Nar Ağacının Gölgesi
Tarih bilimci, yazar, film yapımcısı, politik aktivist ve eleştirmen olan Tarık Ali 1943 yılında doğmuştur. Londra’da yaşayan Tarık Ali New Left Review dergisinin editörlüğünü yapmasının yanında “The Guardian” gazetesine de düzenli olarak katkı koyuyor. Pakistan asıllı Britanyalı yazar bugüne kadar birçok tarihi roman ve bilimsel deneme yazmıştır. Bunlar arasında en çok dikkat çeken İslam dünyası ve Batı Hristiyanlığı arasındaki uzun süreli karşılaşmayı işlediği beşlemesidir. Beşleme içindeki tarihsel romanlar şunlardır: Nar Ağacının Gölgesi (1993), Selahaddin’in Kitabı (1998), Taş Kadın (1999), Palermo’da Bir Sultan (2005) ve Altın Kelebeğin Gecesi (2010).
Beşlemenin ilk kitabı olan Nar Ağacının Gölgesi romanı, Morisko (Moorish) toprak sahibi Banu Hudayl ailesinin hikâyesini anlatıyor. Hikaye Endülüs Granada’sının İspanyol yeniden fetih hareketi tarafından 1492’de ele geçirilmesinden hemen sonraki dönemde geçiyor. Granada’nın son Müslüman emiri olan Sultan Abu Abdullah Granada’nın düşmesinden hemen sonra İspanyollarla Müslümanların dinlerini özgürce yaşayacakları, Arapça konuşabilecekleri ve yüzyıllardır süre gelen geleneklerini devam ettirebilecekleri konusunda taahhütler içeren bir anlaşma imzalayıp Fas’a göç etmiştir. Fakat Kraliçe İsabella’nın İspanyol yönetimi anlaşma koşullarına uzun süre bağlı kalmayacak ve geride kalan Mağribiler üzerinde baskı kurmaya başlayacak ve şiddet uygulayacaktır.
Roman, Başpiskopos Ximenes de Cisneros’un verdiği emirle Granada’daki kütüphanelerde ve evlerde bulunan Arapça eserlerin neredeyse tamamının toplanıp yakıldığı sahne ile başlıyor. Yüzyılların emeği sonucunda üretilen bilim, astronomi ve tıp kitapları ateş duvarının içine atılarak yok edildi. Tarık Ali’nin de vurguladığı gibi Müslüman ve Morisko kültürünü İspanya’dan söküp atmak için gerçekleştirilen bu eylem, Avrupa’nın entelektüel birikiminde derin yaralar açılmasına sebep olacaktır.
Binlerce el yazması kitabın bir çırpıda yakılması Müslüman halkı korkuttu ve gelecekleri için endişe duymalarına sebep oldu. Romanın merkezinde yer alan Banu Hudayl ailesinin lideri Umar ibn Abdallah durumu şöyle özetler: “Kitaplarımızı yakan ateş bir gün Endülüs’te yarattığımız her şeyi yakacaktır. Atalarımızın bin bir emek ve özveri ile inşa ettiği al-Hudayl kasabası da bu ateşten kurtulamayacaktır.” Bu korku ortamında, ailenin en küçük çocuğu olan on yaşındaki Yazid’in Hristiyan ve Müslüman figürlerin oymalarını içeren satranç takımı bile evde korku unsuru olacaktır.
Bu koşullar Granada ve çevresinde yaşayan Müslüman bireylerin önüne üç seçenek getirmiştir. İlk seçenek din değiştirmek ve kendi topraklarında inançsızlar olarak yaşamaya devam etmektir. Banu Hudayl ailesinin üyelerinden İbn Hisham ve Miguel tercihini bu yönde kullanmıştır. Tüccar İbn Hisham ailesinin güvenliğini sağlamak ve çocuklarının ve torunlarının istikrarı için din değiştirmiş ve Pedro adını almıştır. Öte yandan Miguel din değiştirmekle kalmayıp aldığı eğitim sonucunda Cordoba Piskoposu ünvanını da almıştır. Fakat baskılara rağmen ailenin lideri Umar bin Abdallah ve çocukları din değiştirme seçeneğini değerlendirmeye almamıştır.
