İsrail-Hamas savaşında hafızalarımıza kanlı görüntüler eşliğinde kazınan tüm olgular, sadece ortada bulunan sorunların boyutu hakkında bir ipucu sunmakla sınırlı değildir. Bunun ötesinde, sorunların çözümü önündeki engelleri ve çözüm sürecinin karmaşıklığını da hatırlatıyor.
Neredeyse bir asırlık bir geçmişe sahip olan ‘Filistin sorunu’ artık yeni bir dönüm noktasında.
Suruna ve çözümüne sadece İsrail’in güvenliği veya sadece Filistin’in özgürlüğü açısından yaklaşmanın, çözümsüzlüğün kalıcılığının ve yeni kitlesel acıların yaşanmasının peşinen kabul edilmesi anlamına geldiği apaçıktır.
Bu gerçeklik, 7 Ekim 2023 tarihi itibariyla Gazze’de, Batı Şeria’da ve İsrail’de yaşanan dramatik gelişmeler nedeniyle yeniden ortaya çıtığı için, iki devletli bir çözüm arayışı şimdilerde yeniden ve daha yaygın bir şekilde gündeme gelmiştir.
Filistin-İsrail topraklarında, birisi Yahudileri diğeri ise Arapları kapsayacak ‘iki devletli çözüm modeli’nin hikayesi İsrail’in devlet olarak kurulduğu döneme kadar uzamaktadır.
BM tarafından sunulan ve Filistin’de taksim aracılığıyla iki devletin oluşumunu öngören bu plan o zaman çoğunluktaki toplumun temsilcileri durumunda olan Filistinli Arap liderler ve diğer Arap devletleri tarafından kabul edilmemişti. Azınlıkta bulunan Yahudi toplum liderleri ise planı onaylama eğilimindeydiler.
Ayni mantığa dayalı olarak ve Arap-İsrail barışının ciddi derecede tökezlediği her dönemde yeniden gündeme getirilen bu iki devletli çözüm modeli, ortada kalan en gerçekçi alternatif olsa bile, uygulanmasında ciddi derecede engeller bulunmaktadır.
1. Böyle bir çözümü kim ya da kimler gerçekleştirecektir?
Bir yanda Batı’nın desteğini alarak, bölgede liberal demokratik bir rejimi tek başına sürdürmeye çalışan İsrail, öte yanda ise, çağdaş bir devlet yapısından yoksun ve içinde çeşitli örgüt ve fraksiyonların etkili olduğu Filistinli Arap toplumu arasındaki diyalog, düşmanlık algılarını körükleyen her gelişme karşısında gerilemektedir. Bugün Gazze, Batı Şeria ve İsrail’de yaşananlar nedeniyle, tarafların çözüm için ortak bir insiyatif geliştirmesi veya uluslararası unsurlar tarafından geliştirilecek barışçıl bir insiyatife dahil olması oldukça zor görünmektedir. Askeri şiddete, sivilleri korumak amacıyla geçici olarak ara verilmesi ve Hamas tarafından alıkonulan sivil rehinelerin salıverilmesi gibi temel insani konularda yapılan girişimlerin bile haftalarca sonuç vermemesi, çatışan tarafların uzlaşma niyetleri hakkında yeterli ipucunu sunmaktadır. Yani taraflar, şu anda askeri çatışmayı sürdürmeye odaklanmış görünüyorlar.
2. İki ayrı devlet modelini Filistin-İsrail coğrafyasına sığdırma zorlukları.
Her ne kadar da Israil devleti’nin uluslararası sınırlarları bazı istisnalar dışında belirgin olsa da, İsrail’in bir devlet olarak varlığını, dolayısıyla uluslararası sınırlarını tanımayan siyasal gruplar, Filistinli Araplar arasındaki etkinliklerini artırmaktadır. Ama bundan daha da önemlisi, İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria’nın çeşitli bölgelerine yerleşimci akınının devam etmesi ve dolayısıyla Filistinli Araplara ait bağımsız bir devletin ülkesel alanının giderek daraltılmasıdır. Eğer iki devletli çözümden bahsedenler, Filistin devleti için öngörülen coğrafi alanın büyük oranda Batı Şeria’dan oluşacağını öngörüyorlarsa, bu bölgeye dönük yeni Yahudi yeşleşiminin derhal sona erdirilmesini sağlamak durumundadırlar. Şimdi buna, Gazze Şeridi’nin kuzeyinin eklendiği anlaşılmaktadır. İsrail ordusunun askeri eylemleri, en azından bu bölgeden ciddi bir göçe ve yeniden yerinden edilmeye yol açmaktadır. Yani Bağımsız Filistin Devleti’nin muhtemel bir parçası durumunda olan Gazze Şeridi’nde Filistinlilerin fiziki kontrolü hızla zayıflamaktadır.
