Instagram’daki bir arkadaşım birgün bana bir mesaj atıyor Türkiye’den. Diyor ki “Eralp Ulus Baker’i tanıyor musun? Kıbrıslıymış. Çok mühim bir kişi, videolarını izledim hayran kaldım”. Dedim ki “Evet, o bizim filozofumuz, genç yaşta yaşama veda etti. Annesi de ilk kadın şairlerimizden Pembe Marmara...”
Evet Ulus Baker’i biliyordum ama ne kadar biliyordum gerçekten. 14 Temmuz onun doğum günü. Ve ne ilginçtir web sitelerinde araştırmaya başladığımda doğum yeri konusunda müthiş bir karmaşayla karşılaştım. Kimi sitelerdeki yazılarda Leningrad (Sovyetler Birliği), kimlerinde ise Ankara, İstanbul ve Lefkoşa yazmaktadır. Ya da sadece “1960 yılında doğdu...” denilmektedir kısaca. 12 Temmuz 2007 tarihinde ise İstanbul’da 47 yaşında kalp ve böbrek yetmezliğinden dolayı hayata veda ettiği, doğduğu yer Lefkoşa’ya defnedildiği.
Evet doğduğu yer hakkında bu kadar farklı bilgiler verilirken, “Bekir Yıldız kaleminden Ulus Baker 10.12.2018-(https://www.fb.com/bekirdzadam)” başlıklı bir yazıda şöyle deniliyordu:
“...Ulus çocukken Kıbrıs’ta savaş vardı. Evleri tarandı. Babası rehin alındı. Bütün bu bunalımlardan mıdır bilinmez, elinden kadehi asla düşürmedi...”.
Yani Bekir Yıldız’ın bahsettiği savaş, 1963 olaylarıydı ki Ulus da o yıllarda 3-4 yaşlarında vardı. Diğer taraftan 17 Temmuz 2016 tarihli Havadis gazetesinde “Deli-Dahi Çocuğumuz Ulus Baker Anısına” başlıklı yazıda, 1960 yılında Lefkoşa’da doğduğu belirtiliyor. Kısacası belki bu yazımızla “doğum yeri” karmaşasını bir nebze de olsa azaltabiliriz diyerek Ulus Baker’in yaşamına yolculuğumuzu başlatalım.
Şunu belirtmek isterim ki, o kadar çok bilgi birikimi var ki kendisiyle ilgili, tüm bunların derlenmesiyle onun hakkında yazılanlar diye bir kitap oluşturabilecek nitelikte ve yoğunluktadır. Böyle olunca belki kimilerine göre onun hakkında birşeyler yazmak kolay gibi görülebilir ama benim için hangi bilgiyi ne kadar paylaşabilirim düşüncesiyle kafa patlatmanın çok yorucu olduğunu belirtmek isterim.
Türk sosyolog, yazar, çevirmen ve öğretim üyesi olarak bilinen Ulus Baker’in Kıbrıslı olan annesi Pembe Marmara, bu ada’nın ilk kadın şairlerinden ve öğretmenlerinden birisiydi. Babası Sedat Baker ise, ruh hastalıkları hekîmi idi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi sosyoloji bölümü'nden mezun olan Ulus Baker, Gilles Deleuze ve Baruch Spinoza çevirileri yaptı, makaleler yazdı. ODTÜ, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Özgür Üniversite'de sinema tarihi ve sosyoloji dersleri veren Baker, siyâsî teori, kitle iletişim araçları, sinema alanlarında da çalışmalar yaptı. Bunun yanında Dziga Vertov üzerine sinema eleştirileri, Birikim, Toplum ve Bilim, Virgül, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'nde yazılar yazdı. Ve elbette nice değerli kaynak nitelikli kitaplar da bıraktı. Ölümünden sonra yeniden basılan ve okurla buluşturulan nice kitaplar. Onlara da değinmek gerekirse:
“Sanat ve Arzu”, “Beyin Ekran”, “Aşındırma Denemeleri”, “Dolaylı Eylem”, “Yüzeybilim Fragmanları”, “Spinoza Üzerine Onbir Ders”(çeviri), “Kanaatlerden İmajlara Duygular Sosyolojisine Doğru”, “Leibniz Üzerine Beş Ders”, “İki Konferans Yaratma Eylemi Nedir? –Müzikal Zaman” (çeviri), “Kant Üzerine Dört Ders” (çeviri), “Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme”.
