Galatya (Mehmetçik) köyünün tarihi geçmişinden derlemeler…

Galatya (Mehmetçik) köyünün tarihi geçmişinden derlemeler…

Tuncer Bağışkan

Bugünkü makalemde, Karpaz Yarımadasındaki 46 yerleşim biriminin tarihi geçmişi ile eski eserlerini saptama çalışmalarını sürdürdüğüm 1999 – 2001 yılları arasında Galatya (Mehmetcik) köyüyle ilgili olarak derlediğim bilgileri ana hatlarıyla ele alıp irdeleyeceğim. Bu nedenle bu konuda daha detaylı bilgi sağlamak isteyenlerin 2010 yılında düzenlenen “Galatya Panayırı” vesilesiyle Galatya Belediyesi’nin yayınladığı “Üzüm Diyarı Mehmetçik (Galatya) ve Festivalleri 50. Yıl” adlı kitapta bulunan araştırma yazımıza başvurmaları gerekecektir. 

GALATYA’NIN TARİHÇESİ
Eskiden Galatya dendiğinde genellikle Mehmet Tayyareci ile Hasan Çelebi’nin Limasol’dan kaçırıp köye ekilmesini sağladıkları ‘bağları’, ‘sulu kebabı’ ve ‘köylülerin inatçılığı’ hatıra gelirken, daha sonraları çok zengin bir tarihi geçmişinin olduğu da devreye girmiştir. Köyün tarihi geçmişine ait en eski buluntular 23.6.2003 tarihinde Galatya-Balalan yolu üzerindeki Bahçecik mevkiinde bulunan ve Geç Geometrik Devirden  (M.Ö 859-750) başlayıp Erken Arkaik Devire (M.Ö 750-600) kadar ölü gömme amacıyla kullanılan bir mezarda saptanmıştır.  Yine de köyün Potelemaios hakimiyetindeki Helenistik devirde (c. 300) kurulduğu, o sıralardaki adının ise GALATİA olduğu bilgilerine de rastlanmaktadır. Nitekim 1938 ile 1948/49 yıllarında bu bölgede M.Ö 325-30 yılları arasına tarihlenen Mısır kralı Ptolemaios’a (Helenistik Devire) ait gümüş sikkeler bulunmuştur. Şimdilerde Kıbrıs Cumhuriyeti Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu sikkelerden bir tanesinin ön yüzünde, başında aslan postu ile bir diadem (taç) bulunan ve Yunan mitoloji kahramanı Herakles’i yansıtan Mısır kralı Ptolemy I Soter’in baş kabartması, sikkenin arka yüzünde ise bir kartal betiminin çevresinde “Ptolemaios Basileos” (Kral Ptolemaios) yazısı bulunmaktadır.
Helenistik dönemden sonra gelen Roma devrinde (M.Ö 30-M.S 330) de Galatia’nın iskan edilmiş olduğu Gitça mevkiindeki “sekili mağara” adıyla bilinen mezarda bulunan cam eserlerden anlaşılmaktadır.
Yerleşim yeri Bizans ile Ortaçağda da Galatia adıyla bilinmekteydi. Burada yaşayan insanların ise, Trodos dağlarındaki Galata köyü gibi, yaklaşık olarak M.S 1515 yılında İstanbul’daki Galata’dan gelen Rum göçmenler olduğu tahmin edilmektedir. Şimdiki Galatya ile yakın çevresindeki Madosti, Gobsa (Agia Marina), Gitça, Muttari ve Ay.İlia bölgelerinde bulunan ortaçağa ait kilise kalıntılarına dayanılarak köyün ayni tarihlerde Galata’dan gelen nüfusla iskan edilmiş olması olası görülmektedir.
1573yılında Abraham Ortelius tarafından çizilen haritada köyün adı “Galatia” olarak yazılı iken, köyün hemen kuzeybatısında ise “Eugalido” adında bir yerleşim birimi bulunmaktadır. Araştırmacı-yazar Jack C. Goodwin de, o sıralarda Galatia kentinin bağlı bulunduğu Feodal Devletin Engalida adıyla bilindiğine ve bölgenin Rumca veya Eski Yunanca konuştuğuna işaret etmiştir. Ancak M.S XVI. yüzyıl’ın sonu ile M.S XVII. Yüzyılın başlarında köye gelip yerleşen Osmanlılar, orada yaşayan “Gayri Müslimleri” uzaklaştırarak köyü Müslümanlaştırmışlardır. 

