Fındığın bakışları...

Sevgül Uludağ

Leyla Kıralp

Soba karşısında üşüyorum. Kulpu kırık çiçekli fincandan çayımı yudumluyorum. Hava sıcaklığının eksi kaçlarda olduğunu bimediğim uzak bir ülkenin üzerine, karla birlikte bombalar yağıyor. Uzak ve soğuk ülkenin çaresiz insanları, evlerinden göç etmek zorunda kalıyorlar.

Ellerindeki küçük çantalarla, bilinmeze doğru yürüyorlar. Çoğunun evi bombalardan yanmış, yıkılmış. Yaratılan can pazarından canlarını kurtarabilmek için yollara düşmüşler. Çocuklar korku içinde anneler çaresiz.

Ya o yaşlı insanlar! Kimisi can dostları olan kedi ve köpeklerini almışlar yanlarına. Kimileri alamamış can dostlarını çaresizlik içerisinde geride bırakmışlar.

Kar yağıyor uzak ülkede. Karla birlikte bombalar yağıyor uzak ülkenin üzerine. Çoluk çocuk ilerliyor karın ve yıkıntıların üzerinde. Fakat nereye? Nasıl bir geleceğe?

Savaş nerede ve ne zaman haklı olabildi ki? Çılgın liderlerin, silah tüccarlarının kazançlarına kazanç sağlamaktan başka nedir ki savaş? Göçten, gözyaşından başka nedir ki savaş? Masum insanların, çaresiz hayvanların öldürülmesinden başka nedir ki savaş?

Yaşlı bir kadın zorla yürüyor karın ve yıkıntıların üzerinde. Yanakları al al olmuş karın soğuğunda. Al al olmuş yanaklarına dökülmüş gözyaşları en pahalı inci tanesi gibi parlıyor. Elleri kırış kırış koynuna sakladığı kedisini kırış kırış ve titreyen elleriyle okşuyor okşuyor...

İçim parçalandı. Balkona çıktım ve can dostlarımı çağırdım. Pamuk, Sarışın, Aslan, Annecik ve baba Sarı koşa koşa geldiler. Bu vakitsiz çağrıma anlam veremedikleri bakışlarından belli idi. Beşini de tek tek okşadım sevdim ve öptüm. Mırıldandılar kuyruklarını salladılar ve tekrar bahçeye döndüler. Onbeş yıllık can dostumuz Kurt’u da ıslıkla çağırdım. Kulübesinden çıkıp uzaktan bana baktı ve sonra tekrar kulübesine döndü. Can dostlarım, onları niçin böyle çağırdığımı anlamamışlardı fakat ben bunun anlamının ne olduğunu içim sızlayarak hissediyordum.

Ukrayna bana çok uzak fakat orada yaşananlar bana çok yakın çok tanıdık. 1974’de Terazi’deki (Zigi) evimizde büyükce bir kafeste birçok muhabbet kuşumuz, zerdali ağacının altındaki havuzda ise rengarenk balıklarımız vardı. 20 Temmuz günü evimizden ayrılmak zorunda kalmıştık ve geri döndüğümüz zaman balıkların da kuşların da öldüğünü üzülerek görmüştük. Fındık adlı bir de köpeğimiz vardı. Fındık bizimle olduğu için kurtulmuştu. 1975 yılı Mayıs ayında, Kızılhaç ile köyümden ayrılırken, Fındık’ın bana öyle bir bakışı vardı ki aradan 48 yıl geçmesine rağmen o bakışları asla unutamadım.

O gün zor bir gündü. Köyümden, evimden, sevdiklerimden ve Fındık’tan ayrılıyordum. Kızılhaç aracına girerken, Fındık, “Beni terketme” der gibi yüzüme bakıyordu. Oradan nasıl bir ruh haliyle ayrıldığımı ve hayatımı nasıl bir ruh haliyle devam ettirmeye çalıştığımı anlatmam mümkün değil. Fındık ben köyümden ayrıldıktan kısa bir süre sonra ölmüş. Fakat ölünceye kadar da Kızılhaç aracına bindiğim yerden hiç ayrılmamış. Kuzeye geçip biraz toparlandıktan sonra geri dönüp Fındık’ı alıp gelmek planları yaptım fakat bir türlü başaramadım.

Savaş, maliyeti oldukca pahalı bir çılgınlıktır. Yaşanan travmanın tedavisi zor olan psikolojik bir yıkımdır. Savaş, masum insanların ve doğadaki diğer canlıların katilidir.

Bu savaşta da, iki tarafta kim bilir kaç insan hayatı kaybedilecek. Kaç insan yerinden yurdundan, kaç insan sevdiklerinden olacak. Büyük bir dram, büyük bir trajedi yaşanıyor. Etkileri de uzun yıllar devam edecek.

Televizyon ekranında, kara dumanlar arasında yaşlı bir kadın çaresizce yürüyor. Göğsüne sakladığı can dostunu kırış kırış titreyen elleriyle okşuyor. Yaşlı kadının kendisi desteğe muhtaç buna rağmen kedisini sakinleştirmeye çalışıyor.

Ukrayna bana uzak çok uzak fakat orada yaşananlar bana çok yakın çok tanıdık...


BİR ŞİİR...

Dünya  Şiir  Günü  dolayısıyle, Ukrayna'da  ve  dünyanın  birçok  yerinde, daha  söze  gelemeden, anne  karnında, beşiklerde, sığınaklarda   bombalarla  öldürülen  geleceğin  şairleri  ve  bütün   savaş  çocukları  için  şiirimin, şairlere  duyurmak  istedikleridir :

..............

Ey  şair  dinle

çok  derinden  dinle

korku  çığlıklarını

bir  savaş  çocuğunun.

