Giriş
Yaklaşık 11 yıl önce Gaile dergisinde “Federasyon: Türkiye’nin ‘tercihi’, ABD’nin kabulü” başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıda yaşanan süreci anlatmış ve federasyonun Türkiye’nin uzun çabalar sonucunda dünyaya kabul ettirdiği bir çözüm şekli olduğunu belirtmiştim. Bu yazıda, NATO’da bir uzlaşı sonunda oluşan Kıbrıs Cumhuriyetinin iki toplumlu yapısının çöküşü sonrasındaki çözüm yöntemlerine kısaca değinecek ve yaşanan sürecin federasyon seçeneğini ortadan kaldırıp kaldırmadığını tartışmaya çalışacağım.
Kıbrıs Cumhuriyeti ve İki Toplumlu Yapının Çöküşü
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç NATO ülkesi olan, Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık arasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) de doğrudan desteğiyle yapılan pazarlıklar sonucunda oluşan bir uzlaşıyla kurulduğu daha önceki yazılarımda anlatılmıştı. Bu uzlaşı sürecinde Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk elitlerinin fikirleri alınmamış ancak Enosis ve Taksim mücadelesi veren kişiler yeni devletin yöneticileri olmuşlardı. Cumhuriyet’in yaşayabilmesi için öncelikle iki liderliğin özel işbirliği yapması gerekiyordu. Bu yapılmayıp Enosis ve Taksim politikaları devam edince 1963 sonundaki kıvılcım Kıbrıs’ı yangın yerine çeviriyordu. Çatışmaları durdurmayı amaçlayan Birleşmiş Milletler’deki (BM) görüşmeler Mart 1964’te alınan kararla devletin iki toplumlu yapısını sona erdiriyordu.
NATO’nun/ABD’nin Federasyon Seçeneğini Dışlaması
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken bağımsız federal Kıbrıs seçeneği dışlanmış, Enosis ve Taksim ise yasaklanmıştı. Taksim’e en yakın seçenek olduğu düşünülen coğrafi temeldeki federasyon da Türk tarafının gerçekleşemeyen arzusu olarak kalmıştı. Batı dünyasının lideri ABD, özellikle coğrafi temele dayanan, federasyon seçeneğine karşı çıkmıştı.
Durum böyleyken Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden henüz dört yıl geçmişken Kıbrıs’ta başlayan toplumlararası çatışmalar nedeniyle, ABD daha önce reddettiği ve Türkiye ve Yunanistan arasında gerginlik kaynağı olacağını düşündüğü Enosis/Taksim seçeneğini 1964’te Acheson aracılığıyla Türkiye ve Yunanistan’a tartıştırmıştı. Dünyada komunizme karşı mücadelenin yaşandığı ve NATO içi dayanışmanın en önemli görüldüğü dönemde bu seçeneklerin tartışılması, Yunanistan ve Türkiye’nin elitlerine uygun zamanda gönüllerinden geçeni yapabilecekleri izlenimini vermişti. Soğuk Savaş’ın en sert yaşandığı koşullarda yaşansa bile bu algı ABD’nin arzu etmediği sonuçlar üretmesi bakımından büyük önem taşıyordu. 1967 krizi, 1974’teki Yunan cuntasının Kıbrıs’taki darbesi ve ardından gerçekleşen Türkiye’nin adaya müdahalesi hep uygun koşulların oluştuğu felsefesiyle pratiğe taşınmıştı. 1967’de gücünün doruğunda olduğunu düşünen Grivas, “asileri” cezalandırmak için emrindeki askerlerle iki Kıbrıs Türk köyüne saldırıyor ve bunun sonucunda Yunanistan adada yasadışı olarak bulundurduğu askerlerini geri çekmek zorunda kalıyordu.
1967 Krizi ABD’nin devreye girmesiyle sona erdi. Böylesi bir olayın yeniden yaşanmaması için, Türkiye ve Yunanistan yerine, Kıbrıs’taki iki toplumun yapacağı görüşmelerle adadaki soruna çözüm bulunması hedeflendi. 1968’de başlayan görüşmelerde Kıbrıslı Rum liderliğinin gerileyebildiği son nokta, Kıbrıslı Türklere kendi bölgelerinde yerel otonomi verilmesiydi. Türkiye’nin de onayıyla Kıbrıslı Türk liderliği bu öneriyi kabul etti. ABD ve NATO açısından bu anlaşma memnuniyetle karşılandı. Artık Kıbrıs istikrara kavuşacak ve Türkiye ile Yunanistan esas görevleri olan anti-komünist mücadeleye daha fazla odaklanabileceklerdi. Ancak Denktaş-Kliridis Anlaşması Makarios tarafından ayrılıkçılığa yol açabileceği gerekçesiyle reddedildi. Görüldüğü gibi, 1974 öncesinde yerel özerklik Kıbrıs Türklerinin kabul ettiği bir çözümdü ve federasyon temelinde herhangi görüşme gündemde değildi. 1964 yılında Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile ilişkilerinde yaşanan yumuşama sırasında Moskova’nın önerdiği federasyon seçeneği ise ABD tarafından tepki ile karşılandı ve “Sovyet modeli” federasyona karşı, Türkiye’ye “federasyonun ne olduğunun öğretilmesi gerektiği” raporları hazırlandı.
