Burada ejderha var demişti Şeyh. Hatırlar mısın?
Mağusa’da Aşıklar Yolu’nda yürüdüğümüzde bir uğultu duymuştuk da sonradan öğrenmiştik ejderha olduğunu, Osmanlı ejderhası hem de. Şeyh demişti ki unutup gittiler, bu uğultu, bağırtı ondan geliyor. Uzun bir zaman ejderhayı beklemiştik, sonra çıka çıka bir baykuş çıkmıştı, yoksa puhu kuşu muydu?
Nasıl bir efsanevi coğrafyada yaşıyoruz değil mi?
Gazetelerin siyaset haberlerini okurken aklıma bu Mağusa efsanesi geldi, uydurulmuş, kandırmaca. Olmayana inanma, inanıp kutsama, şükran-laşma ve gerçek dışına kaçma.
Sokaklarında yürüdüğünüzde bu ülkenin her yerinden bir gülmece çıkar, trajikomik manzaralar görür de gülmezsiniz yine de.
Sert, kaytan, mert erkeklik halleri görürsünüz mesela.
Gösterişli, yağız, boylu poslu,
Lefkoşa Sivil Savunma çemberi’nde duran at gibi,
salkım saçak, şaha kalkmış, göğe doğru !
Heykelin yapıldığı zaman söylenenler uçup gitmiştir, protestoları orada duran at yemiştir, ilk hedefimiz Metehan olmuştur artık.
Mete-Han. Bir kapı, yarım-vatana doğru.
Bir kimliğe vurulan damga gibi, ispatlı, burada!, KKTC Muhaceret, gözün görmüyorsa kuyrukta beklediğinde de mi anlamazsın!
Sağında solunda dikenli telleri aş aşabilirsen, sonucuna şaşarsın ve tutuklanıp hücrede duvarlara çentik atarsın. Devlete inanırsın, inanmazsan denersin, yanılırsın.
Kapıları açın birer birer diyerek yıllarımız geçti, geçecek. Birileri kendini kandırsın diye daha çok mühür yiyecek bu kağıtlar, askeri yasak bölgeyi ihlalden daha çok insan yargılanacak.
Askeri mahkemenin vicdani retçileri daha da yargılanacak, kimseden tıs çıkmayacak. Yargıç hükmü okuyacak.
Uydurulmuş bir efsane gibi yaşıyoruz bu ömrü.
Devlete devlet demek için kaç şahit çağırmak gerektiğini kanunları koyanlar bilir. Yasalarda yazanlardan sual olunmaz ve de sual sorulmaz tahkikatın nasıl gittiğine kaç aydır, kaç yıldır, kaç ömürdür? Kaç cinayete intihar, kaç ölüme kaza, kaç yargılamaya vicdan dedik.
Gafil, hain, mendebur.
Kaç hakaret, sövme ve nefret işittik ve daha işiteceğiz?
Ben diyorum ki dünün devrimcisi, bugünün milliyetçilerine, sana sıra geldi mi?
Say say bitmez, en iyi sen bilirsin.
Bak buradaki bayrakları da mı saymazsın, bir iki üç diye kaç bayrak var da soymazsın,
Devletin kasasını, vatandaşlık için rüşvetini, yediğini, içirdiğini. İzaz ikram, örtülü ödenek, iaşe-ibate...
Buna hukuk dilinde “yutma” derler. Edebiyatta taşlama, insanların midesinde hazım, seçimde oy, bunu da mı bilmezsin.
Şurada bir dağ var, parçalıyorlar yıllardır,
Adına Beşparmak demişler, ovasına Mesarya.
Nice katiller yaşar, hem burada, hem orada.
Orada, güneyde, kalan yarımda, benim hiç doğmadığım köylerim, ağlamadığım anılarımın olduğu yerde.
Sınırlar açılmadan önce öcülerin yaşadığı söylenen yerde. Okulda hem de. Ötede Rumlar var, tarih kitapları onları barbar sayar, onlarınki bizi. Karşılıklı düşmanlaştırma, ötekileştirme, yok sayma.
Garantörleriniz adınıza konuşuyor. Sessizlik !
Siz susuyorsunuz, yine mi?
Cengaverler Ayşe’yi çağırıyor, biz naylonlar paralı oldu diye çemkiriyoruz, öyle mi?
Ah, rahibe Despina, doksan dokuzunda göçtün.
Gitmedin seni savaşa çağıranlara, “biz”imle kaldın. Sor bakalım şimdi “biz”e kimiz diye?
Biz kimiz, şimdi, biz bilir miyiz ki?
Çavuşoğlu demiş, seçilmiş toplum liderine, federasyon “Akıncı’nın kişisel fikridir” diye. Kendilerinin başka yolları varmış, garantörlerin, İngiliz’in, Yunan’ın, Türkiye’nin... Başka kaç tane daha istersin? Anlamadın mı hâla?
Kaç boru döşenecek şu adaya, kaç bayrak daha dikilecek? Bizim olmayan kaç devlet daha kurulacak, adımıza söyler misin?
Kaç defa daha el kaldırıp, onay vereceksin?
Arkadaşlarım gittiler. Uzaklara hem de. Bir yanımı alıp benden, içine anılarımı doldurup gittiler. Göçte bitirdiler bizi, göç ede ede güç oldu herşey. İstedikleri buydu muktedirlerin.
Muktedir çıkıp en büyük biziz, herşeye biz karar veririz diyor, sen halen izler misin?
Bu ülkenin gençlerine bırakılan mirası nasıl reddederiz onu olsun söyler misin?
Hangi yasada yazar? Reddi miras, geçmişe itale-i lisan hakkımız var mıdır?
Kimdir bu işin erbabı, erkan-ı devletliler olsun bilmezler, sorsak söylemezler mi, ne dersin?
Bu kadar çok soru işaretini büksen, doldursan bir çuvala, gitsen bir uçurumun dibine de aşağıya fırlatsan, yine de gelir bulur seni, bu senin ömründür, bilmez misin?
Taş gibi duruyorken burada bu kurulu düzen,
Hangi yanımıza dönsek statüko budalalığı,
Ataerkil saçmalamalar, devşirme Neo-KKTC’ciler,
Eski solcular, yuvarlak laflar, etrafımızda korkaklar.
At gibi, avrat gibi, silah gibi bir milli tarihten(!?)
Bize kalan barışı kurmak.
Önce şu şansın bir belini kırmak gerek,
Birleşmek, ayağa kalkmak, ölülere bırakmak topraklarını, yaşayanlara düşen, mücadele etmek ve inanmak.
Bizim adımıza konuşan garantörler yerine,
Direnmek, susmamak!
“Umut en son ölür” diyen şairlerin toprağında,
Umudu çoğaltmak, her şeye ve tüm yaşananlara inat,
Az buçuk ayrı gayrıyı bir kenara itip,
Birbirimize tutunmak!