• Geçen hafta Derinya ve Aplıç kapılarının açılacağının duyurulması üzerinden tam bir yıl geçti. Özellikle Derinya kapısının açılacağına dair söz verilmesi, sivil toplumun ve yerel halkın uzun bir aradan kendi öz başarısı olarak düşünülmüştü. Fakat aradan bir yıl geçmesine rağmen kapının hala açılmaması bir kez daha siyasete ve siyasi iradeye olan güveni sarstı. Kapının açılmasına yönelik türlü bahaneler koyan siyasi makamlara belki de şunu hatırlatmakta fayda var. 2003 yılında kapıların açılması kararının ardından bir hafta bile geçmeden sınır kapıları açılmışken Derinya kapısı benzer bir kararın ardından bir yıldır niye açılmıyor? Yoksa o zaman siyasi irade vardı da şimdi yok mu?
• Geçen hafta Mustafa Akıncı görev süresinin bir yılını doldurdu. Bildiğiniz gibi oldukça yüksek bir oyla Cumhurbaşkanlığını kazanan Akıncı, seçimlerin hemen ardından yoğun bir görüşme temposuna girdi. İyi niyetle ve kararlı olarak yürütülen sürecin bugün ne gibi sonuçlar verdiği veya vereceği henüz açık değil. Bir yılın sonunda ortada henüz bir netlik olmaması dışında, Akıncı’nın diğer konularda da oldukça tutuk olduğunu söyleyebiliriz. Seçim propagandasında ve genel vizyonunda sıklıkla vurguladığı güven yaratıcı önemler bağlamında bir iki girişim dışında herhangi bir adım atılmadı. Akıncı’nın seçim vizyonunda yer alan ve her mecrada dile getirilen kapalı Maraş konusunda da hiçbir şey yapılmadı. Anastasiadis ile anlaşılan beş güven yaratıcı adım noktasında da herhangi bir gelişme olmadı. Yukarda anlattığımız gibi yeni sınır kapıları açılmadı. GSM operatörlerini birleştirme ve adada telefonları kullanmaya yönelik herhangi kolaylık getirilmedi. Elektrik şebekeleri birleştirilmedi. Atılan olumlu tek adım Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komitesinin oluşturulması oldu. Ancak bunun dışında bir yıllık süreçte nasıl bir yol kat edildi diye soracak olursak, pek de yol alınmadığı cevabını vermek sanırım pek de zor değil.
• Geçen hafta Kıbrıs Türk Tabipler Birliği’nin yayınladığı bir raporda Taş Ocakları’nda çalışan 110 işçi içerisinden 100’ünde akciğer hastalıkları tespit edildi. Bu raporla birlikte söz konusu işletmelerin sadece doğanın yıkımına değil aynı zamanda insan sağlığının da yıkımına neden olduğu ortaya çıktı. Doğayı açık bir biçimde talan eden, civar köylerde rahatsızlıklar oluşturan, işçilerin sağlığını dikkate almayan bu işletmelerin topluma ne gibi bir faydası olabilir? Açıkça hiçbir faydası olamaz. Ancak buna rağmen artan bir hızla faaliyetlerine devam eden taş ocaklarına artık dur demenin zamanı gelmedi mi?
• Binali Yıldırım Türkiye’nin yeni başbakanı olarak atandı. Bu atamanın kriteri neydi, Davutoğlu niye gitti, yeni atanan başbakanın Davutoğlu’ndan farkı ne gibi sorular bir kez daha yanıtsız kaldı. Bu soruların yanıtsız kalması Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi davrandığını, siyasetin her alanında biat kültürü yarattığını bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Daha önce çok kez dile getirdiğimiz gibi bu tür gelişmeler Türkiye’nin oldukça totaliter bir devlet ve siyaset yapısına büründüğü endişelerini pekiştirdi.
• Fransa’da halk bir kez daha sokaklara döküldü. Hollande hükümetinin emek piyasasına yönelik yasal değişiklik önerisi sendikalar, aktivistler ve birçok kesim tarafından sert tepkilerle karşılandı. Emek piyasasını esnekleştirmeye yönelik yasal değişiklik birçok çalışanı haklarından mahrum edecek ve emek sömürüsünü daha da mümkün kılacak gibi gözüküyor. Eylemlerin sadece bir protesto olmaması ve aynı zamanda işgal hareketlerine ve sokak forumlarına da dönüşmesi Fransa’da yeni bir siyasi hareket mi oluşuyor sorunu gündeme getiriyor. Bildiğiniz gibi bugün İspanya’nın en önemli partilerinden biri olan PODEMOS’da bir sokak hareketi olarak başlamış, sonrasında ise güçlü bir siyasi partiye dönüşmüştü. Fransa’da bu gibi bir gelişmenin yaşanması sol adına oldukça ümit verici bir gelişme olacaktır. Bu açıdan Fransa’daki gelişmeleri takip etmek önemli.