Simge Çerkezoğlu
Gazi Yüksel, foto muhabiri ve akademisyen kimliği yanında fotoğrafçılıkla ilgili kaleme aldığı kitaplarıyla, fazlasıyla aşina olduğumuz bir isim. Ancak bir araya gelme nedenimiz resim sanatına olan yönelişi… Sanatçı, dört yıllık resim eğitiminin ardından “Duvarlar” temasıyla çizdiği resimlerle insan hayatına dair çok önemli psikolojik ve sosyolojik çıkarımlarda bulunuyor. Bizi içimizde yükselttiğimiz ve toplumsal anlamda bir türlü yıkamadığımız duvarlarımızla yüzleştiriyor. Bundan sonra hayatında hangi sanat dalı öne çıkacak bilemiyorum ama elinin değdiği her işi tüm ruhuyla yaptığına emin oluyorum.
İlk kez basın fotoğrafçısı olarak adından söz ettiren, fotoğraf henüz bu denli hayatımıza sirayet etmemişken, bazen bir karenin binlerce kelimeye bedel olduğunu hatırlatan birisi, Gazi Yüksel…
“1981 yılında gazeteciliğe Birlik gazetesinde başladım. Önce spor fotoğrafçılığı daha sonra da haber fotoğrafçılığı yapmaya başladım. Fotoğrafçılık konusunda hiçbir eğitimim olmadığı için zaman içinde kendi kendimi eğittim. 1985 yılına kadar çeşitli gazetelerde çalıştım. Daha sonra ise devlet ajansı olan, Türk Ajansı’nda çalışmaya başladım. Orada da on beş yıl çalıştım ve böylece gazetecilik alanında, foto muhabiri olarak yirmi yıl hizmet verdim.”
FOTOĞRAFLA HAŞIR NEŞİR
Dile kolay, yirmi yıl haber fotoğrafçısı olarak çalışıp kendini geliştiren, bununla da kalmayıp fotoğrafçılığa ilişkin yazdığı beş kitapla fotoğraf deneyimlerini meraklılarıyla paylaştı.
“Bu sürede daha çok haber fotoğrafçılığı konusunda çalıştım, aynı zamanda kendimi geliştirmeye de devam ettim. Kıbrıs Türk fotoğrafçılığının geçmişini de merak ederek araştırmalar yaptım. Bu konuda ‘Geçmişten Günümüze Kıbrıs’ta Fotoğraf Vitrinimiz’ isimli bir de kitap yayımladım. Kıbrıs’taki tüm amatör, profesyonel, stüdyo veya basın fotoğrafçılarını ve hayat hikâyelerini kaleme aldım. Böylece hiç yazılmayan bu konudaki verileri de bir araya getirmiş oldum. Bu kitabı daha birçok kitap takip etti. ‘Fotoğraf Kültürümüz’, ‘Basın Fotoğrafçılığının Sırları’ gibi kitaplarımla fotoğraf kültürünün farklı alanları içinden, bize ait olan yanlarını gün yüzüne çıkardım ve kalıcı hale getirdim.”
Tabii zaman içinde Gazi Yüksel, spor ve haber derken fotoğrafın sanatsal yanını keşfetmeye, bu yanıyla ilgili de çalışmaya başladı. Ortaya basın fotoğrafçılığının dışında ama yine unutulmayacak kareler çıktı.
“Elbette fotoğrafçılığın sanatsal yanı ile de ilgilendim. Yine fotoğrafları kullanarak şiir, müzik ve fotoğraf eşliğinde video çalışmaları yaptım. 1991 yılına geldiğimizde ise Yakın Doğu Üniversitesi’nde Fotoğrafçılık dersleri vermeye başladım. Türk Ajansı Kıbrıs’tan emekli olduktan sonra, 2001 yılından itibaren tam zamanlı olarak fotoğrafçılık dersleri vermeye başladım. Elbette bu yeni süreçte kendimi geliştirmeye devam ettim. Hiç bilmediğim fotoğrafçılık branşlarıyla da ilgilendim; Reklam fotoğrafçılığı, stüdyo fotoğrafçılığı ve görüntü işlemeyle ilgili bilgiler edindim ve bunları genç kuşaklarla paylaştım. Hayatımda fotoğrafın her yönüyle haşır neşir olduğum bir süreç yaşadım.”
“BAŞKA UĞRAŞ ARADIM, RESİM EĞİTİMİ ALDIM”
Kıbrıs’ta fotoğraf denilince aklımıza gelen, bu denli fotoğrafla özdeşleştirdiğimiz Gazi Yüksel ismi, bu kez resim sergisiyle gündeme geldi. İlk duyduğumda yanlış mı anladım diye şaşırırken resmin hayatına nasıl bu denli sirayet ettiğini ve sergi açacak kadar ilerleyişini konuştuk.
