Serkan SOYALAN
Fransa’nın en güzel kasabalarından biridir Saint Tropez. Bu güzel kasaba Güneydoğu Fransa’nın günümüzde Provence Alpes Cote d’Azur, geçmişte de Fransız Rivierası olarak anılan bölgesinin Var bölümünde, Marsilya’nın 105 kilometre uzağında bulunmaktadır. Menton kasabasından başlayarak, Marsilya’ya kadar uzanan bu sahil şeridi, Fransa’nın en zengin ve güzel bölgelerini barındırıyor.
2. Dünya Savaşı’nın anıtsal izleri
Bir balıkçı kasabasından, dünyanın göz bebeğine dönüşen ve yaz mevsiminin vazgeçilmezi olan Saint Tropez, zengin misafirlerini ağırlamaya devam etmektedir. Neden yaz aylarına vurgu yaptım, çünkü burası kış aylarında adeta uykuya dalıyor. Burada ilk gözümüze ilişen, tam anlamıyla bir huzur ortamının bulunmasıdır. Bu huzur ortamı, 2. Dünya Savaşı sırasında bozulmuş ve savaşta önemli bir rol oynamıştı bu şirin kasaba. Hatta tarih bilimciler Saint Tropez’in dünyayı kasıp kavuran bu büyük savaş sırasında güney Fransa’nın kurtuluşuna vesile olduğunu da söylerler. Günümüzde anıtlarla yaşatılıyor savaşın izleri.
“Tanrı Kadını Yarattı”
Kasabanın tarihine baktığımızda Saint Tropez ve çevresinde, 9’uncu ve 10’uncu yüzyıllarda Fracinet yakınlarındaki Sarazenler’in yerleşimi hakimdi.
Kasabanın asıl üne kavuşması ise 1950’lere dayanır. Fransızların ünlü sinema yıldızı Brigitte Bardot, bu yıllarda buraya yerleşir ve yaşamaya başlar. İşte bundan sonra uluslararası bir üne kavuşur Saint Tropez. Hatta 1956 yılında Fransa-İtalya ortak yapımı gösterime giren ve Brigitte Bardot’un başrolünde yer aldığı “Tanrı Kadını Yarattı” filmi de burada çekildi.
Sadece bu film de değil 1960’lı ve 1970’li yıllarda Louis de Funes’in çevirdiği “Le jandarma” film serisi de Saint Tropez’in ününe ün kattı.
Turizm beldesi
Turistik bir kasaba olan ve gelirinin büyük bir kısmını doğal olarak turizmden karşılayan Saint Tropez’de; tarihi mekanları, yemyeşil tepeleri, ağaçlarından yansıyan yeşilin her renginin coşkusu, daracık sokakları, kafeteryaları ve barlarından yansıyan klasik ezgileri buraya kimliğini veriyor.
Bir de 17’nci yüzyıldan kalma kalesi var kentin. Bu kaleye çıktığınızda, ayaklarınızın altında, bu muazzam kasabayı, Akdeniz’i, ormanlarla kaplı koyları, kırmızı çatıları, Notre Dame de I’Assomption Kilisesi’ni seyredebilirsiniz.
Grammont’taki Musee de I’Annonciade de 16’ncı yüzyıl kilisesinden müzeye dönüştürüldü. Mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Zengin bir koleksiyona sahip, Matisse, Derain gibi ressamların eserleri de burada.
Yat limanına indiğinizde ise, milyon dolarlık yatların arasında gezerken, bu lüks yatların kime ait olduğunu düşünmekten de alamıyorsunuz kendinizi.
Günbatımının muazzam resmi
Günbatımında muazzam güzel bir manzara sunan St. Tropez’de, kasabayı dolduran turistler, kendilerini teraslarda bulunan kafelere atıyor ve bu doyumsuz doğal güzelliği, yudumladıkları Fransız şarapları ile izliyor.
Farklı lezzetleri tatmanız da mümkün Saint Tropez’de. Yan yana dizilmiş restoranlarda, farklı kültürlerin sunumlarını bulmanız mümkün. Kasabada kaldığım 7 gün boyunca, hangi restorana gitsem, güzel bir sunumu ve kaliteyi gözlemlediğimi de söylemek isterim. Benim önerim deniz ürünlerini seven biri olarak özel hazırlanmış baharatlarla servis edilen levrek. Yolu buraya düşenler, mutlaka denemeliler.
Saint Tropez’e yakın iki havaalanı var. Bizim tercihimiz Nice Havaalanı olmuş olsa da, Marsilya Havaalanı da buraya yakın. Nice’e indikten sonra kiraladığımız aracımız ile sahil şeridinden hareketle vardık Saint Tropez’e.
Plages La Glaye ve La Ponche
Konaklama ise, çoğunlukla butik otellerle sağlanıyor. Buranın dokusunun korunduğunu ve bozulmadığını söylemeliyim. Ve liman çevresinden biraz uzaklaşarak St. Tropez’in eski bölgesi olarak anılan Plages La Glaye ve La Ponche de görülmeli.
Fransa’nın Venedik’i olarak anılan ve her evin önünde kendi özel teknesi olan Port Grimaud görülmeye değer.
Şehrin alışveriş caddeleri olan Rue Clemenceau, Rue Gambetta ve Rue Allard birçok ünlü markaya ev sahipliği yapıyor, ancak fiyatlar pek de uygun değil, adeta uçuyor.