Mafya-devlet ve siyaset ilişkilerine dair iddiaları gündem yapan gazete ve gazetecilere yönelik susturma çabalarını, siber saldırıları ve baskıları tartışırken, birden hızlı bir şekilde gazetecilere açılan davaları konuşurken bulduk kendimizi.
Gittikçe otoriterleşen veya kamusal alanların, ifade özgürlüğünün hızla daraldığı ülkelerin ortak özellikleri medyanın tasfiyesi ve yeniden, egemen değerlere göre inşasıdır. Basının ya yasalar veya özel uygulamalar (OHAL vs.) gibi baskı araçları yoluyla susturulması ya da mafya, çete ve iktidar odakları tarafından satın alınması bu duruma en net örneklerden biridir.
Kıbrıs’ın kuzeyinde değişen medya yapılanmalarını Türkiye’deki havuz medyasına benzetmek çok doğru bir tabir olmayabilir. Fakat buna rağmen gerek belli başlı mafyatik sermaye gruplarının kendi medyalarını örgütlemeleri ve bu alanda kendi aralarında bazen örtülü bazen ise aleni bir hesaplaşmaya girişmeleri; gerekse de son zamanlarda yeni yasalara dayanarak açılan davalar, ülkedeki basın özgürlüğü ve nitelikli gazetecik için tehlikeli gelişmelerdir. Buna ek olarak AKP iktidarının buradaki medya yapılarını da Türkiye’deki medyaya benzetme niyetini de not düşersek, basın ve ifade özgülüğü açısından durum çok da aydınlık değildir.
***
Medyadaki yapısal dönüşümün yeni yasalara dayanılarak açılmaya başlanan davaları da eklersek karşımıza çıkan manzaradan ürkmek kaçınılmaz olur. 2021 Haziran ayının başında “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası”na dayanılarak Yeni Bakış’ta çalışan gazetecilere dava okunması hem söz konusu yasaya kapsamındaki ilk dava olması anlamında hem de bu yasanın taşıdığı potansiyel tehditler bakımından kötü ama önemli bir örnektir.
Yeni Bakış muhabirleri sosyal medyada dönen ve komisyon usulü vatandaşlık dağıtıldığına dair ses kayıtlarını yayınlamalarından dolayı, “özel hayatın ihlalinden” kendilerine polis tarafından dava okundu. Aslında mevzunun içeriği üstün kamusal yarar taşıdığından -sonuçta devleti ve siyasal iktidarı da bağlayan, ülkedeki ve bürokrasideki yozlaşmayı/yolsuzluğu ifşa eden bir eylem söz konusudur- içeriğin özel hayat veya mahremiyetle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ortada bir ifşa eylemi vardır. Ve bu eylem sonucunda ifşa olanların ilişki ağları, konuyla alakaları ve eğer gerçekten varsa böyle bir “yurttaşlık şebekesi” polis tarafından hızlıca tespit edilip toplumla paylaşılmalıdır. Fakat ne yazık ki, ifşa edilenlerin ‘suç ile bağlarından’ ziyade ‘suçu’ ifşa edenlerin suçluluğunu tartıştığımız günlerden geçiyoruz.
Dava sürecini, mahkemede yaşanacak olan tartışmaları ve özellikle de savunma makamının savunusunu merakla bekliyorum. Dava süreciyle ilgili yazmanın da çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu örnek doğrultusunda bazı noktaların altını çizmekte yarar var.
***
“Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası” 2014 yılında CTP-DP hükümeti tarafından hızlıca ve basından, gazetecilerden, aydınlardan, aktivist gruplardan gelen eleştiri ve tepkilere rağmen kabul edildi. O dönemki tartışmaların merkezinde yasanın şu anki haliyle geçmesi durumunda gazetecilerin ifade özgürlüğünün kısıtlanacağı, devlet veya bürokrasideki yolsuzluk-yozlaşma gibi gelişmeleri haberleştirilemeyeceği ve gazetecilere dava açılıp mahkum olabilecekleri argümanları vardı. Dönemin hükümeti ise bu eleştiri ve kaygılara kulak tıkayarak ve yasayı bir nebze de sol muhalefetle inatlaşarak şu anki haliyle geçirdi. Bugün yaşananlar ise “iyi ki bu yasayı geçirdik” diyenleri değil, “bu yasa geçerse gazetecilere mahkeme yolu görülecek” diyenleri haklı çıkarttı. Fakat şimdi kısır iktidar kavgaları veya kör inatlaşmalara girmeden yasal mekanizmanın gazeteciler için risk potansiyeli taşıyacak kısımlarına dokunma zamanıdır.
