Mehmet Ali Görmüş Sokağı’ndan bir Kıbrıslırum ailenin öyküsü…
Bir zamanlar Mehmet Ali Görmüş Sokağı’nda yaşananmış olanlar, gelip tekrardan beni buluyor…
John Metaxas, Lapta’da olası bir gömü yeri göstermeye gittiğimiz zaman bulduğumuz olağanüstü güzellikte ama yıkık dökük taş bir evin fotoğraflarını görmüş dört yıl önce yazdığım yazıda, bana yazıyor… Bu ev, meğer ninesinin eviymiş Lapta’da… Yıllar sonra dayıları Avustralya’dan Lapta’ya giderek bu yıkık evin önünde fotoğraflar çekince, makalemdeki fotoğrafla karşılaştırmış, aynı ev olduğunu anlamış, Messenger’den bir not yazıyor bana… Ondan bu evin ve ailesinin öyküsünü anlatmasını istiyorum… ABD’de yaşayan John Metaxas’ın ninesi Anastasia hanımın eviymiş bu ev…
Bana şöyle yazıyor:
“Merhaba Sevgül, yazındaki binanın fotoğrafı, Lapta’da annemin ailesine ait evin fotoğrafıdır… 1950’li yılların başlarında, küçük bir çocukken, ninemle bu evde güzel vakit geçirirdim. 2-3 sene önce bu fotoğrafı tesadüfen gördüm ve hemen tanıdım – çünkü Avustralya’da yaşayan dayım ile iki oğlu, Kıbrıs’ı ziyaret ettikleri zaman bu evin benzer fotoğraflarını bana göndermişlerdi… Dayım iki yetişkin oğluna doğup büyüdüğü evi göstermek istemişti… Senin bu evi bulup makalen için fotoğrafını çekmiş olman ne büyük tesadüf, çok teşekkür ederim sana…
Google’ın uzaydan çekilmiş uydu harita ve fotoğraflarından ötürü bu evin yıkılmış olduğunu biliyordum… Bu yerle ilgili çocukluğumdan hatırladıklarımı anlatmak isterim…
1955 yılının yaz aylarında ninemle bu evde iki hafta süreyle kalmıştım… Aynı yılın Aralık ortalarında bir kalp krizi geçirerek ninem Anastasia vefat etmişti… Onunla geçirdiğim günleri her zaman sevgiyle anıyorum…
Bizim ailemiz Lefkoşa’da eski Diyanellos Sigara Fabrikası’ndan birkaç sokak uzaklıkta, fabrikanın batısında oturuyorduk. Bir Kıbrıslırum’a ait bir fırın da evimizin neredeyse yanındaydı… 1963 yılı sonunda evimizi ve her şeyimizi kaybettik. Ailem birkaç gün boyunca rehin olarak tutulmuştu… Esir değiş-tokuşunda kullanılan 26 Kıbrıslırum’dan 7’si benim ailemdi… Fırında hayatını kaybedenlerden üç kişisi ise aile dostlarımızdı… Kurtumballis’in fırınıydı bu…
Bayan Evridiki Kurtumbelidu bizim evimize sığınmıştı ve daha sonra serbest bırakılan 26 Kıbrıslırum arasındaydı. Annesi ve iki çalışanı öldürülmüştü fırında. Fırındaki cinayetlerden 10 dakika kadar önce küçük kardeşlerim de oradaydı… Ancak içimizde kötü duygular beslemiyoruz… Babamın deyişiyle Tanrı “meleklerini” göndermişti ve buna müteşekkiriz çünkü bir grup silahlı Kıbrıslıtürk, başka aşırı görüşlü Kıbrıslıtürk gruplardan kendilerini korumak üzere, ailemi alıp başka yere götürmüşlerdi. Onları her zaman “Tanrı’nın Melekleri” olarak düşünüyoruz.