3. Arap-İsrail çelişkisine körükle yaklaşan dış aktörlerin etkisi
İsrail devletinin varlığına son vermeyi amaç edinen Hamas gibi örgütlerin yanı sıra, İran ve İran’ın bölgede kontrol altında tuttuğu silahlı grupların, son yaşanan şiddet sarmalında doğrudan ya da dolaylı olarak rol aldıkları anlaşılmaktadır. Yani bir ölçüde, Hamas’ın terör eylemlerini finanse ederek, lojistik destek sağlayarak, askeri eğitim sunarak ve belirli bir askeri-siyasi strateji çerçevesinde Israil -Arap çatışmasını yönetmeye çalışarak bölgede etkinlik kurmaya çalışan İran ve bölgedeki ‘devlet dışı aktör’ durumundaki ortakları, iki devletli çözümü garanti altına alacak bir Arap-İsrail barışını hazmetmek istememektedirler. Bu aktörlerin, Lübnan ve Yemen’de doğrudan doğruya, diğer bölge ülkelerinde dolaylı olarak sahip oldukları etki, Arap-İsrail Barışı’nın önündeki temel engellerden biridir.
4. Demokrasi ve hukuk devleti anlayışından sapmalar
Israil hükümetinin Hamas’la mücadeleyi insan hakları ve uluslararası hukuk sınırlarının dışına taşırarak sürdürmeye çalışması Filistinli Araplar arasında, bir Arap-İsrail barışına olan inancı yerle-bir etmiştir. Yani, İsrail kendi eliyle, Hamas gibi şiddet yanlısı grupların etkilerini tüm Arap coğrafyasına yaymıştır. Şimdi bundan kurtulmanın yolarını bularak uluslararası hukuka ve insan haklarına bağlılığı sağlamak için, Batılı demokrasilerin İsrail hükümeti üzerinde gerçek bir etki yaratmak dışında başka bir seçenekleri kalmamıştır. Ama, genel olarak ‘terör tehdidi’ni, özel olarak da ‘savaş hali’ni bahane eden İsrail hükümetinin bu etkiye ne zaman olumlu bir yanıt vereceği kolaylıkla tahmin edilememektedir. Bunun nedeni de Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonu sırasında, İsrail’in, sivil insanları ve sivil altyapıyı hesaba katmaması, aceleci davranması ve orantısız güç kullanmasıdır.
5. BM başta olmak üzere uluslararası toplumun yapıcı rol üstlenmekteki başarısızlığı
Gazze krizinden kolaylıkla anlaşılacağı gibi, BM Güvenlik Konseyi, deyim yerindeyse, çatışan tarafların boy verdiği bir arenaya dönüşmüştür. Rusya, Hamas’ın beklentileri doğrultusunda İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki askeri eyleminin sonlandırılmasına, ABD’ ise İsrail’in kendini savunma hakkının vurgulanmasına odaklanarak ve bu yolla çatışan tarafların temel tezlerini masaya sürerek, BM Güvenlik Konseyi’nin işlevsiz kalmasına neden olmuşlardır. Güvenlik Konseyi’nde ortaya çıkan bu tablo süreç içinde değişmesine rağmen, BM GK hala daha süreçte ciddi bir rol oynayarak, bir insanlık dramı eşliğinde uluslararası barışı tehdit eden bir duruma aktif olarak ve olumlu bir yönde müdahale edememektedir.
Tüm bu koşullar, Orta-Doğu’da iplerin gerili kalması yönünde bir etki yaratmaktadır. Yani İsrail - Filistin anlaşmazlığı için öngörülen iki devletli çözüm modelinin, şimdi daha yüksek sesle teleffuz edilmesi, henüz gerçek bir barış sürecine yakın olunduğu anlamına gelmiyor.