Özlem Onar
Günümüzde felsefeye ihtiyaç var mıdır? Varsa insanlığın beklentileri nelerdir? Felsefe insanlığın beklentilerine cevap verebilir mi? Her toplumda, her kültürde, her dilde felsefe yapmak mümkün müdür? Tarihsel süreçte felsefeden beklenilenler çağlara göre değişir mi? Sembolizm’in en büyük temsilcilerinden, aykırı fransız şair Rimbaund tuhaf bir ifade kullanır: “mantıklı isyanlar”. Felsefe “mantıklı isyan” gibi bir şeydir. Adaletsizliğin karşısına, dünyanın ve hayatın içinde bulunduğu kusurlu halin karşısına düşünceyi çıkartır. Ama düşünceyi adaletsizliğin karşısına, muhakemeyi ve aklı muhafaza edip savunan ve son tahlilde yeni bir mantık öneren bir hareketle çıkartır. (1) Felsefe nasıl düşündüğünü düşünmektir. Her düşünce felsefe değildir. Fransız düşünür Alain Badiu’ya göre “Düşünme dünyanın mevcut haliyle yüz yüze gelindiğinde bir hoşnutsuzluğa kapılmıyorsa felsefe de olamaz.” Felsefi düşünce, hayal kurarak duyuların ifadesi olan şiir yazmaktan başka bir şeydir. Felsefe sorulan sorularla yetinmez. Eleştirel bakış açısı ile var olan sorulardan başka sorular üretir. Felsefe, muhakemenin ve aklın gücüne ihtiyaç duyar. Felsefe dünyamıza, evrene, insanlığa hatta evrenin ötesine ait, büyük problemlerle meşgul olur. En çekici özelliği ise evrensel olmasıdır. Felsefe düşünen varlıklar olarak bütün insanlara hitap eder çünkü bütün insanların düşündüğünü varsayar. Son olarak felsefe risk alır: Düşünme bağımsız bakış açılarını destekleyen bir karardır. (2) Hoşgörü, saygı, fırsat eşitliği ve özgürlüğün toplumsal değer haline dönüşmesiyle felsefe hak ettiği değeri bulur. Bu değerlerin oluşturulmasında da felsefeye, bilime ve sanata tüm insanların ihtiyacı vardır.
‘Ben’lik
Dünyamızın büyük sorunlarının başında çevre felaketi, iletişimsizlik, insan haklarının ihlali, göçler, terör, mülteciler, mal mülk hükümranlığı, dengesiz gelir dağılımı gelmektedir. Her bireyin bu sorunları sorumluluk bilinciyle düşünmesi gerekir. Aslında kendimizi dünyanın merkezine yerleştirerek, dünyamızın yaşam kaynaklarını hızla tükettik, tüketmeye de devam ediyoruz. Bilim insanlarının söylediğine göre dünyamızı eski haline tekrar dönüştürmemiz, artık mümkün değil. Ancak, bundan sonra en azından var olan canlı türlerine sahip çıkabiliriz. İnsanlar var olmadan önce de dünya vardı. İnsan türü yok olunca da, dünya büyük bir ihtimal var olmaya devam edecektir. Çevre felaketi en temelde insanın insanı yok ettiği bir trajedidir ve sadece bilim insanlarının değil, hepimizin sorunudur. Bizler ise günlük yaşam mücadelesinde, kendi küçük dünyamızda belki bizim için büyük ama dünyamız için küçük problemlerle dövünüp duruyoruz. Bize yüklenen sosyal kimliklerimizi yaşamımızın vazgeçilmezleri olarak görüyoruz. Karı-koca olmak, memur olmak, öğretmen olmak, kadın-erkek olmak, anne-baba olmak, evlat olmak, zengin olmak, güzel olmak, ev sahibi olmak gibi… Sosyal kimliklerimizle, ben kimim sorusunu cevaplayabiliriz. Babayım, gazeteciyim, kıbrıslıyım v.b. Peki, bütün kimliklerimizin bir anda alındığını düşünün, geriye ne kalır? Salt ben! “Ben neyim?” İşte, felsefe bu soruyu kendimize yöneltmemizi sağlar. ‘Ben’ sorunu, felsefenin dolayısıyla da insanın temel problemidir.
Felsefedeki yönelimler
Günümüzde felsefe ne durumda? Felsefenin gündeminde hangi konular var? Fransız düşünür Alain Badiou’ya göre, şu an felsefede üç yönelim vardır. Bunlardan ilkine, tarihsel olarak Alman romantizminden kaynaklanan yorumbilgisel yönelim adı verilebilir. Bu yönelime bağlı en ünlü isimler Heidegger ile Gadamer’dir, başlangıçtaki tarihsel mevki de Almanya. Daha sonra Viyana Çevresi ile birlikte doğan analitik yönelim geliyor. Bu yönelimle irtibatlı başlıca isimler ise Witgenstein ve Carnap. Bu yönelim Avusturya’da doğmuş olmasına rağmen bugün İngiliz ve Amerikan felsefesine hakim durumda. Son olarak postmodern diyebileceğimiz ve diğer iki yönelimden bazı unsurlar ödünç alan yönelim var. Şüphesiz Fransa’daki en aktif yönelim bu ve jacques Derrida ve Jean-François Lyotard gibi farklı isimleri bünyesinde barındırıyor. Aynı yönelim İspanya, İtalya ve Latin Amerika’da da çok aktif. (3) Yorumbilgisel yönelim varlığın ve yaşamın anlamına açıklık getirmeye, çalışıyor. Buna karşılık günümüzde hızla gelişen teknoloji, neredeyse yirmi dört saatimizi esir almaktadır. Felsefe içsel bir yolculuktur. Felsefe yapmak için insanın yavaşlamaya ve boş zamana ihtiyacı vardır. Analitik yönelim kullandığımız dilin analizidir. Amacı da tüm insanlığın aynı anlamı yüklediği temel kavramları oluşturmaktır. Hiç şüphesiz iletişim dünyamızın büyük sorunlarını anlamada ve bu sorunlara yönelik ortak bir tavır almada önemlidir. Fakat, bunu başarmak imkansız gibidir. Aynı dili konuşan insanlar bile uzlaşamazken, farklı dillerde uzlaşmak mümkün müdür? İkinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan postmodern yönelim, on dokuzuncu yüzyılın bizleri hala tutsak eden büyük yapılarını -tarihsel özne fikri, ilerleme fikri, devrim fikri, insanlık fikri ve bilim ideali- çözündürmeye girişir. (4) Amacı ise bütünlüğün yerine çeşitliliği koyarak, çokluk içinde yaşadığımızı göstermektir. Felsefe ve sanatı bir araya getirerek, birbirine indirgenemeyen bu iki alanın karışımını tavsiye eder.
‘Hıza karşın yavaşlık’
Badiou, bu yönelimlerin dünya sorunları karşısında yetersiz olduğunu iddia ediyor. Badiou “Sonsuz Düşünce” adlı kitabında felsefenin yeni bir üsluba (anlatım ve yapım biçimine) ihtiyacı olduğunu anlatıyor. Bize düşen ise, modern yaşamın hızına karşın yavaşlamamız. Hem kendimize hem de diğerlerine zaman ve mekan ayırarak gelişmemiz ve gelişmeyi sürekli kılmamızdır; yaşamımızda okumaya, anlamaya, yazmaya, yaratmaya, saygıya, etkili iletişime ve hoşgörüye daha çok yer açmamızdır. Felsefenin de dileği bundan başka bir şey değildir.