Gâvur İzmir ve Gâvur Kıbrıs

Serhat İncirli

Kutlay Keço ve Sami Efe’ye sevgilerimle…
“Saklı İzmir Masalları – Farklı Bir İzmir Tarihi” adlı kitabı okuyorum…
Talât Ulusoy yazmış…
Keço ve Efe’nin hediyesidir kitap…
Muhteşem…

-*-*-

Bu arada belirteyim, ortam okumaya çok müsaitti hafta sonu…
Sessiz bir Lefke akşamı…
Tertemiz bir gökyüzü ama sanki yağmur kokusu…
Ve derken Cumartesi – Pazar arasında bir saatlerde şakır şakır yağan yağmur…

-*-*-

Az daha soğuk olsa, bir de odun sobası, ince belli değil, normal kupa içerisinde, hafif süt de katılmış, ama İngiliz olmayan, tarçını fazla bir de çay…

-*-*-

Yaş mı ilerledi nedir; daha romantik geliyor bu tür keyifler…
Efendim çay yerine başka içki olmaz mı?
Olur!
Mesela viski!
Neden yani, inkar mı edelim…
Çok seviyoruz!
UBP’den milletvekili adayı değilim, Cumhurbaşkanı da değilim, başbakan da bakan da!
Alkol aldığımı gizlemeye veya korkmaya gerek yok!
Çok seviyorum mereti…
En az kahve kadar; tarçınlı siyah ama İngiliz usulünden hafif sütlü çay kadar…
Çay ince belli bardakta olmamalı!

-*-*-

Ve bu arada, bir yandan “Saklı İzmir Masalları”nı okuyup, İzmir’in neden “Gâvur” olduğuyla alakalı bilgi edinmeye çalışırken, bir yandan da Avrupa gazetesini taşlayan ağabeyin, UBP’den parti meclisi adayı falan olduğu haberine takılıyor gözüm!

-*-*-

Ve “gözüm” değmişken, içimden geçeni de söylemek istiyorum; azıcık da İzmir Masalları’ndan esinlenerek, “Gözüm, doğrudan başbakan yapsanız ağabeyi; çok iyi taş atıyor, fotoğraftan belli!”…
Zaten, şu da çok belli, ülkeye başbakan olacak kişinin, çok iyi taş fırlatmasından başka bir yeteneğe ihtiyacı yok ki!
Kalmadı ki!
Mesela UBP genel başkanını seçmek için binlerce insanı salona getirtmenin anlamı yok; en uzağa işeyebileni seçebiliriz veya ne bileyim, denizde en çok çakıl taşı sektirebileni!
Başka bir yetenek veya eğitime falan gerek yok ki!


-*-*-

Bu arada şunu söylemem lazım; bir gazeteye taş fırlatan; gazetecileri linç etmek için, hınçla, kinle, kızgınlıkla, nefretle geldiği açık olan; polisin gülümseyerek izlemek zorunda bırakıldığı bir mekandır “Gâvur Kıbrıs!”!
Kuzey Kıbrıs!
KKTC!
Ne diyor Cumhurbaşkanı?
“Anavatanımıza işgalci dediler!”…
Ne desin?
Bundan ötesini bilmiyor ki garibim!
N’apsııın!

-*-*-

Derken telefonda bir ses!
“Eskiden Türkiye’yi yönetenlere göre Kıbrıs’ta iki tip Türk vardı, ‘solcu hainler’ ve ‘sağcı bizimkiler’”…
Şimdi değişti mi diyorum?
“Evet değişti; şu anda İzmir’e bakıldığı gibi bakıyorlar buraya, Gâvur Kıbrıs diye” diyor telefondaki ses…

-*-*-

Ve Kutlay abiyle Sami’nin hediye ettiği kitaptan bazı alıntılar:
“… İslam millet ekâbiri yükselen bacalara uzaktan uzaktan bakar, lakin el alemin ‘gâvur’unun bacasıdır der yanaşmaz…
Zaman; İzmir’in dünyalı olmaya, dünyadan almaya, dünyaya satmaya iyice koyulduğu zamandır.
İslam millet ekabiri, İslam kulun el alem işine ırgat durmasına da hoş bakmaz… İslam olmayanın elinden ekmek yenmez!
Zaman değişir, zaman Yeni Zaman olur, lakin İslam millet ekabiri değişmez.
Osmanlı ekabiri, fethedilen toprak ile haraç ile cizye ile el konulan ekin ile beylik sürer gider…
Osmanlı, reaya kullarından her sene öyle bir haraç alır ki – cizye dedikleri odur – Allah’ın her senesi o Müslüman olmayan reaya kul yerde sürünür gelir, canının bedelini ekabirin dizi dibine kor, sürüne sürüne çekilir gider.
Zaman; İzmir’in dünyalı olduğu, dünyadan gördüğünü yaptığı, dünyanın görmediğini sattığı Yeni :Zaman ise de, ekabir eski ekabirdir…
Rumları, Ermenileri, Yahudileri çoktur şehrin…
Rumları, Ermenileri, Yahudileri çok yokluk, çok yoksulluk çekmiştir bu şehrin…
Rumları, Ermenileri, Yahudiler Yeni Zaman’da bütün sanat ve hünerleriyle Yeni Zaman’a sarılır; dünyanın bir ucundan iş tutar, eş tutar, dil bileni, yol bileni ticarete girişir; görülmedik hüner erbapları imalata girişir…
Osmanlı ekabiri Yeni Zaman’ı görür, sade seyreder…
Osmanlı ekabiri niye böyle yapar?