Federasyon Seçeneğinin Gündeme Gelişi
Enosis/Taksim seçeneğinin önerildiği Acheson Planının reddedilmesinden sonra, Türkiye de ABD gibi bağımsız Kıbrıs seçeneğini savunmaya başladı. Türkiye açısından bunun gerekçesi kantonlarda yaşayan Kıbrıslı Türklerin kendi bölgelerinde Taksim’i gereçekleştirdiklerine olan inançtı. Ayrıca, Kıbrıslı Türklerin yaşam kalitesinin 1964 yılından sonra giderek yükselmeye başlaması Türkiye’nin bağımsız Kıbrıs politikasını desteklemeye yöneltmişti.
1973 yılında kurulan Bülent Ecevit hükümeti bu politikanın sonunu getirdi. Yeni Türkiye hükümeti artık federal çözümü savunduğunu ilan ediyordu. Ancak Türkiye’nin artık savunmaya başladığı federasyon, Makarios, Yunanistan ve ABD’nin 1960’tan beri reddettikleri bir düzenlemeydi ve kabul görmedi. Özellikle coğrafi temele dayanan federasyon, bölgeler arası nüfus değeşimini gerektirdiğinden ABD açısından kabul edilmiyordu. Nüfus değişiminin bir yandan pahalı bir proje olduğu düşünülüyor, diğer yandan da insani bulunmuyordu.
1970 yılında ABD ile Sovyetler Birliği arasında yaşanan yumuşama iki blok içindeki katı ilişkileri de gevşetmiş ve ittifak üyelerinin ulusal çıkarlarını daha fazla korunabileceği bir ortam yaratmıştı. 1974’te Yunan cuntası, ABD’nin ittifak üyeleri üzerindeki nüfuzunun azaldığı düşüncesiyle Kıbrıs’ta askeri darbenin kabul göreceğini düşündü. Aynı anlayışla hareket eden Türkiye de, Yunan darbesi sonrasında yıllardır beklediği fırsatı geri çevirmedi ve adaya askeri müdahalede bulundu. Böylece, daha önce ABD’nin siyasi olarak pahalı ve gayri-insani olarak nitelendirip karşı çıktığı çoğrafi temelde federasyon seçeneği “doğal” yollardan gerçekleşmiş oldu. İkinci Harekat öncesinde çok kantonlu sistem kabul görürken sonrasında iki bölgeli model daha fazla taraftar buldu. Türkiye ve Kıbrıslı Türklerinin savunduğu federal model önceleri Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar tarafından kabul görmemişti ancak bu zaman içinde değişecekti.
Federasyonun Kıbrıslı Taraflarca Kabulü
1977 Makarios-Denktaş Doruk Anlaşması Kıbrıs’taki iki toplumun da federasyon modelini kabul ettiklerini ilan ediyordu. 12 Şubat’ta Lefkoşa’da yapılan ve BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın da hazır bulunduğu görüşmede 4 maddelik bir ilke anlaşması imzalandı ve iki taraf da ‘bağımsız, bağlantısız bir federal cumhuriyet’ kurulması konusunda uzlaştılar. Aslında Makarios’un federasyonu kabul etmesi bir süreç sonunda gerçekleşmişti. 1974’ten sonra federalizmi benimseyen Henry Kissinger, Makarios’u ikna eden ana aktör oldu. Kissinger federasyona sıcak yaklaşamayan Makarios’u aylarca süren hazırlıktan sonra 29 Eylül 1975’te bu seçeneği görüşmeye ikna etti. New York’ta gerçekleşen görüşmede Makarios, federal devlette Kıbrıslı Türklerin yöneteceği bölgenin % 25’in altında olması halinde mantıklı bir çözümün (reasonable settlement) olabileceğini söyledi. Kissinger bu oranın Türk tarafınca kabul edilmeyeceğini ve oranın artırılması gerektiğini belirtti. Kissinger, Mağusa ve Omorfo’dan bir miktar toprakla Lefkoşa-Mağusa karayolunun güneyinde kalan bölgenin iadesinin makul bir çözüme ulaşılmasını sağlayabileceğini ifade etti. Makarios’la belli bir aşama kateden Kissinger bu kez konuyu tartışmak için 20 Kasım 1975’te Denktaş’la biraraya geldi. Kıbrıslı Türkler zaten 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ilan etmiş ve o yöndeki eğilimini dünyaya göstermişlerdi. Kissinger-Denktaş görüşmesinde toprak oranı da konuşuldu. Kissinger görüşmede Makarios’un % 28 oranındaki toprağın Kıbrıs Türk tarafında kalmasını kabul edebileceğini açıkladı. Türk tarafının tavrı ise, % 30 oranındaki toprağın Kıbrıs Türk bölgesinde kalması yönüydeydi. Hatırlanacağı gibi, 2000’li yılların başında Annan Planı olarak bilinen Birleşmiş Milletler (BM) belgesindeki önerilen % 29 artı oranı, 1975’ten beri gündemde olan oranların ara kesitiydi.
