Kıbrıs Sorununa çözüm bulmak amacıyla sürdürülen müzakere süreci en kritik dönemece girdi. Artık gelişmelerin seyrini garantiler-güvenlik başlığının hem yöntem hem de içerik olarak nasıl ele alınacağı belirleyecek.
Nikos Anastasiadis, garantiler-güvenlik başlığında önemli ilerlemeler sağlanmazsa diğer başlıkları yeniden görüşmeye yanaşmayacağını söylüyor.
Gerçekten de altı başlıktan oluşan müzakere konuları arasında en az konuşulan konu, garantiler ve güvenlik olmuştur. Devam edecekse, müzakerelerde bu başlığa öncelik vermek doğaldır. Yanlış olan, ön şart olarak bu başlığı kapatmadan başka başlıklara geçilemeyeceğini ileri sürmektir ki, Anastasiadis bu ısrarından vaz geçmek zorunda kalacaktır.
Türk tarafının bu konuda bugüne kadar söyledikleri, 1960 Garanti Antlaşmasında ısrar etmeyeceği ve bunun günümüzün koşulları dikkate alınarak revize edilebileceği şeklindedir.
Ben burada yöntem üzerinde durmayacağım. Nasıl konuşulursa konuşulsun, bu konu ele alındığında dikkate alınması gereken bazı noktaların altını çizeceğim.
Garantiler- güvenlik başlığına bu kadar önem verilmesinin nedeni, elbette yakın geçmişte yaşanan şiddet olaylarıdır. Dolayısıyla, bu şiddet olaylarının hangi bağlamda meydana geldiğine kısaca değinmekte yarar vardır.
Kıbrıs’ta iki etnik grup ilk defa 1950’li yılların sonunda birbirlerine karşı şiddet kullandılar ve bu şiddet olaylarının kaynağında etnik kimlik farklılığı veya etnik nefret değil, amaç uyuşmazlığı vardı.
Toplumlar Enosis ve Taksim gibi çatışan amaçlara yöneldikleri için etnik çatışmaya sürüklendiler.
Nitekim Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında imzalanan Garanti Antlaşması şiddetin kaynağı olan Enosis ve Taksimi yasakladı.
1960’lı yılların başında yaşanan etnik şiddet ise ağırlıkla statü kavgasından kaynaklandı. Kıbrıs Rum toplumunu yönetenler, başta Başpiskopos Makarios, Kıbrıslı Türklerin toplum olarak eşit olmasını benimsemedi. Kıbrıslı Türkleri azınlık konumuna indirgemek için uyguladığı politikaya 1963-67 arasında şiddet karıştı.
Diğer bir önemli şiddet dalgası da Kıbrıs Rum toplumunun kendi içinde yaşandı.
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra “Enosis ve sadece Enosis” politikasında ısrar edenlerle, “Önce Tam Bağımsızlık Sonra Olursa Enosis Olur” diyenler arasında baş gösteren görüş ayrılıkları, yasa dışı şiddet örgütlerinin kurulmasına ve çeşitli şiddet olaylarına yol açtı.
Bu bölünmeye Yunan Cuntasının taraf olması, durumu daha da vahimleştirdi ve 15 Temmuz 1974 Darbesi ile noktalanan süreci tetikledi.
En yoğun şiddet dalgası ise, Türkiye’nin 15 Temmuz Darbesi sonrasında adaya asker çıkarmasıyla yaşandı.
Şimdi bu veriler ışığında günümüze ve geleceğe yeninden bakalım.
Artık Enosis ve Taksim uğruna silahlı mücadele verecek ve ciddiye alınacak çevreler yoktur. Bir zamanlar kitlesel olan bu olgular, şimdi bir kaç marjinalin dilindedir.
Zaten böyle bir amaç uyuşmazlığı da artık yoktur.
Taraflar prensip olarak amaç birliği içindedirler. İki bölgeli iki toplumlu federal devlet fikrini tek gerçekçi amaç olarak görüyorlar.
19960’lı yıllarda yaşanan şiddete damgasını vuran ve Kıbrıslı Rumların siyasi çoğunluk olma talebiyle Kıbrıslı Türkleri siyasi azınlık konumuna düşürme kavgası olarak yaşanan statü kavgası da noktalanmıştır.
Bugün Kıbrıs Rum elitlerinin büyük çoğunluğu, iki toplumun ilişkilerinin siyasi eşitlik esasına dayandığını kabul etmektedir.
Kıbrıs Rum toplumunun kendi içinde yaşadığı gerilimlerden kaynaklanan, zaman zaman iç savaş görünümü kazanan ve sonunda 15 Temmuz Darbesine sürükleyen şiddet olayları da artık tarihe karışmıştır.
Bu süreci tetikleyen Yunan Cuntası çoktan tarihin çöplüğünde yerini almıştır.
Görüleceği gibi, dünkü Kıbrıs ile bugünkü Kıbrıs arasında çok büyük farklar vardır.
Garantiler-güvenlik başlığı konuşulurken bunlar mutlaka dikkate alınmalıdır.
Geleceğin olası Federal Kıbrıs’ına baktığımız zaman ise şunları görürüz:
İki toplum ayrı bölgelerde yaşayacak ve her toplum kendi bölgesini yönetecek.
Ayrı güvenlik kuvvetleri ve mahkemeleri olacak.
Federal Kıbrıs’ın güvenlik sistemine ise eşit oranda katılacaklar.
Yabana atılamayacak bu yeni unsurların da mutlaka göz önünde bulundurulması gerekiyor.
Ayrıca, şunu da hatırda tutmalıyız ki, varılacak anlaşma ve yapılacak anayasayla ortaya çıkacak statü temelinde AB üyesi olacak olan Federal Kıbrıs’ta statü kavgası başlatmak hiç kolay değil. Ne de Federal Kıbrıs’a dışarıdan askeri müdahalede bulunmak kolaydır...