***
Nokta atışı yaparak gitmek gerekirse:
- “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası” ihtiyaç duyulan bir yasadır. Dijitalleşmeyle, özellikle de medyanın dijitalleşmesiyle birlikte kişi mahremiyetini koruma altına alınması önemlidir. Dolayısıyla sorun bu alanda bir yasanın olmasında değil, yapılan yasanın taşıdığı risklerde ve ifade özgürlüğü/basın özgürlüğü noktasındaki zarar verici potansiyellerdedir.
- Söz konusu yasanın gazeteciler için risk ve zarar verici unsurlarını/boşluklarını tadil etmek gerekmektedir. Yasayı üstün kamusal yarar kapsamında gazetecilerin, hukukçuların ve insan hakları uzmanlarının görüşlerine de başvurularak yeniden tasarlamak gerekmektedir. Bu zaman kaybetmeksizin ve yeni olumsuz örnekler yaşanmadan bir an önce olmalı.
- Burada bir tartışma konusu: Kamusal yararı veya üstün kamusal yararı tarif etmenin her zaman için sakıncalı bir tarafı da vardır. Sevgili Genel Yayın yönetmenimiz Cenk Mutluyakalı ile bu konuyu tartışırken, ikimiz de iktidar veya egemen tarafından tarif edilecek ve içinin belirleneceği bir “kamusal yarar” tanımının doğal olarak risk taşıyabileceğine, kamusal yararın dışında bırakılacak konuların da gazetecilik ilgi ve icraat alanına girebileceğine, o zaman böyle bir durumda ne olacağının da net olmadığına vardık. Dolayısıyla kaş yapayım derken göz çıkartmamak için söz konusu konu Basın - Yasası ile de ilişkisini göze alarak, gazeteciler için güçlü koruma ibareleri üzerinde tartışılmalıdır.
- Bugün gündemde olan dava meselesi elbet bir gün yaşanacak olan bir davaydı. Davayı açan polis teşkilatının niyetinden bağımsız olarak bir gerçek var ki, yasa gazeteciler üzerinde Demoklesin Kılıcı misali bir işlev görmektedir. Bu gerçekliğin çok da geçmeden açıklığa çıkması ve kamuoyu hassasiyetinin oluşmasını olumlu buluyorum. Geç olsa da!
Burada altını çizmek istediğim mesele ise şu: Yeni medya ve dijitalleşme süreçleri hayatlarımızı hızla sarmakta. Mahremiyet, özel hayatın gizliliği ve hatta veri hakları ve kişisel verilerimizin korunması yeni dijital dünyaya-yaşamlarımıza dair önemli meseleler.
- Bir not: esas önemli olan her saniye dijital medya platformlardan kişisel verilerimizi takip eden ve saklayan yüzlerce uygulama karşısında korunaksız olmamız ve buna rağmen verilerimizi koruyucu bir yasanın olmamasıdır.
- Bu alanlarda atılacak hemen her adım aslında ilk kez deneyimlenmekte olan süreçlere dair adımlar olacaktır, olmaktadır. Bu adımları atarken de hata payı elbet vardır. Fakat bu hatalardan sakınabilmek veya hata yapılmışsa zamanında müdahale ederek telafi etmek yine hataları yapanların elindedir. Bundan dolayı özellikle bunun gibi yasalar veya kararlar hazırlanırken, hak örgütlerinin ve muhalefetin, medya uzmanlarının, akademisyenlerin ve gazetecilerin fikirleri önemsenmeli, bu çalışmalar katılımcı bir şekilde yapılmalıdır. Eğer “Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası” geçirilirken saçma bir inatlaşma değil de muhalefetin, uzmanların sözleri dinlenseydi şimdiye bu durumda olunmayacaktı.
***
Yazıyı 2014 yılında konuyla ilgili uyarılarını kaleme alan sevgili hocam Süleyman İrvan’ın değerlendirmesinden bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum :
“Yasa önerisi bir bütün olarak ele alındığında, en ciddi sıkıntının, gazeteciliğin en önemli argümanı olan “kamu yararı”ndan hiç söz etmemek olduğunu söyleyebilirim. Oysa üstün kamu yararı söz konusuysa, özel yaşama ait bilgiler, haberleşmeler ifşa edilebilir. Medya Etik Kurulu olarak açıkladığımız gazetecilik meslek ilkeleri isimli belgede geçen iki ilke bu yasa önerisinde öngörülen düzenlemelerle doğrudan alâkalıdır.
Madde 12: “Üstün kamu yararı olmadıkça, sahibinin izni dışında belge, fotoğraf, ses veya görüntü alınmamalıdır.”
Madde 22: “Özel yaşamın gizliliği esastır. Üstün bir kamu yararı olmadıkça veya kişinin rızası alınmadıkça özel yaşamın gizliliğini ihlâl eden habercilik yapılmamalıdır