Özlem Onar
Bayramlarda, doğum günü kutlamalarında, tebriklerimizde, hasta ziyaretlerimizde, düğünlerde dile getirdiğimiz klişeleşmiş dileklerimizi bilirsiniz. “Sağlık, başarı ve mutluluklar dileriz.” “Daha nice güzel yıllar dileriz.” “Sağlık ve esenlik dileriz.” “Başarınızın ve mutluluğunuzun daim olmasını dileriz.” “Mutluluklar dileriz.” Aslında, iyi niyet içeren bu dileklerimiz; bizi o an için mutlu kılsa da, modern kötümserliğin ağından bir türlü kurtulamayız. Neden? Nihai amacımız mutlu bir hayat ise sadece isteklerimiz, böylesi mükemmel bir yaşam için yeterli midir? Mükemmel bir yaşam mümkün müdür?
Peki mutluluk bir şeylere sahip olmakla mı gelir, yoksa sahip olacak hiçbir şey istememekle mi? Belki de doğduğumuz günden itibaren bize bu öğretilmelidir. Bir şeylere sahip olma isteğinden arınmak. Bu keşke bu kadar kolay olsa. (1) Kapitalist sistemin bel kemiği olan ve her türlü medya aracılığıyla bilinçaltımıza işlenen slogan: Yeter ki sen iste, sahip olur ve mutlu olursun. Bizlere söylenen; marka bir araba, bahçeli büyük bir ev, saygın bir mevki, toplumun onay verdiği bir eş, bankada yüklü bir miktar para, akademik başarısı olan çocuklar, şu marka saat, şu marka güneş gözlüğü, şu marka cep telefonu gibi, sonu gelmeyecek isteklerimiz gerçekleştikçe mutluluğu yakalayacağımızdır. Bu durumda da mutluluk, sağlık ve huzur bir şeylere sahip olma koşuluna bağlanmış oluyor. Sonuçta da günümüz insanı; doyumsuz, bencil, dürtüsel bir varlığa dönüşmüştür. Ekonomik koşulların temel ihtiyaçlarımızı gideremeyecek kadar kötü olması, elbette mutsuzluğa yol açar. Fakat bilimsel araştırmalar bize öğretilenlerin aksine, çok şeye sahip olmanın mutluluğun temel koşulu olmadığını göstermiştir. Tarihin her döneminde, uluslararası yaşanan siyasi ve ekonomik gerilimlerin, sıcak çatışmaların temelinde sahip olma dürtüsü yatmaktadır.
İnsan olmak mı, sahip olmak mı?
Yirmi birinci yüzyılın felsefi problemi nedir, diye sorarsanız? “İnsan olmak mı yoksa sahip olmak mı?”, şeklinde yanıtlarım. Günümüzde, okullarda felsefe eğitimi veren öğretmenlere öğrenciler tarafından sorulan sorulardan biri de yaşamlarında felsefenin ne işe yarayacağıdır. Öğrencilerimiz sandığımızdan çok daha ileri görüşlü olabilmektedir. Günümüzde insanlığın en çok ihtiyacı olan ahlak felsefesidir. Çünkü dünyamızda ahlaki değerler ve öğretiler büyük bir değişime uğramaktadır.
Felsefe tarihinde de ahlaki değerlerin bilindiği fakat uygulanmadığı Roma döneminde yaşamış olan stoa’cı düşünür Epiktetos tam bir moralisttir. MS 55 yılında doğmuş, MS 135 yılında ölmüştür. Felsefesini teoride değil, pratikte yaşamında yaptığı seçimlerle ve sarsılmaz iradesi ile oluşturmuştur. Frigyalı bir köle olarak doğduğu hayatı, stoacı bir filozof olarak taçlandırmıştır. İki bin yıl sonra bile öğretileri bize özgürlüğe gidiş yolculuğumuzda yol göstericidir. Felsefe derslerimizde teorik bir takım bilgiler vermenin yanı sıra, ahlaklı bir yaşamın nasıl olabileceğini tartışmanın ve öğretmenler olarak öğrencilerimize iyi birer rol model olmanın, günümüzde oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimize verdiğimiz nasihatlerin ne kadarına gerçekten sahibiz? Sigara içmeyin, dedikodu yapmayın, okuyun, kendinizi geliştirin, karşılıksız iyilik yapın, doktora danışmadan ilaç kullanmayın v.b. nasihatlerin teorik olarak doğruluğunun bilincindeyiz ama bilmek yeterli midir? Epiktetos’a göre bilmek yetmez, söylediklerinizi eyleme dönüştürmeniz gerekir.”Bir topluluk içinde kendinizle ve yaptıklarınızla ilgili konuşmayın. Anlatacaklarınız ne kadar ilginç olursa olsun başkalarına öyle gelmeyebilir. Kimseyi güldürmeye de çalışmayın, zira bu da başkalarının aptallığına kanmanın ve kendinize duyulan saygıyı kaybetmenin bir yoludur. Kaba konuşmalar da aynı derecede tehlikelidir. Kaba konuşanı susturamıyorsanız bile sessiz kalarak tavrınızı belli edin.
Sabır ve mütevazilik
“Asla kendinize filozof demeyin ya da bilinmeyen ilkeler hakkında konuşmayın. Ama o ilkeleri uygulayın. Bir yemekte insanlara nasıl yiyeceklerini anlatmayın, gerektiği gibi yiyin.
Bilmeyenler ilkelerden konuşmak isterlerse en sessiz kalan siz olun. Zira hazmedilmemiş bilgileri kusabilirsiniz. Biri kalkıp size hiçbir şey bilmediğinizi söylerse işte o zaman yol kat etmeye başladığınızı anlayabilirsiniz.” (2) Epiktetos insanın oldukça sabırlı ve mütevazı olmasını öğütler. Bilinmelidir ki, yaşam içerisinde eninde sonunda herkes hak ettiği yeri bulacaktır.
Anlamaya çalışmak
Epiktetos, ”Sen saçından ve bedeninden ibaret değilsin. Senin kim olduğunu belirleyen seçimlerindir ve seçimlerin güzelse sen de güzelsindir.” der. “İnsan bedeni, yemek, içmek ve diğerleri gibi bedensel faaliyetlerine çok zaman harcamamalı. Bunlar ikincil, anlamaya çalışmak birincil planda olmalıdır.” (3) Sokrates’in “Kendini bil.” sözünden hareketle Epiktetos da insanın kendisini tanımasını; değiştiremeyeceği ve değiştirebileceği özelliklerinin farkına varmasını söylüyor. Bu yönde çaba harcaması gerektiğini öğütlüyor.
“Felsefe yapıyorum deme kendimi kurtarıyorum de!” Epiktetos, bu sözüyle bilgimizi başkalarına göstermenin bir değerinin olmadığını, gerçek yaşamımızda o bilgiyi uygulayıp uygulayamadığımızın önemli olduğunu vurguluyor. Filozof bildiği kavramları aktarmakla yetinmeyen, aktardığı kavramları hayatında yaşatan kişidir. Her insanın içinde bilgiye, iyiliğe ve güzelliğe duyarlı konuşan bir filozof vardır.
KAYNAKÇA
1) (EPİKTETOS, Yayıma Hazırlayan: Aslı Peker, kendisinin efendisi olmayan hiç kimse özgür değildir, İstanbul, Destek Yayınları, 2019, s.7)
2) (EPİKTETOS, s.52)
3) (EPİKTETOS, s.31)