilde sıkıntısız çalışmasının çok zor olduğunu, riskli olduğunu düşündüğümüz için, buna bir alternatif olarak, uzun bir geçiş süreciyle toplumu buna hazırlayarak, o hazırlığı yaparken de gerek güvenlik gerek işlevsellik problemlerinin de zaman içerisinde çözüleceğini hesaplayarak bu alternatifi kamuoyunun dikkatine getiriyoruz.
Şunu da söylemek isterim ki, bu çalışma kesinlikle ikimizin inisiyatifidir, herhangi bir sivil toplum örgütü, siyasi parti, iş çevresinden destek alınmamıştır. 2-3 ay önce yurtdışından ve ülkemizden çok kısıtlı sayıda kişiyle bu çalışmamızı paylaştık ve onların da katkılarını alarak çalışmayı tamamladık. İkimizin bu kadar yıllık tecrübelerini kullanarak, özellikle kamuoyunda bir tartışma ortamına katkı sağlamak için bunu yapıyoruz. Biz “bu sistem en doğrusudur, en iyisini biz biliriz, kesinlikle bu olmalıdır” demiyoruz, “tek seçenek federasyondur” söylemine bir alternatif sunduk, yine federalist bir plan ama yol haritası olarak farklı bir metodoloji izliyor.