Gazze’de yaşayan sağlık görevlisi Mahmud El Masri, babasının da içinde bulunduğu ambulansın yolda giderken vurulduğu haberini alır almaz olay yerine koştu.
El Masri, tıpkı babası gibi bir paramedikti.
Metal yığınına dönüşen ambulansın içinde bulunan herkesin yandığını ve parçalara bölündüğünü gördü.
Savaşın ilk ayında paramedikleri takip ederek bir belgesel yapan BBC Arapça servisi, babasının hayatını kaybettiğini gördüğünde Mahmud'un yanındaydı.
Mahmud’un babası Yosri ile ekipten iki kişi daha hayatını kaybetmişti.
Bu olay 11 Ekim’de, savaş başladıktan beş gün sonra yaşandı.
Üç çocuğu olan Mahmud, babasının hayatını kaybetmesinin ardından birkaç hafta izin aldı.
Babası Yosri'nin ölümünden iki gün önce Mahmud da yaralanmıştı.
Boynuna ve sırtına isabet eden şarapnel parçaları yüzünden sedyeyle hastaneye kaldırılmış, babası yanında ağlamıştı.
Mahmud (sağda) babasının hayatını kaybettiği yere ambulansla gittiğini anlatıyor...
Mahmud, Gazze’nin Cibaliye kentinde Filistin Kızılayı için yedi yıldır paramedik olarak çalışıyordu.
BBC Arapça servisinin çekimlerinde, Mahmud ve diğer paramediklerin yaşadıkları travma gözlemlenebiliyordu.
En çok da çocukların dahil olduğu olaylardan etkilendikleri çekimlere yansıdı.
Savaşın ilk ayında 10 bin Filistinli hayatını kaybetti.
Savaşın ilk günlerinde paramedik Rami Hamis, ambulans direksiyonunun başında ağlama krizi geçirmişti.
Rami, hayatını kaybeden çocukları görünce ağladığını anlatıyor...
İçinde çocukların ve kadınların olduğu yıkılan bir eve gittiğinde, bir odaya girdiğini, orada yatan üç kız çocuğunun kendi çocuklarını hatırlattığını anlatıyor.
“Kendimi kontrol edemedim, gözyaşlarına boğuldum” diyor.
Bu görüntüleri sosyal medyada viral oldu.
Ekim ayının sonuna doğru Ali El Halabi ise bir akrabasından telefon aldı.
Birkaç gün önce amcasının evi İsrail tarafından vurulmuştu; ancak hayatını kaybedenlerin bir kısmı halen enkazın altındaydı. Kuzeni yıkıntıların altından çıkarılmıştı, o yüzden kuzenini hastaneye götürmek niyetindeydi.
Dar yola girdiği zaman bir akrabası, “Yıkıntıların altında bir kız var, ya bedeninin yarısı ya da tamamı orada” dedi.
Ali bunun üzerine bedenin bazı parçalarının toplanması emrini verdi.
Aynı gün, çok kötü yanıkları olan beş çocuk cesedinin olduğu bir eve gitmek zorunda kaldı.
“Bir çocuğun bedenine ait parçaları tutarken aklınıza ilk kendi çocuğunuz geliyor. Bu sizi…” diyen Ali, cümlesini bitiremeden başka bir acil durum için gitmek zorunda kalıyor.
Savaşın birinci haftasında İsrail sivillere Gazze’nin güneyine gitmeleri çağrısında bulundu. Paramediklerin aileleri kuzeyi boşaltırken kendileri burada kaldı.
Aileleriyle telefonlar ya da Filistin Kızılayı’nın telsizleri üzerinden kesik kesik diyaloglarla iletişim kurabildiler.
20 yılı aşkın bir süredir paramedik olarak çalışan Rami, Gazze’de ne zaman yeni bir şiddet olayı patlak verse kızlarının işe gitmemesi için kendisine yalvardığını anlatıyor.
