Hepsi dönüp bana bakıyor, ne söylediğimi anlamadan… Salvador Dali sürrealist bir ressamdı ve buna çok benzer tabloları var ancak şimdi onun hayali bir şey çizmediğini, çok büyük acıyla çarpılmış insan bedenlerini resmederken mutlaka buna benzer bir toplu mezar görmüş olduğunu ve yalnızca gördüklerini resmetmiş olduğunu kavrıyorum!
Yeryüzünde hiçbir insanın böylesi bir görüntüyle karşı karşıya kalmamasını diliyorum… Hem şoke edici, hem sarsıcı biçimde acı veren bir görüntü bu… İnsanın havsalasının sığmayacağı derinlikte bir acı… Kendi gözlerinizle görmezseniz, böylesi bir acıyı tasavvur bile edemezsiniz…
Böylesi bir toplu mezar görmem ilk değil – Çatoz dışında bir toplu mezar daha gördüm, Palekitre’deki (Balıkesir) toplu mezarı da gördüm, Sihari’deki toplu mezarı da gördüm ancak bu, belki de en dramatik olanı ve bu görüntüyü ölünceye kadar unutmayacağım… Palekitre’deki toplu mezarda kadınların ve çocukların öylesine atılıp zaman içinde toplu mezarda oldukları gibi, dondurulmuş gibi kaldıklarını gördüğümde ne kadar acı duymuşsam burada da savaşın ve ölümün korkunç yüzü sanki daha da dramatize edilmiş gibi duruyor çünkü üstünde yürümüş olduğumuz, üstünde durmuş olduğumuz bir noktanın üç metre kadar altında bulunuyorlar… Hristina’yla birlikte onların üstünden geçtik, burada olduklarını bilerek ve bilmeyerek, buraya tekrar tekrar geldik… Hatta Hristina’nın onların yakınında dururken fotoğraflarını bile çekmiştim… Ressam arkadaşlarımızdan Ferah Kaya Hristina’nın küçük bir kızken Galatya gölü kenarında durup kollarını buraya gömülmüş olan babasını ve kardeşini kucaklamak istermiş gibi iki yana açtığı, göldeki küçük evciğin de görülebildiği bir resim yapmıştı… Göldeki küçük ev hala orada duruyor, gancelli de orada duruyor, şahidimiz bu gancellinin iç kısmına iki “kayıp” şahsın gömüldüğü konusunda ısrar ediyordu, işte o gancelli bu…
Kıbrıs’ta şu anda belki de en zor iş, Arzu ve ekibinin yaptığı iş… Bu arkeloglarımız ölümün en korkunç yüzüyle karşı karşıya kalıyorlar, gündelik yaşamlarında kazılar sırasında böylesi toplu mezarları kazmak ve bununla baş etmenin yolunu bulmak zorunda kalıyorlar… Bu imajları asla akıllarından silemeyecekler – Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum arkeologlar olarak iki toplumlu kazı ekipleri halinde çalışırken karşılaşmak zorunda kaldıkları böylesi görüntüleri, yıllar sonra bu dünyadan göçüp gidinceye kadar belleklerinde taşımak zorunda kalacaklar…
Toplu mezarın içinde Arzu, Hristina’yı yanına çağırarak ona kardeşi ve babasıyla ilgili sorular soruyor… En üstte kahverengi naylon tişörtüyle gördüğümüz genç erkek büyük olasılıkla Hristina’nın kardeşidir ancak herkesin vurguladığı, Hristina ve benim de çok iyi bildiğimiz gibi, bundan emin olmanın tek yolu DNA testleriyle kimliklendirmenin yüzde 100 bir kesinlikle yapılmasını beklemek olacaktır.