GALATYALILARIN İNATÇILIĞININ HİKÂYESİ
Galatyalıların inatçı bir kişiliğe sahip oldukları ve inadına her şeyi yaptıkları çoğu Galatyalılar tarafından da anlatılmaktadır. Yine de onların bu özelliklerinin, kararlılıklarının bir dışa vurumu şeklinde izah edilmesi gerektiğine inananlardanım. Köylüler tarafından anlatıldığına göre İngiliz Sömürge döneminde yurtdışına gidip de geri dönenler, sağlık kontrolü için belli bir süre garantinada tutulurlarmış.  O sırada Galatyalı Tayyareciler sülalesinden olan Hacı Ali dede Haç dönüşünde (veya gittiği Anadolu’yu beğenmediğinden Kıbrıs’a geri dönüşünde) İngilizler tarafından garantinaya konmak istenmiş.  Ancak inadı tutan Hacı Ali Dede, garantinaya girmemek için liman girişinde diretmeye başlamış. İri yarı olduğundan kendisini tutanları savurmuş. Üzerine gelen 3-5 polis de onunla baş edememiş. En sonunda görevliler ona, garantinaya rızasıyla girmemesi halinde kendisini vuracaklarını söylemişler. O da inadından “kurşunu yerim, garantinaya girmem” yanıtını vermiş. En sonunda öyle de olmuş. İşte o gün bugündür Galatyalılar için “Kurşunu yer, garantinaya girmez” derlermiş.

MADOSTİ TEPESİ KİLİSE HARABESİ VE YAĞ DEĞİRMEN TAŞI
Madosti Tepesi köyün batı girişinin güneybatısında yer almaktadır. Tepenin güneyindeki yamaçta küçük bir kilise (şapel) harabesi, bunun güneybatısında ise, yaklaşın 10 yıl öncesine kadar, ‘Yomili’ adıyla bilinen çok büyük bir zeytinyağı değirmeninin tekne taşı vardı. Arazide değişik devirlere ait bol miktarda seramik kırıklarına ve zeytinyağı depolama amacıyla kullanılmış olabileceğine inanılan sivri dipli amphora parçalarına rastlanmaktadır.  Antik dönemlerde zeytinyağı kutsal sayıldığından, üretimi, kilise ile manastırlardaki imalathanelerde yapılırdı. Anlatıldığına göre yakın geçmişimizde, çevre köylerinde oturan bazı Rum ile Türk kadınlar, hastalanan çocuklarını buradaki zeytinyağı değirmen teknesine getirirlerdi. Çocuklar değirmen teknesinin üzerinde ters çevrildikten sonra üzerlerine yağ dökülerek yıkanırlardı. Daha sonra hasta çocukların elbiseleri oradaki ‘ballura çalışına’ asılır ve köyden getirilen temiz elbiseler çocuklara giydirilirdi. Oradan ayrılmadan önce hem yağ teknesinin üzerine, hem de deliğine para konurdu. Çocukların elbiselerinin balluraya asılması halinde hastalığın orada kalacağına ve hasta çocukların sağlıklarına kavuşacağına inanılırdı.

