Dünyaları ve oynadıkları futbolu birbirinden yüzlerce ışık yılı kadar uzak üç futbolcudan bahsetmek istiyorum.
Hep futbolu konuştuk bu satırlarda. Futbolun ruhunu, insanları kaynaştırıcı ve birleştirici özelliğini tartıştık...
İngiltere gibi tutucu bir ülkede, Afrika kökenlilere karşı 1970’li yıllara kadar oluşan tepkilerin futbolla nasıl aşıldığından bahsettik.
İngiliz milli takımında ilk forma giyen Afrika kökenli Notingham Forest’li Anderson’dan günümüzde Chelsea’li Drogba’ya kadar devam eden bu bütünleşmede futbolun dostluk ve kardeşlik açısından toplumsal yaşamdan siyasete kadar uzanan bir sürece nasıl olumlu yansıdığından yana yazdık, durduk.
Sonra buna “Fair Play” dediler.
Deniz’in Liverpool’unda Robbie Fowler’i tanıdık. Bir Arsenal maçında kaleci Seaman’la girdiği pozisyonda çalınan penalti düdüğünden sonra hakeme itirazını canlı olarak gördük. “Hayır, hakem bey bu penalti değil, ben kendim düştüm” itirazına rağmen, kararından dönmeyen hakeme inat topu, penalti noktasına dikip kaleci Seaman’a teslim edişini izledik.
Mağusa Türk Gücü’lü Yasin’i de izledik geçen haftalarda.
Yerde yatan rakip oyuncu varken topu ağlara göndermeyip herkese “Fair Play” dersi verdiğini, dostluğun, kardeşliğin yerlerde süründüğü bu küçük dünyamızda hepsimize bir şeyleri tekrar hatırlatmasına olanak tanıdığından ona teşekkür ettik.
Ve bu büyük takımın futbolcu müsvettesi Emre’yi de... Bu yıl üç beş maçını izledim Fener’in. Her seyredişimde bu futbolcu
Sadece rakiplerine değil, hakeme falan de değil, kendi takım arkadaşlarına da ana avrat küfreden Emre’den ziyade insani özelliklerine hayran olduğum Aykut Kocaman’a kızdım. Bu oyuncunun sahada işi ne diye... Belli ki O da dayanamamış bu adama ki hafta içinde kadro dışı bırakmış kendisini.
İngiltere’de oynadığı dönemde de futbolcu arkadaşlarına ırkçı saldırılarda bulunan Emre, Fenerbahçe’de oynadığı sürece sadece bu büyük takımı değil takımına gönül vermiş taraftarlarını da küçültecektir.