Sosyal medya insanı için gösteriyor olmanın ‘varolmakla’ sıkı bir ilişkisi var. Günümüzde kişi artık dijital platformlarda sergilediği, gösterdiği ve kendi kendisini teşhir ettiği ölçüde varlığını da gerçekleştirebildiğine inanıyor. Hatta birçok insan ‘gösterme’ eyleminde bulunmadığı zaman kendisini eksik, tamamlanmamış veya yokmuş gibi hissetmekte.
Dijitalleşme süreçleri ve sosyal medya, bir nebze bağlamı gereği bir nebze de yaşadığımız çağın ruhundan kişiyi ön planı çıkarmakta, çoklu veya kolektif temsillerin yerini, kişinin tek başına paylaştığı fikirler, görseller, üretimler veya deneyimlerinden parçalar almakta. Günümüzde geleneksel yapılardan ziyade bireylerin ifadelerinin çok daha etkili olması da bundan dolayıdır. Şirket markaların yerini kişi markalar, politik partilerin yerini bireylerin politik çıkışları, geleneksel örgütlenmelerin yerini tekil ve gelip geçici inisiyatifler almakta. Bu sürecin doğal bir sonucu ise bireylerin bir markayı temsil etmesi değil, bir marka olarak kendisini var etmesi oluyor. Aynı durum politik hareketler, partiler veya kültür-sanat dünyası için de geçerli…
Bununla birlikte sürekli olarak şahit olduğumuz bir durum daha var, sıradan insanların dijital mecralarda kılıktan kılığa, fikirden fikre ve bir yaşantıdan bir başka yaşantıya atlayarak kendisine bu hareketlilik içerisinde bir “temsil hakikati” oluşturması. Gündelik yaşamda yapılan birçok etkinlik veya deneyimin sosyal medya mecralarında paylaşılması deneyimden kopuk, bedenlerden yabancılaşmış bir temsil boyutu ortaya çıkartmakta. Bunu biraz açalım.
Birey ekseninde dönen tüm bu sanal ve dijital auranın içerisinde sürekli olarak deneyimlere ve bedene yönelik bir müdahale vardır. Sosyal medyada, akıp giden instagram hikayelerinde veya Facebook akışında karşımıza çıkan birçok görüntü, fotoğraf, nesne ve ifadenin çoğu zaman bağlamından kopartılarak, deneyimlendiği gibi değil, beğenilmek istenildiği gibi eleklerden geçirilerek paylaşılmaktadır. Öyle ki ortaya deneyime ve bedene yabancılaşmış bir temsil çıkmakta. Fakat tersten okursak eğer, sosyal medyadaki temsile, bedene ve deneyime yabancılaşmış yaşantılar ortaya çıkmakta. Çünkü sosyal medyadaki çarpıtılmış ve filtrelenmiş temsil, temsil olmaktan çıkarak hakikatin ve yaşanılan deneyimin yerine ikame edilmektedir. Göstermek, beğenilmek veya zamanla belli bir kitleye kendisini hitap eder durumda bulan kişi için sosyal medya, bir temsil aracı olmaktan çıkıp onun yerine ikame edilen bir varoluş alanına dönüşür. Tam da burada derinleşen bir yabancılaşma, hakikatin bulanıklaştığı bir alan hem deneyim alanını hem de sosyal medya alanını kaplamaya başlamakta. Sanıldığı gibi çoğu zaman gerçek yaşam ile sosyal medya yaşamını arasına bir çizgi çekerek ayıramıyoruz. Daha çok birbirlerinin içine sızan ve belirleyen geçişken ve akışkan parçalanmış bir alandan söz edebiliriz.
***
Bu yabancılaşmanın ve bence ‘ontolojik’ bölünmenin en bariz örneklerinden biri beden ve bedenleri şekillendirmek için kullanılan sosyal medya filtreleridir. Bedenin merkezi konumda olmasının temel nedenlerinden birinin görüntüler ve teşhirler çağında kişinin, bedeni ile kendisini var edebileceği, onu paylaşabileceği ve şekillendire bileceği doğrudan unsurlardan biri olmasıdır. Bu günümüzün bireyselleşmiş ve tüm içeriklerin niteliğinden kopartılarak bayağılaşmasıyla da paraleldir. Kişinin bedeni artık tamamen dijital mecraların nesneleştirme süreçlerine davet edilmekte, oralarda nesneleştirilerek bedene yeni boyutlar katılmakta. Kişi bir yandan bedeni üzerinde kontrol arzularken diğer yandan bedeninin kontrolünü tamamen algoritmaların sonsuz okyanusuna ve sayısal dataların parçalarına teslim etmektedir. Bu paradoks ise derinlemesine bir yabancılaşmayı kurumsallaştırmaktadır.
