Herhangi bir mecliste olması gereken, düşüncelerin, fikirlerin çatışması, tartışılması, inanılan bir fikrin, düşüncenin savunulması ve bunun sonucunda bir kişinin, bir grubun savunduğu fikrin insana, topluluğa, halka getirilerinin neler olacağını karşıdakilere anlatabilmesi, o fikri belki kabullendirmesi, ikna edebilmesi ve belki sonunda o fikri oya sunabilmesidir.
Yani o mecliste fikirler ortaya konur, tartışılır, yanlış, hatalı da olsa o fikirleri, düşünceleri ortaya konanlara saygı duyulur.
Meclis üyesi kendi düşüncesine göre bazı çözümler üretmiştir bazı sorunlar karşısında… O çözümleri, düşüncesi doğrultusunda kabul ettirmeye, düşüncesinin doğru olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır.
İnanırsınız veya inanmazsınız… Siz de kendinize göre düşünceler üretir, çözümler ortaya koyarsınız. Fikirler çatışır o mecliste… İster mahalle meclisi olsun, ister belediye, isterse bir devletin meclisi…
Saygı fikredir. Saygı uğraşadır. Saygı emeğedir.
Birşeyler yapmaya çalışmaktadır, üretmektedir, beynini zorlamaktadır, oraya gelmesinin karşılığını vermeye çalışmaktadır.
***
Bu açıklamalar ışığında bizim KKTC Meclisi’ne bakalım;
Hükümet partileri, yani UBP-DP-YDP, açıklamaya çalıştığım fikir-düşünce üretme, sorunlara çözüm bulma yolunda Meclis’te nasıl bir tablo çizmektedirler?
Fikirleri var mı?
Böyle bir izlenim verebiliyorlar mı topluma?
Meclis’te düşünceler mi tartışılıyor, yoksa gelen emirlerin uygulanıp uygulanmaması konusunda bir süreç mi yaşanıyor!
Bence ikincisi.
Herkesçe de aynısıdır herhalde.
Hükümet partilerine oy verenlerin düşüncesi de benimle aynıdır diye düşünüyorum.
Onlar da öyle düşünüyor ama öyle düşünmelerine rağmen bu sistemin yürümesi için de oy vermekten çekinmiyorlar.
Aynı düşünsek de ayrıldığımız yer sandık.
O sandık, kişisel çıkarların toplumsal çıkarlara galip gelmesini sağlayan oyları topluyor çoğu zaman…
***
Meclis’e geri dönersek, o kişisel çıkarların sandıktan çıkmasını sağlayan, hatta toplumun zarar görmesine (bilmeyerek diyemem), bilerek neden olan bireylerin çoğunlukta oldukları bir yapı durumunda.
Umursuzca, sorumsuzca, günlük bireysel kaygılarla, toplumun yokolması pahasına emirleri uygulamanın ötesine gidemeyenlerle samimiyet kurmanın ne kadar doğru olabileceğini artık oturup düşünmek gerekiyor.
Anlatmaya çalıştığım gibi bir sorun karşısında farklı fikirlere sahip olmakla, fikirleri birbirine açıklamaya çalışmakla, medeniyetin ve demokrasinin gereği fikir tartışmasına giren insanla, toplum zararına bir yerde oturmak ve bu zarar doğrultusunda oy vermeye kalkanları aynı kefeye koymak doğru olmaz.
“Aynı fikirde olmasak da, görüşür, konuşur, aynı sofrayı paylaşırız” sözcükleri ifade etmeye çalıştığım insan modeline uygulanabilecek bir yaklaşım değil çünkü karşınızdaki insan fikir üretmiyor. Bir görüşü yok, çözüm üretme derdi yok. Sadece emir alıp toplum zararına da olsa uygulama derdinde olan bir kişi ile sofra paylaşmak ancak onun yaptığı şeyin doğru olduğu sanısına kapılmasına neden olacaktır.
Ha, birilerinin fikri yok ama başkasına zararı da yok. Onunla soframı paylaşır, havadan sudan konuşur, dertleşiriz.
Turkcell zam yapmadı mı!
Turkcell 4.5 G’ye geçerken uygun olmayan sim kartlarını ücretsiz değiştirip, ücretleri de artırmadık açıklaması yapmıştı.
Ancak bu açıklamanın çok da doğru olduğunu söylemek mümkün değil.
Kendimden örnek verecek olursam kullandığım paket üç ay önce 200 küsur TL gelirken, sonraki aylarda 400 küsur gelmeye başladı. Yani paketimin ücreti neredeyse %100 oranında arttı. Yani “4.5 G’ye geçerken ücretleri de artırdık” demediler ama paket ücretleri fahiş oranda artırıldı.
Bunun adı da “4.5 G için zam yapmadık” oldu.
Ben neredeyse her işimi wifi üzerinden yaparken her ay 400 küsur TL cep telefonu için ödeme yapıyorum. Bu kadar ödemeyim dedim, açtım sordum, “En ucuz paketimiz 379 TL” dediler, teşekkür ettim, kapattım.