Hristina arkeologlara kardeşinin bacağının bir zamanlar diz altından kırılmış ve iyileşmiş olduğunu anlatıyor. Babasının “kayıp” olduğu gün giydiklerini de anlatıyor: Koyu mavi pantolon ve aynı renk bir gömlek, her ikisi de aynı materyalden yapılmıştı, haki türü bir materyaldi bu…
Toplu mezarın içinden fotoğraf çekmiyoruz… Arzu, Hristina’ya fotoğraf çekmenin yasak olduğunu anlatıyor… Bu karara saygı duyuyoruz çünkü biliyoruz ki eğer insanların toplu mezardan fotoğraf çekmelerine izin verecek olurlarsa, arkeologlar işlerini kaybedebilir… Ancak geceleyin Lefkoşa’ya döndüğümüzde toplu mezardan yalnızca fotoğraflar değil, videolar da çekilmiş olduğunu ve CITY FREE PRESS tarafından çekilen bu fotoğraf ve videoların SIGMA TV tarafından yayımlandığını, internet sayfalarında paylaşıldığını görmek, hem Hristina, hem de benim için bir tür “sürpriz” oluyor… Bundan birkaç gün sonra da KIBRIS gazetesi toplu mezardan fotoğraflar yayımlıyor… Ancak hem Hristina, hem de ben arkeolog Arzu Deniz’in kararına saygı duyuyoruz, “Fotoğraf çekmeyin” diyor bize, biz de çekmiyoruz… Yıllardır bu sayfayı takip eden okurlarım zaten biliyor ki biz bu sayfalarda “kayıplar”dan geride kalanların açıkça göründüğü fotoğrafları yayımlamaktan hep kaçındık çünkü onlar “kemik” ya da “iskelet” değil, birer insandırlar – buna saygı duyduğumuz için bu tür fotoğraflar yayımlamaktan kendi kararımız ve etik duruşumuz gereği kaçındık… Meğer ki haber Kayıplar Komitesi laboratuarıyla ilgili olsun ve laboratuardan çekilmiş fotoğraflarda bilim insanları kalıntılarla uğraşıyorken görüntülenmiş olsun – ki bu fotoğrafları da Kayıplar Komitesi’nin kamuya açık olarak yayımladığı kendi web sitesindeki fotoğraflardan alıyoruz ve ancak konuyla ilgiliyse yayımlıyoruz…
Sonuçta Hristina’yla birlikte toplu mezardan çıkıyoruz ve ikimiz de kazı ekibine sonsuz teşekkürlerimizi sunarak gölden ayrılıyoruz…Hristina buradan istemeye istemeye ayrılıyor, burada kalabilseydi arkeologlarla kalmak isterdi ancak şimdi gidip şahidimizi ve ailesini bulmalıyız, bunca yıldır bize yardımlarından ötürü onlara teşekkür etmeliyiz, bu noktaya nihayet varabilmiş olduğumuz için onları kucaklayıp teşekkürlerimizi sunmalıyız…
Bizim için geleneksel “magarına bulli” pişirdiler, sorduklarında bunu istedik çünkü bunu çok güzel yapıyorlar – böylece bahçede oturup birlikte yiyoruz, yiyeceğimizi paylaşıyoruz, onlara duyduğumuz şükran duygusunu paylaşıyoruz, onlara teşekkür ediyoruz, onlara ne kadar değer verdiğimizi paylaşıyoruz çünkü onlar her şey çok sert, çok gergin, her şey kocaman bir tabu olduğu günlerden bu yana, yıllardan bu yana hep bizimle oldular… Atmosfer düşmanlık ve nefret dolu olduğu zamanlarda da bizimle birlikte oldular… Hem birinci, hem de ikinci toplu mezarın kazılmasında bu aile kritik bir rol oynadı – konuşmayı ve göstermeyi reddeden şahitleri kişisel olarak buna ikna etmeyi başardılar… Onların ısrarı, insancıllığı ve cesareti olmamış olsaydı, bugün bulunduğumuz noktada bu sonuçlara ulaşmamız çok zor olurdu… Yer göstermeyi reddeden insanları yumuşattılar, onları ikna ettiler, göstermelerini sağladılar… Ne Hristina, ne de ben onlara yeterince teşekkür edecek sözcük bulamayız asla…
Kahvelerimizi içerken şahidimiz şimdi de ikinci toplu mezarın hemen yanında üç veya dört “kayıp” daha gömülmüş olduğunu anlatıyor ve “Genişlemeleri lazım, aynı hat üzerinde” diye konuşuyor. Lefkoşa’ya döndükten sonra bu bilgiyi Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis ve Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Antropolog Okan Oktay’a vereceğim derhal… Şahidimize bu önemli bilgiyi veren, onları gömen şahısmış – iki toplu mezarla aynı hat üzerinde üç veya dört “kayıp”tan geride kalanların daha bulunduğunu anlatmış…
Lefkoşa’ya geri dönerken Hristina, “Şimdi o kadar mutluyum ki…” diyor.
Bunca yıllık mücadeleden sonra nihayet rahat edebiliyor… Kesinlikle DNA sonuçlarını beklememiz gerektiğini bilsek dahi, tüm göstergeler onun “kayıpları”nın buraya gömülmüş olduğu yönünde…
Altı ay kadar önce Hristina oturup bir mektup yazmıştı ve Komikebirli ve Eftagomili “kayıp” yakınları da bu mektubu imzalamıştı… Hristina bu mektupta Karpaz bölgesinde kazılması gereken yerleri sıralamıştı ve sıraladığı olası gömü yerleri arasında bu yer de vardı, yani ikinci toplu mezarın yeri… Bu mektubu Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Anastasiadis’e, İnsani İşler Komiseri Fotis Fotiu’ya ve Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üyesi Nestoros Nestoras’a göndermişti altı ay kadar önce… Bu mektubun da bugün varılan bu sonuca katkıda bulunmuş olduğunu düşünüyoruz…
İster küçük, ister büyük bu sonuca ulaşmakta her tür yardımı yapan herkese bir kez daha teşekkür ediyoruz ben ve Hristina ve bu çabalarına çok müteşekkir olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz…
Kayıplar Komitesi’ni bu başarılı sonuca ulaştığı için de ayrıca kutluyoruz ve Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Sayın Gülden Plümer Küçük ve Kıbrıslırum Üyesi Nestoras Nestoros’a da teşekkürlerimizi sunuyoruz…