Osmanlı Bankası’nda çalışan Fikret Ali Rıza’yı tanır mıydınız? Onlar bizim kapı komşularımızdı… Çok iyi, eşsiz komşularımızdılar birkaç yıl boyunca… Birinci grup katillerden ailemin korunmasını dolaylı yoldan sağlayan da Fikret Ali Rıza’nın eşi idi… Bu öyküyü altmış yıl boyunca belki binlerce kez anlattım. Benim bugün hayatta olmam da bir mucizedir… Eğer ben de orada yakalanmış olsaydım, Tanrı’nın İyi bir Tanrı olduğu yönünde iyi haberlerimi bugün anlatamayacaktım!”
23 Aralık 1963’te aralarında bir polis ve iki “Teşkilatçı” olan silahlı bazı Kıbrıslıtürkler, Kurtumbellis’in fırınına baskın yapmışlar, fırıncının kaynanasını ve fırında çalışan iki kişiyi öldürmüşlerdi… Bu öyküyü 12 yıl önce bu sayfalarda kaleme almış ve daha sonra da Kurtumbellis ailesinin kızı Kriti Kurtumbellis’le röportajımızı da yine bu sayfalarda yayımlamıştık.
Mehmet Ali Görmüş Sokağı’ndaki bu fırında işlenen bu üç cinayete tanık olan, fırının karşısında oturan Eleni-Suzan da bu yüzden “kayıp” edilecekti… Con Kahveleri sahibi Hüseyin Con’un sevgili karısı Eleni-Suzan, bazı mücahitler tarafından Ocak 1964’te bir geceyarısı zorla evinden alınarak “kayıp” edilecekti… Eleni-Suzan’ın öyküsünü de bu sayfalarda kaleme almış ve onun Kurtumbellis fırınında cinayetlere tanık olduğu için ortadan kaldırılmak istendiğini, bir görgü tanığının bu şekilde yok edildiğini aktarmıştık. Eleni-Suzan’ın fırına götürülerek öldürülmüş olduğu yönünde bilgiler de vardı… Eleni-Suzan hala “kayıp”… Ve biz onu aramaya devam ediyoruz…
John Metaxas’ın ailesinin öyküsünü anlatmaya devam edeceğiz…
“Bir Kıbrıslıtürk bilge seyyah: Reşat (Richard) Bergen…”
Ulus Irkad
42 yıl önceydi ve ben de o zamanlar Öğretmen Koleji’nde eğitim görmekteydim ama tatillerde rehberlik yapmakta, bir bakıma aileme fazla yük olmadan hayatımı kazanmaya çalışmaktaydım. Bayram öncesiydi, bir acentede, acente yetkilisi beni rehberlik hizmetini görüşmem için Bayram gelmeden Mağusa’daki acentesine çağırmıştı. O da, o sırada acentedeydi. Onu ilk defa görüyordum. Sarıya kaçan saçları ve kılık kıyafeti itibarıyle onu önce yabancı bir turist sanmıştım. Daha sonra Türkçe konuşmaya başlar başlamaz bizden biri olduğunu anladım. Konuşmadan sonra aramızda bir de sohbet başlamıştı.
-Sen nesin? Diye sormuştu bana; ben de;
-Rehberim, deyince, o da;
-Ha rençbersin
-Hayır rehberim demiştim.