Belirttiğim gibi onun üzerine çok yazılar yazıldı yazılmaya devam ediyor. Onun çok yakın ve ender dostlarından biri olan Yazar ve editörlerden Tanıl Bora’nın, 2007 yılında Ulus Baker için kaleme aldığı yazıdan bir alıntı yaparak devam edelim...
“... Az değil, şöyle böyle bir on yıldır durumu adım adım vahimleşiyordu. Vahim kelimesini sever, anlamını genişleterek, bazen de evcilleştirerek kullanırdı Ulus. Sıradan bir kötülüğe vahim diyebilirdi, kikirdeyerek. Onun vahameti evcilleştiren diline kandık, koşullarının aşama aşama ağırlaşan normallerine alıştık, alışmaya rıza gösterdik...Hele sahiden vahimleşmeye başladığı yaklaşık on yıl evveline kadar, gerçekten tamamen kendisiz gibiydi Ulus; selbstlos gibiydi. O da Almancasıyla söylerdi muhtemelen. Bir kendilik hangi dildeyse, o dilde söylerdi... Çok insanı etkiledi, kendine hayran ve âşık bıraktı Ulus. Çok insan bağlandı ona. Çok insan kendini ondan sorumlu hissetti, onun sorumluluğunu hissetti. Etrafında her zaman halka halka genişleyen bir gönüllüler çemberi oldu. En yakınında durup, ona ciddi ciddi mesai adayanlardan, kulağı onun haberlerinde olup da bir ihtiyacını karşılamaya amâde bulunanlara, gıyâbında onun nâmına karalar bağlayanlara kadar. Kim inkâr eder; mihneti az değidi! Ama herkes cân-ı gönülden talip oldu bu mihnete. Kimi süreli, kimi fasılalı, kimi sokurdanarak, onun adına kahrolmanın ilenmesiyle, kimi dervişçe, ses etmeden... Ona muhterem bir kabile büyüğüne, bir ulu ihtiyara ve bir çelimsiz çocuğa siyanet eder gibi,dikkatle bakan bir cemaat bulutu vardı etrafında. Ulus’tan endişe etmeye angaje bir âcizler cemaati...Belirli bir bağlama pek itibar etmeyen Ulus Baker müfredatından okurlar da istifade etti. Onun tarzına uygun bir başlık altında, Aşındırma Denemeleri adıyla kitaplaşan yazıları, yazabileceklerinin küçük bir küsuruydu. Aslında, yazdıklarının da. Muhtelif evlerde, muhtelif arkadaş bilgisayarlarında, muhtelif dillerde “bırakmış” nice yazı başlangıçları, fragmanları, çeviri parçaları, yorum hamleleri duruyor Ulus’un! (Sanal âlemde gezinen ahkâmlarını saymıyorum.) Belki de zaten “yazı” kastı taşımayan sesli düşünceler, fikir sohbetleri... Ulus Baker’in şimdi mahrum kaldığımız sözü sohbeti...”
Ulus Baker 18 yaşındayken önce babasını bir cinayet sonucu yitiriyor. 24 yaşına geldiğinde ise annesi, şairimiz Pembe Marmara hayata veda ediyordu. İşte Ulus Baker’in yazınsal ve yaşamsal dünyasındaki yol alışında bu iki kaybın mutlaka büyük etkisi olmuştur. Bundan önce anne ve babasının ayrılması ve İstanbul-Kıbrıs arasıda küçük yaşlardan itibaren git-gellerini de düşünürsek, yaşamdaki felsefesinin böylesine farklı ve gelişim seyretmesinin nedenlerinden biri de bu olsa gerek diye düşünüyorum.