Endülüslü Müslümanların önlerindeki bir diğer seçenek topraklarını ve evlerini artlarında bırakarak inançlarını özgürce yaşayabilecekleri yerlere göç etmektir. Onları en çok cezbeden mekanlar Kuzey Afrika’daki şehir ve ülkelerdi. Örneğin Umar’ın en küçük kızı Hind evlendikten sonra Fas’a göç etmiştir.
Müslümanların önündeki son ve en onurlu seçenek Hristiyanlara karşı direnmek ve ölene kadar savaşmaktır. Bu onurlu bir seçenek olabilirdi ama başarı şansı çok düşüktü. Müslümanların sadece küçük bir kısmı tercihini bu yönde kullanmıştır. Bunlar arasında Umar’ın en büyük oğlu Zuhayr da vardır. İspanyol yeniden fetih hareketine karşı yapılan ilk isyanda Zuhayr önemli bir rol oynamış ve Hristiyan birliğinin kumandanını düelloda öldürmüştür. Fakat Zuhayr’ın bu geçici başarısı Banu Hudayl ailesinin yok olmasına sebep olmuştur. Zuhayr’ı cezalandırmak için Hristiyan askerler al-Hudayl kasabasına yollanmış ve Zuhayr’ın ailesiyle birlikte kasabanın bütün yerleşikleri katledilmiştir.
Kitabın farklı bölümlerinde sıklıkla yinelenen düşüncelerden biri Müslüman İspanya’nın gerilemesinin temel sebebinin kendi iç bölünmeleri ve iç savaşlar olduğudur. Bazı karakterler içlerinde bulundukları çıkmazı iç bölünmelerinin ilahi bir cezası olarak görür: “İnanalar inananları öldürdü. Birbirimizin krallıklarını nasıl yok ettiğimizi Allah biliyor. Yönetenler halktan kopuk ve habersiz yaşadılar.”
Tarık Ali’nin bütün romanlarında olduğu gibi bu romanında da aşk hikâyeleri ve erotizmi kullandığını görüyoruz. En dikkat çeken aşk hikayesi Umar’ın halası Zahra ve evin hizmetçisinin oğlu al-Zindiq arasında geçer. Zahra’nın babası bu ilişkiyi onaylamaz. Zahra uzaklardaki akrabalarının yanına sürgüne gönderilir. Hayatı mutsuzluk içinde geçer ve akli dengesini kaybeder. Bir diğer aşk hikayesi de Umar’ın kızı Hind ve İbn Daud arasında yaşanır. Dedesinin tersine Umar, İbn Daud varlıklı olmasada, kızının ilişkisine onay verir. Romanın birçok yerinde rastladığımız bu tip dolaylı karşılaştırmalar ve karşıtlıklar Tarık Ali’nin diyalektik yaklaşımının ürünü olarak görülebilir.
Tarihsel roman olan Nar Ağacının Gölgesi kitabı bir çırpıda okunabiliyor (240 sayfa). Tarık Ali’nin etkileyici anlatımı ve hatırı sayılır oranda tarihsel gerçeklik üzerine inşa edilmiş kurgu sayesinde, okuyucu kendini on beşinci yüzyılın Endülüs İspanyasındaki kültürel çatışmaların tam ortasındaymış gibi hissedebiliyor. Roman temelde dini fanatizme karşı uyarı niteliğinde; bu yönüyle sorunların çözümü için kültürler arası diyaloğu işaret ediyor.
Tarık Ali. Nar Ağacının Gölgesi, (Çeviren: Mehmet Harmancı). İstanbul: Agora Kitaplığı, 2009.