FİKRİMİN İNCE GÜLÜ

Sami Özuslu

Modern toplumların en belirgin özelliklerinden biri örgütlü olabilmektir.
Örgütlenme denilince akla siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, sendikalar gelir ilk…
En küçük, ama en yaygın örgütlenme biçimi ailedir ama…
Eğitim kurumları, okullar birer örgütlenmedir.
Kiliseler, camiler, sinagoglar da öyle…
Ama sadece bunlar değil. Devletin tepesinden en aşağısına dek aslında bir ‘örgüt’ olduğunu unutuyoruz çoğu zaman…
Yasaması, yürütmesi, yargısı ile…
Merkezi ve yerel yönetimleriyle…
Kocaman bir örgüttür devlet.
Her örgüt gibi devlet de insan içindir.
Daha doğrusu insan için olmalıdır.
Devletlerin kutsallaştırıldığı, onu yönetenlerin ilahlaştırıldığı, putlaştırıldığı sistemlerde özgürlük yerine baskı, çok seslilik yerine diktatoryal yaklaşımlar öne çıkar.

*  *  *

İster kamusal örgütlenme olsun, ister sivil ve siyasal yapılanmalar olsun, tümünün hedefleri, kuralları, gelenekleri, ilkeleri vardır.
Devletse anayasası, yasaları, tüzükleri, emirnameleri, parlamentosu, hükümeti, alınan kararları…
Dernek, sendika ya da siyasi partiyse tüzüğü, kongresi, yönetsel organları…
Ailede de kurallar vardır. Aile Yasası da bir çerçevedir, ama aynı zamanda gelenek ve görenekler de ailenin düzeninde belirleyici rol oynar.
Ve elbette her biri örgütün bireyleri, üyeleri, delegeleri vardır.
Hukuk, siyaset ve insan bir aradadır hepsinde de…
Karar alma süreçleri, alınan kararlar ve bunların uygulanması her örgüt için olmazsa olmazdır.

*  *  *

Örgütlülük bakımından Kıbrıslı Türklere baktığımızda tablo nedir acaba?
Bu anlamda modern toplum olabilmenin gereklerini ne derece yerine getirebiliyoruz?
Devlet olma konusunda köklü bir geçmişimiz yok. 1975 öncesinde ‘cemaat’ gibiydik. Osmanlı ve İngiliz idareleri sonrasında üç yıl gibi kısa bir ‘ortak devlet’ denemesi, sonrasında enklavlarda, dağınık bir yaşam. ‘Geçici’ ya da ‘otonom’ yönetim denemeleri, ama aslında ‘teşkilat’ emirleriyle yaşam dönemi…
Sonrasında oluşan KTFD ve bilahare kurulan KKTC’nin henüz toplamda 50 yılı dolmadı. Zaten tanınmamış, kendi halinde bir devlet bizimkisi…
Bu yüzden de biraz, henüz devlet geleneği ya da deneyiminden söz edebilmek imkansız…
Sivil örgütlenme konusunda durum nedir?
Sendikalar bazı sektörlerde ve mesleklerde güçlü geleneklere sahip ancak toplumun çok büyük kesimi hala sendikasız.
Dernek sayısı çok, ancak aktif üye sayısı bakımından çoğu fakir…
Spor kulüpleri ‘teşkilat’ döneminden, hatta öncesinden en yaygın örgütlenme modeli… Günümüzde kulüpler de başka sorunlarla boğuşup duruyor, çoğu kan kaybediyor.

*  *  *

Siyasi parti sayısı az değil. Siyasete aktif katılan ciddi bir insan insan kitlesi de var. Lakin partilerin de üye sayısı bakımından değilse de başka açılardan güç yitirdiği görülüyor.
Mesela örgütsel zafiyetler öne çıkıyor son yıllarda… Partilerin tavanı ile tabanı aynı dili kullanmıyor. Bir ‘kopuş’ olmasa da, bir ‘yabancılaşma’ var gibi…
Bunu en fazla da ‘karar süreçleri’nde izliyoruz.
‘Ağız birliği’ çoktan unutuldu gibi bir tablo var.
Parti(ler) bir karar alıyor, ama tabanı, hatta tavana yakın olanlar bile o karara uymuyor. Hatta tam aksine konuşanlar dahi olabiliyor.
Böyle olunca da demokrasi ve hizmet üretmesi gereken siyaset merkezleri kaos yaratıyor.
‘Fikir’ tartışması ise çoktandır rafa kalktı.
Her kafadan bir ses çıkıyor belki ama farklılıkları bir potada eritip senteze ulaşma çabası gör(e)miyorum çoktandır.
Yoksa benim gözlerim –ya da aklım- bozuk da ondan mı acaba?