Bekir Yıldız, “Düz Adam” isimli kitabın yazarıdır. Ulus Baker’in kendisini çok etkilediğini anlatığı bir yazısı yer almıştı 10 aralık 2018 tarihinde, “Yaşama Uğraşı” isimli kültür sanat web sayfasında. Belki de Ulus Baker’i en yalın şekilde anlatan yazılardan biri de bu olsa gerek, diyerek bir alıntı da bu yazıdan yapalım sizler için...
“On yıldır aralıksız okuduğum, okumaktan öte aşık olduğum bir dahiden bahsedeceğim.
Yedi dil bilen, votka ve samsun216 müptelası Türk filozof. Ulus Baker…
Düşüncelerime yön veren yüce bir Türk filozof… Bir dahi, yazar, eleştirmen, sosyolog, çevirmen, ODTÜ öğretim üyesi. Yedi dili anadili gibi bilirdi. Muhteşem bir Türkçesi vardı. ODTÜ Sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra aynı üniversitede öğretim üyesi olarak dersler vermeye başladı. Fransız, Alman, İtalyan ve Rus öğrencilerinden sorularını kendi dillerinde sormalarını ister ve o dillerde cevap verirdi. Sosyoloji, Felsefe, Sinema, Tarih, Müzik ve Matematik alanlarında olağanüstü bir bilgi birikimi ve anlatım gücüne sahipti. Sinema üzerine yaptığı eleştiriler halen Avrupa Üniversitelerinde ders olarak okutulmakta. Deleuze, Hegel, Spinoza’dan çeviriler yaptı. Spinoza’yı o kadar çok okudum ki ondan, sonunda beni de Spinozacı etti.
Saçı başı dağınıktı. Yakın dostları uyarmasa günlerce duş almazdı. Kıyafet alırken beden numarasına bakmazdı. Aynı kazağı yıllarca giydi. Pantolonu kendine daima bol gelirdi. Sokaklarda yatan şarapçılardan hiç farkı yoktu. Bu dünyaya ait hiçbir şeye önem vermedi. Gözlüğünün bir camı düştüğünde ‘’Yahu Ulus gözlüğünün camı düşmüş değiştirsene’’ diyenlere ‘’O benim sağlam gözüm zaten niye değiştireyim ki’’ dedi ve yıllarca tek camlı gözlükle yaşadı.
Derslerini ciddiyetle dinleyen öğrencilerin dikkati, Ulus hoca gözünü kırık yerden ovuşturunca bozulurdu. Sonra gözlüğü düştü ve ortadan kırıldı. Yenisini almadı selobantla tutturdu. Yamuk gözlükle yaşadı bir süre. Sinüziti vardı. Yağmurlu havaları sevmezdi. İki kedisi vardı. İkisinin ismini de ‘’Spinoza’’ koymuştu. Sakin ve mütevaziydi. Yemeği biri hatırlatırsa yer, kahveyi elinden düşürmezdi.Sürekli votka ve samsun216 içerdi. Bir ders boyunca bir paket sigara bitirdiği olurdu. Kahvaltısı biraydı. Fakat bu adam konuşmaya başladıktan sonra profesörler de dahil herkes susardı. Psikanalizin teorik, mantıksal, epistemolojik açmazlarını onun kadar başarılı hiç kimse betimleyemedi.
On yıldır Youtube’daki seminerlerini izlerim. Felsefeye azıcık merakınız varsa her şeyi bırakıp izleyin. Sizi alıp uzun bir süre geri gelemeyeceğiniz bir yere götürecek. Pantolon kemeri yerine ip bağlardı ama ODTÜ kütüphanesinin kokusu üzerine sinmişti resmen. Okunması gereken her şeyi okumuştu. Ulus Baker’i bu ülkeden çıkarırsan Sosyoloji ve Felsefe çöker.”
İnsanların gerçek ölümü, hatırlanmadıkça gerçekleşir diye inanırım. Ulus Baker’i bir anımsama da benden olsun istedim, saygıyla, hürmetle, sevgiyle...