GOPSA KİLİSESİ, MEZARLIĞI VE ANTİK SU KUYUSU
Galatya göletinin batı bitişiğinde Gopsa ile Ay. Marina adlarıyla bilinen bölgenin köyün ilk yerleşim yeri olduğu rivayet edilmektedir. Burada Ayia Marina adıyla bilinen kilise harabesi, Helenistik-Roma dönemlerine (M.Ö 310 – M.S 330) ait kayaya oyulmuş oda mezarlar ve bunların da batısında çok derin eski bir su kuyusu bulunmaktadır.
Bizans veya Venedik dönemlerinde yapıldığına inanılan Ayia Marina Kilisesi’nin sadece kuzey ile güney duvarlarının bazı kısımları ayaktadır. Çoğu ortaçağ kiliseleri gibi, kayaya oyulmuş antik bir mezarın üzerine inşa edilmiştir. Kemer altlarında ise fresk kalıntıları dikkat çekmektedir. Şu anda tamamen kurumuş olan ‘Gopsa kuyusu’, kilise harabesinin yaklaşık 20-30 dönüm kuzeybatısındadır. Cenevizlilere ait olduğuna inanıldığından “Ceneviz Kuyusu” adıyla da bilinmektedir. Anlatıldığına göre köydeki kuyu sularının tamamı acı olmasına karşın bu bölgenin suyu tatlıymış. Bu nedenle eskiden köy evlerinin su gereksinimi bu kuyudan sağlanırmış. Çok derin olan kuyunun ağzındaki büyük bilezik taşının Sazlıköy Cira kilisesi kayalığından kesildiği anlatılmaktadır.   Rivayete göre çok eskiden Galatya ile Yedikonuk arasındaki Tarmaso bölgesinde, altında lağım bulunan bir su kuyusu varmış. Bu lağım da Gobsa kuyusuyla bağlantılıymış. Bu nedenle bir seferinde Tarmaso’daki kilise kuyusuna atılan altın bir tas Gobsa kuyusunda bulunmuş.

GİTÇA KİLİSE HARABESİ VE ANITSAL MEZARI 
Köyün yaklaşık ½ mil kuzeyinde bulunan tek mekanlı küçük bir yapıdır. Sadece kuzey ile güney duvarlarının bir kısmı ayakta kalabilmiştir. Çevresinde çok sayıda taş kalıntısına dayanarak, bir zamanlar çevresinde bazı odaların var olduğu tahmin edinilmektedir.
Kilisenin güneydoğusundaki kayalık arazide Helenistik (M.Ö 325-30) ile Roma (M.Ö 30 – M.S 330) dönemlerine ait olduğuna inanılan kayaya oyulmuş anıtsal mezarlar bulunmaktadır. Bunlardan en büyük olanı “Sekili Mağara” adıyla bilinmektedir. Mezarın önünde basamaklı bir yol, yolun gerisinde ise iki mezar odası bulunmaktadır. Gerideki mezar odasının duvarlarında ölüler ile ölü hediyelerinin konduğu kayaya oyulmuş nişler dikkati çekmektedir. Burada camdan yapılmış sayısız şişe bulunduğundan bir doktora ait olduğuna inanılmaktadır.

MUTTARİ HARABE KİLİSESİ VE MEZARLIĞI
Muttari bölgesi Balalan yolunun doğusunda bulunmaktadır. Buradaki küçük kilise harabesinin sadece güney duvarının bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Çevresinde soygun yemiş bazı mezarlar ile eski eser kırıkları bulunmaktadır. Kırık parçalar arasında Arkaik devre tarihlenen pişmiş topraktan yapılmış figürinler, Roma dönemine tarihlenen camlar ve M.S XIII – XV. Yüzyıllara tarihlenen Skrafitto tekniğinde yapılmış kâseler dikkat çekicidir. Yaşlıların naklettikleri bir rivayete göre, çok eskiden burada bulunan antik bir mezarda altından yapılmış ve bir insanın binili olduğu dört atlı bir araba varmış. Bu araba cesetle birlikte mezara konduktan sonra mezarın ağzı bir taşla kapatılmış. Buradaki bir servi ağacının gölgesi gün batımında bu mezarın ağzına gelip dayanıyormuş. Oradaki selvi ağacı bulunmuş, ancak mezarın bulunması için orada çok uzun yıllar kazı yapılmış olmasına karşın o gün bugündür yerini bulan olmamış.

BLAGODİ VE GOFTİZYA MEVKİİLERİNEKİ TAŞ OCAKLARI 
Eskiden köy evlerinin yapımında köyün güneydoğusundaki Blagodi mevkiinde bulunan topraktan yararlanılırdı.  Köyün malı olan bu mevkiden alınan toprakla orada kerpiç kesilir, ya da inşaat yapılacak evlerin yanına taşındıktan sonra kerpiçler orada kesilirdi. Evlerin yapımında ilkin kerpiç kullanılırken, daha sonraları Blagodi’den kesilen ve Galatyalı Nazım dayı’ya ait olan taş ocağından da yararlanılmıştır. Bu mevkiinin yanında bulunan Goftizya mevkii de belli bir süre taş ocağı olarak kullanılmıştır. Blagodi taşları yumuşak olmasına karşın Goftizya mevkiinin taşları daha sert olduğundan, inşaatlarda kullanılması tercih edilirdi. Caminin inşaatında kullanılan taşların buradan kesildiği de kaydedilmektedir.