-Rençbersin, rençber, diye devam etmişti konuşmasına, beni duymazdan gelerek…
Bu konuşmadan onun ne kadar espriye önem verdiğini ve her hoşuna gitmez ortamda da gene bir mizah yanı bularak, en nefret ettiği durumlarda bile gülünecek bir yan bulduğunu görecektim. Dostluğumuz ilerledikçe Reşat bana hayatını anlatmaya başlayacaktı. 1960’lı yılların sonlarında liseyi bitirmiş ve Avrupa’ya giderek gerek eğitim nedeniyle ve gerekse Kuzey Avrupa ülkelerini dolaşarak hayatını öyle geçirmişti. Batı Norveç Üniversitesi’nde eğitim görmüştü ve oldukça bilgiliydi. Kuzey Avrupa ülkeleri dışında da başka ülkelere gitmiş miydi? Belki de gitmişti. O onca ülke gezerek eğitim ve bilgisine birçok deneyim de kazandırmıştı. Reşat aynı zamanda çok okuyan, bildiği birkaç dil ve aynı zamanda bunlara ek olarak İngilizce ile çeşitli dillerde yayınlanan yayın organlarını da yakından takip eden bir arkadaşımızdı. Omuzunda taşıdığı çantasında muhakkak okumakta olduğu bir kitabı bulunurdu. Vaktini boşa geçirmez muhakkak bir köşeye oturarak kitap okumaya başlardı. Bir aralık Köyü olan Boğaziçi’nde bir çevre ve turizm gazetesi çıkardığını söylemiş ve benden de yazılar istemişti. Ona yazabildiğim kadarıyla makaleler vermiştim. Benden daha fazla tarihi ve kültürel yazılar istemişti. Daha sonra bu gazeteye son mu vermişti onu bilemiyorum ama son zamanlarda bile bir dergi ve gazete yayınladığını da duymuştum.
Reşat veya Richard bir aralık bana bir de mesaj göndermişti. Bilgisayarımda öldükten sonra mesaj kutusunda bulduğum bu mesajında bana şunları söylemekteydi:
“Sevgili Ulus, son zamanlarda yazılarını ve yayımladıklarını takip edemiyorum. Eğer beni üyelikten atmışsan lütfen tekrar geri al çünkü makalelerini devamlı okumaktaydım”.
Bunun üzerine “Facebook” sayfamda onu bir şekilde veya bir yanlışlık eseri üyelikten atmışım diye farketmiştim. Bazen hiç istemeden bir düğmeye basmakla da oluyor işte. Onu tekrar üyeliğe aldım. Uzun zamandır görüşememiştik. Bazen okuldayken ziyaretime geldiği de olmuştu. 1970’li yıllarda Rehberler Birliği’ni kurduğumuzda da gene ilk üyeler arasında olmuştu Reşat. Hatta hatırladığım kadarıyla kuruculardandı da.
Onu devamlı köylülerine sorardım. Bana köyde tarımla uğraştığını, sebze ve çiçek yetiştirdiğini söylerlerdi. Sonra geçen hafta Zeytinlik festivalinden döndükten ve üç kişinin öldüğü o feci kazayı gördükten sonra ölenler kimdir diye Facebook sayfamı açtığımda, onun da ölüm haberini aldım. Reşat ölümden korkmazdı. Hatta genç yaşında oldukça gezdiğinden dolayı da huzurlu, bilge ve de hayattaki üzüntüleri takmaz gibi bir 68’li edası vardı. Ona göre en büyük zenginlik insanlıktı. Özgürlüğüne önem verirdi ama insan sevgisiyle doluydu. Kuzey Avrupa’da tanıştığı kendi gibi düşünen arkadaşları onu köyünde ziyaretine geldikleri de olurdu. Tüm Kuzey Avrupa dillerine vakıftı.
Sessizdi ama dünyaya boşverir, ölümü de pek takmazdı. Richard özgürlük havasıyla ve ölümü de fazla düşünmeden kendi 68’li felsefesiyle yaşayıp gene uzaydaki yıldızlarda bir gezintiye çıktı. Onun şimdi bizlere oralardan da gülümseyerek ve de hayata o boşvermiş haliyle bakıp gülümsediğini biliyorum.
Bu son uzun yolculuğunda uzaydaki tüm yıldızlar hep yoldaşın olsun rehberlik arkadaşım, tüm gezintilerin gibi bu gezintin de bilgeliğine bilgelikler katarak hep mutlulukla bitsin. Hoşçakal…
(ULUS IRKAD – EKİM 2019)