İnsanlar birbirleriyle flört etmeyi ya da sonu sevişmeye varmayacak bir patikayı usulca, gülümseyerek, hazla yürütmeyi unutuyor, utanıyor ve kaçınıyor çoğunlukla, böylece hayat alanlarını daraltıyorlar.
Bir kuyu yalnızlığıdır, tenha bir aynadır, ıssızlıktır illaki, hiç değişmeyen çokluklarda yaşanan…
Flört hayattır halbuki…
* * *
İnsanın insanla hele öteki cinsle - ya da cinsiyetinden bağımsız aşka gördüğü diğeriyle - “baş başa” görünmesinin geleneksel ayıplanması üzerinden yalnızlaşan nesillerin yalanları kaplıyor göğü…
“Kahve içer miyiz” dediğiniz biri size “ama ben evliyim” dediği zaman aptallaşan gözlerle bakıyorsanız ya da “bu akşam dışarı çıkalım” dediğiniz varlık “ama benim zaten çıktığım biri var” sözleriyle büyütüyorsa gözlerini hiç de kendinizde tuhaflık aramayınız.
Modern zamanların tutsaklığına yanınız yalnızca!
* * *
Özgürlük sözlerinin yeri göğü inlettiği bir çağda, iş eyleme geldi mi insanın insana yakınlaşması yadırganıyor nedense ve her paylaşım bir şüpheye dönüşüyor gitgide…
Flörtün duygusal bir bağ olduğu ve mutlaka tensel bir hazza dönüşmesi gerekmediğini birbirine anlatamayan prangalı beyinler, aldatmanın çukurlarını kazıyorlar çoğunlukla…
O çukurlara atılan tohumlar başka başka yüreklerde yeşeriyor, gün gele, gizli sevişmelerde büyütüyor meyvesini…
Bir başkasına izah edemeyeceği ya da hesap veremeyeceği için hayatı kaçıranlar, sıkıcı zamanlar üfürüyorlar tozlanmış suların, aşina duvarlarına…
Sırdaşsız, dostsuz, hayalsiz zamanlar…
* * *
Sıradanlıkları aşmanın yolu insanın insana kavuşmasıdır yeniden, sığınmasıdır insanın insana; sorgulamadan, ürkmeden, hapsolmadan, adını aramadan…
Bariyerleri kaldıralım aradan ve keşfedelim birbirimizi daha çok; şiirle, ezgiyle, sözle, düşle, gülüşle, kalabalıklar içindeki kemirgen yalnızlıklardan arınarak…
* * *
“Bu akşam bir kahve içelim mi” dediğiniz insanın, bir başkasına bunun için yalan uydurması ya da hesap vermesi gereken tutsaklığa isyanım var, mutsuzluğunu maskeleri ardına gizlemiş onca suretin sızısını hissederek…
İnsan, insana muhtaçtır bu zamanlarda en fazla ve bazen bir an’ın değeri bir anı olmanın ötesindedir.
Bir çatının altında, bir zaman kesitinde ya da sınırları çizilmiş bir bahçede “birlikte” ama “yalnız” yaşayan ya da yalnızlaştığı gri zamanların yorgunluğunda bunalan düşlerin, dillerin ve bedenlerin çok daha fazla ihtiyacı vardır; yeni sözler duymaya, başka gözlere bakmaya ve farklı dünyalara doğmaya…
Sığınmak ister insan çoğu kez, sanırım en fazla özlediğimiz, yeniden keşfedilmek ve keşfetmek duygusu…
Kabuklarımızı kıralım öyleyse ve anımsayalım, ihanet hepimize dayatılandan çok başka bir şey!
“Suyu dinle, ateşi yak, özlemek bu!”