KARPAZ KÜLTÜR VE ETNOĞRAFYA EVİ  
Karpaz’ın yakın geçmişinde kullanılan etnoğrafik malzemelerin korunup tanıtılması amacıyla Galatyalıların dayanışmasıyla köye kurulan kültür ve etnoğrafya evinin açılışı 27 Ocak.2004 tarihinde yapılmıştır. Müzede yöre halkının bağışladığı etnoğrafik nitelikli eski ev eşyaları, el işleri ile el sanatları, tarımsal aletler ve benzeri malzemeler sergilenmektedir.

GALATYA GÖLETİ
Köyde ziyaret edilmesi gereken yerlerinden biri de yerleşim biriminin batısındaki doğal göletidir. Çukur bir alan olduğundan kışın yağan yağmur suları buraya birikmektedir. Altı bin dönümlük bir alanda yer almaktadır. Köylülerin “Biz kendimizi bildik bileli bu göl vardır” ifadelerinden tarihi geçmişinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Eskiden göle Yeşilbaş ördek, Flamingo ve diğer göçmen kuşlar gelmesine karşın, son zamanlarda pek gelmedikleri söylenmektedir.

GALATYA CAMİSİ
Osmanlıların köye ilk yerleştikleri M.S XVI. yüzyılın sonu ile M.S XVII. yüzyılda, şimdiki caminin olduğu yerde bulunan Ayia Marina Kilisesi, “Hacı Ahmet” adıyla camiye çevirerek kullanmaya başlanmış. Ancak bu caminin bulunduğu yere muhtemelen 1860-1862 yıllarında yapılan cami de harap duruma gelmiş. Köy uzun bir süre camisiz kalmış. Ancak 1882 yılında köy muhtarı Raşid Ahmet Akil Efendi ile Mulla Osman’ın gayretiyle usta Haci Yanni tarafından üstlenilen cami inşaatı, 1899 yılında Nikolaki Kalla ustanın caminin son cemaat yerini inşa etmesiyle tamamlanmış. Köylülerin anlattığına göre çok uzun bir süre yarım kalan cami inşaatının tamamlanması için, köyün muhtarı Raşid Efendi köylüleri angarya çalıştırmaya karar vermiş. Böylece caminin yapımında hangi gün kimlerin çalışacağının listesini çıkartmış. Raşit Efendi elinde bir kırbaçla dolaşır ve belirlediği günlerde çalışmaya gitmeyenleri caminin avlusunda falakaya yatırıp kırbaçlarmış. Hatta bir seferinde angarya işlemeyi reddeden veya sırtına yüklenen taşları caminin üstüne çıkarmayıp yere atmakla işi kaytaran Dede Yusuf’un babası Nazır’ı caminin avlusunda falakaya yatırılıp kırbaçlamış. Caminin yapımında kullanılacak taşlar köyün doğusundaki sert taş kaynağı olan GOFTİZYA mevkiinden kesilmiş. Köyde çift (öküz) arabası olanlara inşaata her gün bir araba taş taşıma zorunluluğu getirmiş. Ayrıca cami ile taş ocağı arasına tek sıra halinde dizilen köylüler de, taş ocağından kesilen taşları elden ele vermek suretiyle camiye taşımışlar. Bundan ayrı olarak çevredeki Venedik (Ortaçağ) Kiliselerinin, caminin batısındaki ortaçağ mezarlığının ve özellikle de Gopsa bölgesindeki Ayia Marina Kilisesi’nin bir kısım taşları da caminin yapımında inşaat malzemesi olarak kullanılmış. Cami yapıldıktan sonra geriye kalan taşlardan caminin güneyine Mulla Osman tarafından kendi adına bir ev yaptırırken, Mulla Salih de köyün doğusuna kendi adına üç katlı bir ev yaptırmış. Bu evin dış duvarlarında yazılı bulunan 1907, 1909 ve 1917 tarihleri köyü ziyaret edenlerin hayli ilgisini çekmektedir.

Dergiler Haberleri