çok  derinden  dinle

ve  kapanıp  kendine

söz  arama  şiirine.

batır kaleminin  ağulu  ucunu

katledilmiş  her  çocuk  için

batır binlerce  binlerce

kanayan  yüreğine...

sonra  çağır

acıdan fırlayan  sesinle  çocukları

çağırsan  dönerler  mi

kanayan  yaralarıyla

büyük  yalnızlıkları...

açılmadan  unutulan

mektuplar  mı  olacaktınız

açılsanız  o  meçhul  düğünde

hangi  sevgiliye  dokunacaksınız?

nasıl  bölünmez  ortasından

unufak  olmaz  dağlar

hangi  dağlar  çocukları

ölümle  nişanladılar?

gül  dalından  kül  döktürsem

yıkasam...yıkasam

ağarır  mı

çocukların  karıştığı  topraklar?

Feriha Altıok


“Karayorgis’in Salamis kazılarından hatıralar...”

Çok değerli arkadaşımız, Avustralya’dan grafik sanatçısı, yazar, akademisyen ve “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’ın Hikayeleri” başlıklı sayfanın yaratıcısı olan Konstantinos Emmanuelle, ünlü arkeolog Vassos Karayorgis’in 1952 yılında Salamis’te yürütmüş olduğu kazılarda çektiği fotoğrafları paylaştı... Arkeolog Vassos Karayorgis’in “Excavating at Salamis in Cyprus (1952 – 1974)” (Kıbrıs’ta, Salamis’te yürütülen kazılar” başlıklı kitabından alınan bu fotoğraflar, oldukça anlamlı... O dönem bu kazılarda, ağırlıkla Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kadın emekçiler çalışmış, fotoğraflardan da bu anlaşılabiliyor... Değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, bu kazıyla ilgili olarak şöyle yazıyor:

***  1952 yılında Lefkoşa’daki Eski Eserler Dairesi, arkeolog Vassos Karayorgis’ten Salamis’te bir kazı yürütmesini istemişti... Kıbrıs Müzesi’nin yenile atanmış olan Yardımcı Küratörü olan Karayorgis, henüz 23 yaşında bir gençti... Eylül 1952’de Salamis’teki kazıya başladığında, kendisine tanınan bütçe de 800 lira idi...

***  Kazı, 22 sene boyunca devam edecek ve ancak 1974 yılındaki Türk işgaliyle sona erecekti – bu kazıda büyük hazineler ve kumun ve zamanın saklamış olduğu yapılar ortaya çıkarılacaktı... Yerel köylülerden işçi olarak bu kazıda yardım alan Karayorgis, Romalılar’a ait Cimnasiyum’u, Hristiyan Hamamları’nı, Tiyatro Binasını ve Nekropol’ü kazarak ortaya çıkarmayı başarmıştı...

***  Çalışanların çoğu kadınlardan oluşmaktaydı çünkü o dönem erkek işçilere kıyasla, kadınlar daha ucuza çalışıyordu... Çok zor ve yorucu bir işti bu ve pek çok işçi de buradaki kumu, tekerlekli metal taşıcıyılara kızgın güneş altında yüklemekteydi... Ağır görevleri buydu...

***  Karayorgis, Salamis’ten yalnızca 12 kilometre uzaklıktaki Trikomo köyünde doğup büyümüş olduğu halde, 16 yaşına gelinceye dek, ancak Lefkoşa’daki okulunun bir gezisinde buraya gitmişti... Bu gezide Karayorgis, Salamis’in parlak günlerini, Salamis Kralları Onisilos ve Evagoras’ın Persliler’e karşı yürütmüş oldukları savaşı öğrenecekti...

***  Salamis, 15 yüzyıl boyunca gelişip durmuştu – Milattan Önce 11nci yüzyıldan başlayarak Milattan Sonra 7nci yüzyıla kadar devam edecekti bu hayat... Ta ki Arap istilacılar bu antik kenti ateşe verip yakıp yıkıncaya kadar... Bundan sonraki yüzyıllar boyunca, buraya kendiliğinden gelen işsiz güçsüz takımı yaşayacak, kamuya ait yıkılmış binaların inşaat için kullanılabilecek malzemeleri onlara çekici gelecekti... Aslında bu materyallar arasında cilalanmış beyaz taşlar da Mağusa’nın kiliselerini ve surlarını yapmakta kullanılacaktı... 20nci yüzyıl ortalarına kadar da Salamis’in soyulup soğana çevrilmesi devam edecekti... Meşhur mezar soyguncuları olan Cesnola kardeşler ve onların adamları da Salamis’i soyup soğana çevirmeye devam etmişler ve bu alışılageldik bir duruma dönüşmüştü... Engomi ve Aysergi’den köylülerin de yardımlarıyla yüzlerce mezar soygunu gerçekleştirilecekti...

***  Salamis’in bulunduğu bölge, İngiliz sömürge döneminin ilk yıllarında yeniden keşfedilecek ve 1890 ile 1891 yılları arasında yaygın biçimde kazılar yürütülecekti. Böylece Salamis, Mağusalılar için popüler ve romantik bir yere dönüşecek ve buraya piknik yapmaya veya ilk yağmurlar ardından garavolli ve mantar toplamaya gidecekler, ilkbahar başlarında da ayrelli toplamaya gideceklerdi... Burası her zaman antik ismi olan “Salamina” olarak anılmaktaydı... Buraya aldığımız fotoğraflar da Salamis’teki kazılarla ilgili Vassos Karayorgis tarafından yazılmış olan “Kıbrıs’ta Salamis’te yürütülen kazılar (1952-1974)” başlıklı kitaptandır...

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).