***
Kişinin bedeni sosyal medyada sıklıkla teşhire açılmakta ve sergilenmektedir. Böylece beden bir reklam nesnesine, hatta bir fetiş ve sanal fantazya dünyasına açılan bir meta haline getirilebiliyor. Bizzat teşhir eden, paylaşan kişi tarafından! Tüm bu paylaşım süreçlerinde ise yabancılaşmayı tetikleyen bir diğer unsur filtrelerdir. Facebook ve İnstagram’daki hazır filtreler gibi filtreler kişilerin bedenleri ve özellikle suratları/ifadeleri üzerinde sanat fantaziler gerçekleştirmesini sağlamakta. Filtrelenmiş bedenlerle kişi gerçekten sahip olduğu bedeni ile dijital mecrada yarattığı bedeni arasına bir mesafe ve yabancılaşma dolu bir kopuş koyar. Bu mesafenin içerisinden birçok anlamı çekip çıkartabiliriz. Kişi gerçekten sahip olduğu bedenini sevmiyordur, kendisi ile barışık değildir, gerçek hayatta yapmak istediği estetik ameliyatı yapamamaktadır fakat bunu dijital filtreler ile telafi etmektedir, kişinin güzellik algısı tamamen bendenin pürüzsüzlüğüne indirgenmiştir veya bedenini ile tatminsizlik yaşayan kişi dijital alemde beğeni tatminini bu şekilde gerçekleştirmektedir… Bu liste uzayıp gider. Günün sonunda ortaya çıkan sonuç kusursuz olma çabasının yarattığı yabancılaşmadır. Bedenin hakikatini filtrelenerek bozulması, nesneleştirilmesi ve bir fantezi unsuru haline getirilmesidir. Yabancılaşma o kadar içselleştirilmiştir ki, kişinin mutluluk ve haz unsuru haline gelmiştir. Güzellik arayışı ve güzelin anlamı artık bu tüketici faaliyette yatmaktadır. Dijital tüketim kültürü insan doğasının, beden yapasının ve aklın kusurlarını sonsuz algoritmatik düzlemlerde dışlar ve bunun yerine pürüzsüz-kusursuz fakat bir o kadar da yabancılaşmış bedenler ikame eder.
***
Güzel, doğal olanda veya saf bedenlerde değil, filtrelenmiş ve bozguna uğratılmış hakikatlerde aranmakta ve inşa edilmektedir. Kendi adıma benim en çok dikkatimi çeken kişinin suratını pürüzsüz hale getiren veya gözlerini küçültüp büyüten filtrelerdir. Bu filtreler güzellikten ziyade (ki bence kişiyi çirkinleştirmekten başka bir işe yaramıyor) bariz bir şekilde kişinin bedeni ile arasındaki huzursuzluğun, tatminsizliğin ve yabancılaşmanın göstergesidir. Tüm ifadeler filtrelerin altına gizlenen bir ifadesizlik uğultusuna dönüşür. Filtreler kullanılarak kişi kendi bedeni üzerinde sanal bir fantazi yaratmakta, suratını biçimden biçime sokarak kendi dijital estetik uzmanı olabilmekte; estetik ameliyat sonrası ise kendisini bizzat teşhire açabilmektedir.
İnsanların her zaman böyle fantazileri olmuştur. İlk çağlardan orta çağa ve günümüze kadar… Fakat ilk kez bu fantaziler kitleselleştirilerek bir tüketim unsuru haline getirilmekte, doğrudan yabancılaşmanın ve kolektif dijital nesneleşmenin bir unsuru olmaktadır. Her şeyin şeffaflaştığı ve gösterime dahil edildiği bir dönemde de zaten fantazi de fantazi olmaktan çıkarak olağanlaşmış bir tüketim arzusu üretimine dönüşüyor. Aslında dijital ağların yarattığı sanal fantazi bir yandan da fantazinin ölümüdür. Aynen filtrelerle yaratılan güzelliğin, güzelin katli olduğu gibi.
Son sözler Byung-Chul Han’dan:
“Beden bugün bir krizin içinde bulunmaktadır. Sadece pornografik uzuvlara ayrışmamıştır, aynı zamanda dijital data kümelerine de bölünmüştür. Hayatın ölçülebileceği ve nicelendirilebileceği inancı bütün bir dijital çağ yönetmektedir. (…) Beden, bedenle ilişkili bütün datayı yakalayan dijital sensörlerle donatılmıştır. Necilenmiş kendilik bedeni bir kontrol ve gözetim ekranına dönüştürmektedir. (…) Şeffaf beden artık muhayyilenin anlatıcı bir sahnesi değildir. Daha ziyade dataların ve kısmi objelerin eklentisidir.” []
[1] Byung-Chul Han, Güzeli Kurtarmak, syf 15 / İnsan Sanat
Fotoğraf: Will & Carly, FilterFace, Filmstill, 2020