-*-*-

Başkalarına laf bırakmaz, yeri geldi mi kendi söyler kusurunu:
“… Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak Osmanlı / Ekende yok, biçende yok / Yemede ortak Osmanlı”.

-*-*-

İSLAM EKABİRİN GÖZÜNDE, GÖNLÜNDE OLAN HÜNER DEĞİLDİR, SANAT DEĞİLDİR; TOPRAKTIR, SADE TOPRAK…

-*-*-

“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi…” şendik der şenlenir…
Dili diline benzemez, dini dinine benzemezlerin topraklarına konduğunda, bunlar da Allah’ın kuludur demez, şenlenir…
“At, avrat, silah” der, “At binenin, kılıç kuşananın” der, şenlenir, yatar, hem de sırt üstü…
Osmanlı ekabiri kılıç kuşanır, gürz fırlatır, bozdoğan savurur; ata binmek İslam olana haktır; İslam milletten değil isen at haşa yasaktır.
Yasak olan sade at değildir, sade kılıç değildir, oktan yaya cümle silahtır…
İslam millet erkeğinde diğer milletlerin kadınları haktır, helaldir; İslam millet kadını haşa başka dinden erkeğe eş olamaz…
Her dilden ve her dinden kadın Osmanlının kuludur, kölesidir, cariyesidir..

-*-*-

Alıntılar şimdilik bu kadar…
Elbette daha sonra paylaşacağım çok şey var bu kitapta…
Mesela, “… Eski İzmir, az olanın, çok olana zulmüdür” der yazar bir yerde…
Üzerinde düşünmek lazım diye “geçiririm” kafamdan!

-*-*-

Eski Kıbrıs’ta, Türkiye’nin askeriyeden ve Mülkiye’den gelmişlerine göre “solcu hainler” ve “sağcı bizimkiler”dik…
Şimdi, kesinlikle “Gavur”uz…

-*-*-

Ve hepimiz korkuyoruz…
Her şeyden korkuyoruz…
Osmanlı mantığıyla “kendinden olmayanı” linç etmek için saldıran adamlardan da korkuyoruz…
Onları aday adayı yapıyoruz…
İnşallah seçeriz bile…

-*-*-

Suçumuz elbette İslam olamaz…
Ama “İslam millet ekabiri” yani, “Yeni Türkiye’deki İslamcı devlet büyükleri” bizi kesinlikle “Gâvur” saymaktadır…
Ve biz sadece “ele geçirilmiş toprağın”, reayasıyız…
Kimimiz – belki tamamımız “Gâvur”; geriye kalanlar – ya da getirilenler “bizden reaya”…

-*-*-

Sonuç mu?
Ya Kıbrıs sorununu çözümü; ya ölüm!

-*-*-

Ve belki de saygıdeğer efendiler, hanım efendiler, “İslam millet ekabiri” değildir aslında sorun…
Yani yeni vatandaş yapılmış yeni müftünün Mustafa Kemal Atatürk’ten huylanıyor olması, bu ülkenin bir demokrasi kavgası olmamalıdır.
Sorun, mesela Cumhurbaşkanı, mesela bakanlar, mesela vekillerin çoğunun, KKTC adını verdikleri devlette, Atatürk’ün aşağılanmasına hiç ses çıkaramıyor olmasıdır!
Bunların hepsi Atatürkçü değil miydi?
Hatta 1958’den 2000’lerin başına kadar, TMT’si ve sonra UBP’si için “Atatürk” gerçekten “Atatürk” değil miydi?
Peki ne oldu?
Gavur İzmir’e ne olduysa!
Aynen o oldu!


Lapta – Alsancak bölgesindeyiz… Lapta Sağlık Ocağı’nın üst kısımları… Beşparmak yamaçları… Yazıda “Saklı İzmir Masalları” adlı kitaptan bahsetmiştik… Burada da “saklı Kıbrıs güzellikleri” var… Ne güzelsin Kıbrısım… (Fotoğraf: Şüküfe Hansel)