“1981yılında gazeteciliğe başladığımda liseden yeni mezun olmuştum. O yıllarda Türkiye’de yaşanan ihtilal ve sonrasındaki süreçler üniversite eğitimi almamı engelledi. Üniversite eğitimi hep içimde bir uhde olarak kaldı. Artık öyle bir noktaya gelmiştim ki fotoğraf hem hobi olarak, hem iş olarak çevremi saran, bana nefes aldırmayan bir duvara dönüşmüştü. Zaman içinde, geçmişe baktıkça yaptığım bu değerlendirme sonucunda bunu hissetmeye başladım. Bu psikolojik baskıyı üzerimden atabilmek için kendime bir başka uğraş bulmam gerektiğine karar verdim. Böylece gerek üniversite eğitimimi tamamlamak, gerekse de bir başka alana kapı açmak için Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde resim eğitimi almaya başladım. 2008-2012 yılları arasında devam eden eğitimimi tamamladıktan sonra içimdeki başka bir değeri de keşfetmiş oldum. Zaman içinde ben otuz yıl önce resimle tanışmış olsaydım, belki de fotoğrafla ilgilenmezdim gibi cümleler kurmaya da başladım.”
Gazi Yüksel, resimle daha önce tanışsam belki de fotoğrafla ilgilenmezdim dese de, ben içimden iyi ki fotoğrafla ilgilendi diyorum. Yoksa biz tarihi ve estetik değerdeki bu güzel fotoğraflardan mahrum kalabilirdik. Ben bunları düşünürken, o anlatmaya devam ediyor.
“Elbette hala fotoğraf çekiyorum, hatta artık fotoğrafı resim yaparken kullanıyorum. Ancak şunu da belirtmek isterim ki yaptığım resimlerde fotoğrafla ilgili hiçbir değerin olmamasına da dikkat ediyorum. Böylece yeni açılımlar ediniyor ve resimle arzu ettiğim rahatlamayı yaşıyorum.”
Resim alanında Yüksel’in ilk çalıştığı konu ‘Duvarlarımız’ oldu. Geçtiğimiz aylarda bu tema ile açılan ilk resim sergisinde, aslında içindeki gazetecinin ölmediğini, hayatı sorgulamaya devam ettiğini de bize gösterdi.
“İlk açtığım sergi ‘Duvarlarımız’ oldu. Ben aslında ilk önce kendi duvarlarımı görmüştüm. Daha sonra da psikolojik olarak insanların kendi aralarında ördükleri duvarları görmeye başladım. Duvar modern dünyadaki insan ilişkilerinin bir anlamda soyut tezahürü olarak karşıma çıktı. Duvarlarla giderek yalnızlaşan ve yabancılaşan insanın korku, umut ve beklentileri doğrultusunda kendi içine yönelişiydi. Tüm bunları yaptığım ve yapacağım eserlere aktarma hedefiyle yola çıktım. Bir de baktım ki Kıbrıs’ta yaşadığımız için bu olayın siyasi yönleri de var. Bu da benim konumla bağdaştığı için o yönünü de irdeledim. Böylece toplu bir çalışma ve külliyat olarak ‘Duvarlarımız’ isimli sergim ortaya çıktı. Resimlerimde gözle görünmeyen ama duyumsanan duvar gerçeğini betimlemeye çalıştım. Böylece resim sanatına da bir anlamda adım atmış oldum.”
“KIBRIS’TA İKİ TOPLUM ARASINA ÖRÜLEN DUVARLAR DA VAR”
Bireysel ve siyasi olarak etrafımıza ördüğümüz duvarlardan söz açılmışken, sanatçıdan bunu birazcık daha derinleştirmesini ve bu noktada vermek istediği mesajı biraz daha bizimle paylaşmasını istiyorum.
“Duvarlarımız deyince ben özellikle insanların birbirleri arasına ördüğü duvarlardan bahsetmeye çalıştım. Bu duvarlar zaten içimizde yarattığımız görünmez duvarlardır. Birbirimize karşı davranışlarımızla ortaya çıkan, hissedilebilen ama görülmeyen duvarlardır. Bir de Kıbrıs’taki iki toplum arasına örülen duvarlar var ki herkes kendi duvarından baktığı için karşı tarafın derdini veya beklentilerini anlayamayacak duruma geldi. Ben bu çalışmalarımda bunu da vurgulamak istedim. Duvar aslında bunda elli yıl önce de işlenen bir konu. Ülkemizin içinde bulunduğu durum itibarıyla da çok örtüşen bir konu ve bu resimlerimle bu bağlama da dokunabildiğim için çok mutluyum.”
İçerik olarak resimleri konuşurken, ben daha çok soyut figürler üzerinden hayat bulan eserler gözlemlediğimi kendisiyle paylaştım, bunun nedenlerini anlamaya çalıştım.
“Resimlerimde soyut ve yarı soyut figürler var. Fotoğrafa dair özellikleri resmin içinden attığınız zaman yaptığınız resimler de ister istemez soyutlaşıyor. Fotoğrafta daha çok anlatan ve mesaj veren bir taraf var. Resimlerimde de bunun yansımaları var. Elbette bu kadar yıllık bir alışkanlıktan sonra tamamen kendimi fotoğraftan soyutlamam mümkün olmuyor. Tamamen soyut çalışmalar değil yine mesajlar veren, içerisinde bakan her kişinin algılayabileceği bilgi ve duygular barındıran ama fotoğrafa dair özelliklerden arındırılmış bir resim tekniğini kendimce uygulamaya çalıştım. Bu resimlerim tüm bunların sonucu olarak gerçekleşti.”