Türkiye’de futbolu basın üzerinden yönettiğini sananlar, bir Victor Pereira’dır diyor ve gidiyor. Özellikle Ajax-FB maçından sonra eleştirilerin dozu inanılmaz artamaya başladı. Neymiş efendim FB kötü oynamış. Hollanda futbolu bitmiş. Hollanda futbolu ölmüş. 18-19 yaşında çocuklara karşı oynanıyormuş. Taktik yanlışmış. Yüksek bütçeli takımlar böyle oynamamalıymış. Yok şu, yok bu... Ve ne ilginçtir, seyirci de bu yorumlara inanıp, takımını ıslıklayabiliyor.
Türkiye futbolunu bilmemiş olsak, yazılan, çizilen ve söylenenlere inanacaktık. Sanki de Dünya futbolu Türkiye’den sorulur, Şampiyonlar Ligi UEFA Avrupa Ligi ve Dünya Kupası sahipleriymişler gibi herkesi küçümseyen, garip ve anlamsız yorumlar yapılıyor. Tabi bu yorumlar yalnızca Pereira için değil. Diğer yabancı teknik adamlar için de geçerlidir. Bir dönemler Türkiye’ye Löw geldi. Adamı nasıl atacaklarını şaşırdılar. Bir de bakmışız Löw’lü Almanya Dünya Kupası’nı kazanmış. Hatırlayın BJK antrenörü Biliç’e yapılanları. Neredeyse adamı komedyen ilan edeceklerdi. Halbuki, Bilic şu anda dünyanın en çok izlenen liginde başarılı bir grafik çiziyor.
Türk futbol basının yapmak istediği; futbolu uhdeleri altına alıp, çizilmiş devlet senaryosu içerisinde kendilerine yakın duranları korumak ve bu sektörden para yemektir. Futbola verdikleri zarar inanılmaz boyutlara ulaştı. Özellikle basketbol ve voleybolda takım ve milli takım seviyesinde gelen başarılar, futbol yorumcularını ürkütüyor. Çünkü aynı ülkenin iki farklı spor kültürüne sahip olduğunu kabul etmek istemiyorlar. Bu sebeptendir ki, üniversite üniversite gezip konferans veriyor ve gençlere “cici” + “kültürlü” olduklarını gösterip kendilerini affetirmeye çalışıyorlar.
Dikkat edilirse, Türkiye’de futbol ve salon sporları arasında inanılmaz kültür farkı oluştu. Bu fark salonları başarılı, çim sahayı başarısız kıldı. Futbolu yorumlayanlar yalnızca alt tabakaya (okumamışlara) hizmet ediyor. Türkiye nüfusunun yüzde 70’inin okumamış olduğunu düşündüğümüzde yapılan yorumlar bu kesimlere rantabıl geliyor. Böylece devlet takımlara ya beleş saha yapıp o kitleyi elinin altında tutuyor.(İzmir’e saha yapmak akıllarının ucundan bile geçmiyor. Çünkü İzmir kültürü ile Türkiye kültürü arasında dağlar kadar fark var. Geçen hafta oynanan Karşıyaka-Göztepe maçı en güzel örnektir)
Salonlara bakıyoruz! Futbolun tam tersi. Kin ve nefretin yerine Avrupa’nın en kaliteli liglerinin
Türkiye’nin eline nasıl geçtiği yorumlanıp, daha güzele nasıl ulaşılabileceği seyircilere aktarılıyor.
Basketbol’da Barcelona ve Real Madrid’i yenmek artık hayal değil, gerçektir. Ancak futbolda Barcelona ve Real’e karşı bırakın galibiyet almayı gol atmak bile hayalin ötesinde bir durum.
Peki, sizce sebebi nedir. Pek tabi ki, KÜLTÜR...
Türkiye’de voleybol ve basketbolda elde edilen başarıların hiçbiri tesadüf değildir. Doğru insan kaynağıyla, uzun vadeli projelerin semeresidir. Ancak futbolda elde edilen başarılar (ne başarı edilmişse?) külliyen tesadüf ve kısa vadelidir. Bir para yeme düzenidir de gidiyor. Çünkü futbolda kaos yaratma ve insanları uyutup tek bir düşünce yapısına çevirme devletin en büyük arzusudur. Bu yüzden Kıbrıs Türk futbolunu yorumlayanlar, Türkiye futbol kültüründen uzak durmalı. Türkiye televizyonlarından esinti yapmamalı. Oynat şunu, oynat bunu demekle, hakemleri yerden yere vurmakla hiç bir yere varılmaz. Varılsaydı, Türk futbolu varırdı. Bizler Rıdvan’lar, Erman’lar, Demirkol’lar, Hıncal’lar yaratma peşinde olmamalıyız. Ecer’ler, Ogün’ler, Songuç’lar, Gökmen’ler, Nazım’lar, Burhan’lar, Bülent’ler bizlere yeter ve artar. Tabi onlar da Türkiye futbol kültüründen uzak durmaları kaydıyla. Aksi halde futbol kültürümüzü COPY-PASTE yaparak kendi elimizle yok etmiş oluruz...