Özlem Onar
Neden, biz felsefe yapma geleneğine sahip değiliz? Neden, felsefenin yüzü hep batıya bakıyor? Doğuda çok değerli edebiyatçılar, sanatçılar, bilim insanları, sporcular v.b. olmasına rağmen, neden batıdaki anlamıyla felsefeye sahip değiller? Avrupa’nın doğusunda bulunan Rusya, dünya edebiyatında Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin gibi çok değerli filozofa yakın yazarlara sahipken, neden özgün bir felsefe geleneğine sahip değildir? Günümüzde bizler hem özel yaşam alanımızda, hem de sosyal yaşam alanımızda felsefenin yer almasını arzuluyor muyuz? Cevabınız ‘evet’ ise kronolojik olarak felsefe ve bilim tarihini irdelemenin çok yararlı olacağı kanısındayım. Takdir edersiniz ki, felsefenin doğuşundan günümüze kadar geçirdiği süreçleri ele almak, uzun bir zaman diliminde yoğun bir çalışmayı gerektirir. İşte bu noktada kendi toplumumuzun yapısı üzerinde düşünmeyi sizlere bırakarak, felsefeye imkân veren, felsefenin ortaya çıkmasını sağlayan Antik Yunan’ın bazı toplumsal özelliklerine kısaca değinmek, istiyorum.
Felsefenin oluşumu
Öyleyse ilkçağ felsefesi nedir? Klasik İlkçağ ya da Antik Çağ adı verilen dönemde, felsefenin oluşumunu sağlayan coğrafi, ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasi koşullar nasıldı? İlkçağ felsefesi deyince, dar anlamında Yunan felsefesi ile bu felsefeden doğmuş olan Hellenizm-Roma felsefesini anlayacağız. Belli bir tarih dönemini adlandıran İlkçağ kavramı, bilindiği gibi geniştir; Bu dönem, ilk yazılı belgelerle başlar -aşağı yukarı dördüncü binyıldan- İsa’dan sonra 476 yılında Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar sürer. Bu zaman aralığında da birçok kültürler doğup gelişmiştir. Uzak Doğu ve Hint kültür çevrelerini bir yana bırakırsak, yalnız Akdeniz çevresinde-başlıcalarını sayalım- ; Mısır, Mezopotamya (Sümer, Akad, Babil, Asur), Hitit, Fenike, Yahudi, Yunan, Pers, Roma, Kartaca kültürlerini buluruz. İlkçağ kavramı bütün bu kültürleri içine alır. Öyle ise, neden İlkçağ felsefesi derken, yalnız Yunan felsefesi ile bundan türemiş olan felsefeleri anlıyoruz? (1)
‘Özgür düşünce’
İsa’dan önce 6. yüzyılda, Anadolu’da İonia adı verilen bölgede (Aşağı-yukarı bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki adalar) filozof denilen insan tipine rastlıyoruz. Bir yandan hayatının en yüksek ereğini bilgide bulan, bilmek için yaşayan; öbür yandan, edindiği bilgileri yaşamasına temel yapmak isteyen insan tipi ancak Yunanistan’da var. Bir Thales, bir Protagoras, bir Empedokles böyle bir insan için tipik örneklerdir. Eski Doğu kültürlerinin hepsinde bulduğumuz bir kurum, Tanrı ile kul arasında aracılık eden, dolayısı ile gizli, esrarlı birtakım güçlere sahip olduğuna inanılan kapalı rahipler kastı, Yunanistan’da hiçbir zaman olmamıştır. Burada din adamı yerine araştırıcıyı, düşünürü buluyoruz. (2) Kısacası Yunanistan’da o zamanlar yerleşik inanç sistemleri dogmatik ve tartışılamaz değildi. Özgür düşünce ortamları, tam katılımlı demokrasileri, zenginliklerinden dolayı da düşüncelerini söyleme cesaretleri ve bol bol boş zamanları vardı. Fakat belirtmek isterim ki, Yunanlı filozoflara bir takım bilimsel ve teknik bilgiler kendiliğinden gelmemiştir. Bilim ve felsefe kümülatif (birikimli) veya bütünleştirilmiş bilgilerden oluşur. Bu filozoflar doğu medeniyetlerinden birtakım bilgileri edinmişlerdir. Mısırlılardan matematik ve geometri bilgilerini, Babillilerden astronomi bilgilerini almışlardır. O halde, neden felsefe Mısır veya Babil’de doğmadı? Çünkü, buradaki bilgiler tamamen günlük hayatı düzenlemek ve kolaylaştırmak içindi. Yani pratik bilgilerin ötesine teorik bilgileri yoktu. Ayrıca Doğu’daki bilgilere mistik bir anlam yüklenmekteydi. Ama Yunanların Doğu’dan aldıkları bu bilgileri, bu bilme gereçlerini işleyiş ve değerlendirişlerinde, Yunan düşüncesinin, başka hiçbir yerde bulamadığımız başarısını çok açık olarak görebiliriz. Mısır geometrisi pratik-teknik gereksinimlerden doğmuştu; Ülke için hayati önemi olan Nil’in yıllık taşmalarını düzenlemek, bunun için kanallar açmak zorunluğu, Mısır geometrisini ortaya koyup geliştirmişti. Mısır’da yüzeyleri ölçmede kullanılan formüller, bugünkü geometride olduğu gibi, birtakım axiom ve tanımlara dayanan bir sistem meydana getirmiyordu. Yunanlar pratik ve parça parça olan bu bilgilerden hareketle bir sistem oluşturmuşlar dolayısıyla da praxis’in üstünde theoria’ya yükselmişlerdir. Thales, Pytagoras, Eukleides böyle bir geometriye yol açanların başında yer alırlar. (3)
Mevki, şöhret, para kazanmak veya günlük yaşamı kolaylaştırmak adına bilginin peşine düşmemişlerdi. Bilgiye bilgi olduğu için değer veriyorlardı. Yegâne amaçları; Evrene, yaşama ve insana dair her türlü meraklarını gidermekti. Kendi yaşamlarının mühendisleriydiler. “Bu evren nereden gelip nereye gidiyor?”, “Bu dünyada insanın yeri ve yazgısı nedir?” sorularına, dini tasarımların – mythosların, efsanelerin-verdiği yanıtların dışında; tamamen kendi akıllarının, deneyimlerinin ve gözlemlerinin önderliğinde yanıtlar vermeye çalışmışlardı.
‘Yüzleşme’
Eğer biz, Antik Yunan kültürünün karakteristik özelliklerini araştırırsak ve kendi kültürel değerlerimizi tanımaya çalışırsak kendimize döner, kendi kendimizle yüzleşme fırsatını yakalayabiliriz. Ancak, kendisiyle yüzleşme ve hesaplaşma cesareti gösterebilen toplumlarda felsefeye ihtiyaç duyulur. Gerçek şu ki, bir toplumun kimliğini ve geleceğini belirlemede felsefenin rolü yadsınamaz. Dolayısıyla felsefesi olmayan toplumların aydınlık bir geleceği de olamayacaktır diye düşünüyorum.
KAYNAKÇA
1) (Prof. Macit Gökberk, FELSEFE TARİHİ, İstanbul, Remzi Kitabevi Yayınları, 1980, s.11)
2) (Prof. Macit Gökberk, s.15)
3) (Prof. Macit Gökberk, s.14)