1975 yılında gündeme gelen ve daha sonra BM gözetiminde yürütülen görüşmelerdeki ana felsefe, Kıbrıs sorununun federal temelde çözülmesiydi. BM, görüşmeler sürecinde sürekli federal çözüm perspektifini canlı tutmaya çalıştı. Ancak Kıbrıs’taki iki taraf da federalizm temelinde çözüme odaklanacaklarını ifade ederlerken, bu yönde hareket etmediler. Kıbrıs Rum tarafı üniter devlet, Kıbrıs Türk tarafı da konfederal/iki egemen yapı üzerinde oluşturulacak bir çözümü hedeflediler. Örneğin, 1977’de imzalanan anlaşmanın mürekkebi kurumadan 1978’de Kıbrıs Türk tarafının BM’ye sunduğu öneriler konfederasyonu hedefliyordu. Görüşmeler on yıllar boyu sürekli kesintiye uğrayarak devam etti. Bu süreçte, sadece federasyon yanlısı Kıbrıslı Türk liderler tarafından federasyon temelinde görüşmeler yapılabildi. Diğer yapılan görüşmeler, Kıbrıslı Türklerin konfederasyon ve iki devletli çözüm, Kıbrıslı Rumların ise üniter devlet önerileri nedeniyle başarıya ulaşamadı. Yakın dönemde ise sorunun federal temelde çözümü, Kıbrıslı Rum liderin masayı terketmesi nedeniyle başarısız oldu. Bu yaşanan olumsuzluğa rağmen, sorunun çözümünün ancak federal temelde gerçekleşebileceği herkes tarafından bilinmektedir.
Sonuç
Kuzey Kıbrıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Kıbrıs Türk liderliği ve Türkiye tarafından “federasyon temelinde görüşmeler sona erdi, artık farklı çözüm yöntemleri denenmelidir” söylemi dile getirilmeye başlandı. Yeni Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Kıbrıs’ta federasyon tezinden vazgeçme nedenini “Türkiye’nin zaman içinde Kıbrıs’taki söz hakkının yok olması tehlikesiyle” açıkladı. İki egemen devletin varlığının savunulduğu bu yaklaşım, bugüne kadar kabul görmüş BM parametrelerinin değiştirilmesini gerektirmektedir. Güney Kıbrıs’taki yönetimin tüm dış ilişkilerinde federasyon temelinde çözümü savunmaya devam ettiği görülürken BM’nin önerdiği 5+1 görüşmelerinde nasıl bir gelişme yaşanacağı merak konusudur. Yeni söylem, muhtemelen Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikaları ve ABD ile Avrupa Birliği ile olan sıkıntılı ilişkileriyle ilgilidir. Geçmişte defalarca yaşandığı gibi, taraflar milli çıkarlarını korumak için Kıbrıs müzakerelerini koz olarak kullanmaktan çekinmemişlerdi. Belli ki bu kez de, benzer senaryo sahnelenmektedir. Ankara’nın dış politikada belli oranda ilişkilerinin rayına girmesiyle Kıbrıs konusunda olumlu yaklaşım gösterip müzakere masasının yeniden kurulması çağrısında bulunabilir. Çünkü Türkiye’deki siyasi elitler, Ankara’nın önerisi olan federal çözüm dışında bir yaklaşımda bulunulması halinde, ne Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunu, ne dünya kamuoyunu, ne Güney Lefkoşa ile Atina’yı yeterince tatmin edebileceklerini biliyorlardır.