Ali de çocuklarının arkasından ağladığını, ambulansla dolaşırken ailesine sağ salim dönmesi için dua ettiğini söylüyor.
Filistin Kızılayı çalışanlarının ve gönüllülerinin yüz yüze kaldıkları riskler çok açık.
Bir saldırı sırasında hastanenin önündeki araçlarının içinde bekleyen paramedikler, el-Evde Hastanesi’nde yaşanan patlama yüzünden şiddetle etrafa savruldu.
En az iki ambulans zarar gördü. Paramediklerden biri hastanenin yanındaki evin hedef alındığını söyledi. İsrail ise “birkaç metre ötedeki askeri bir hedefi” vurduklarını belirtti.
Filistin Kızılayı’na göre 7 Ekim’den beri 14 paramedik hayatını kaybetti.
Sözcü Nebal Farsah, “Her görevimizde ekiplerimizin hayatına yönelik tehlike ve risk mevcut. Ekiplerimiz görevdeyken hedef haline geliyor. Çalıştığımız koşullar, korkutucu ve tehlikeli” diyor.
Filistin Kızılayı (PRCS) bir sivil toplum kuruluşu; Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu'nun (IFRC) bir üyesi.
Uluslararası kanunlara göre Kızılhaç ve Kızılay amblemleri, tıbbi ve insani yardımla görevli kişilerin tanınması için kullanılıyor, bu kişiler Cenevre sözleşmeleri tarafından korunuyor.
Farsah, Mahmud’un babası Yosri’nin içinde olduğu ambulansın üzerinde de amblem olduğunu vurguluyor.
PRCS, İsrail güçleri tarafından direkt hedef olduğunu dile getiriyor.
Farsah, “İsrail işgali tarafından kullanılan teknoloji göz önüne alındığında amblerin görülmesinin mümkünatı yok” diyor.
İsrail ordusu ise medikal çalışanları ve PRCS’i kasten hedef almadığını öne sürüyor.
Yosri’nin hayatını kaybettiği ambulans için ise “birkaç yüz metredeki bir askeri hedefin” vurulduğunu ve ambulansın konumunun hedeflenmediği iddia ediliyor.
İsrail ordusu aynı zamanda “hava saldırılarının genelde tarif edildiği gibi ölümlere yol açmadığını” ekliyor.
İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Hamas’ı sivilleri kalkan olarak kullanarak tıbbi kuruluşlarda saklanmakla suçluyor.
Direkt PRCS’yi suçlamasa da Hamas’ın bazı ambulansları savaşçı ve silah taşımak için kullandığını öne sürüyor.
PRCS’a göre 7 Ekim saldırılarından beri 16 araç servis dışı bırakıldı, Gazze’de ise toplamda 59 ambulans tamamen yok edildi.
Farsah, Filistinli savaşçılar tarafından işlerinin hiçbir zaman aksatılmadığını söyleyerek, “Sahadaki işimiz sağlık ve insani hizmet sunmak” diyor.
PRCS, Aralık ayında İsrail güçlerinin Cibaliye’deki merkez kliniğie saldırı düzenlemesinin ardından operasyonlarını küçülttüğünü aktarıyor.
IDF ise kliniğe ateş açıldığını reddederek, “Filistin Kızılayı kliniğinde Hamas teröristlerinin bir hücresinin bulunduğunu ve bazılarının Kızılay üniformaları ve yelekleri giydiğini” iddia ediyor.
Farsah ise bu iddialarda gerçeklik payı bulunmadığını, klinikte sadece ambulans çalışanları, gönüllüler ve yaralılar olduğunu belirtiyor.
Ali, Rami ve Mahmud, güneye giderek Han Yunus şehrinde paramedik olarak çalışmaya başladı; ancak daha sonra Rami kuzeye geri döndü.
Ocak ayının sonunda ise çatışmaların şiddetlenmesiyle Mahmud, eşi ve üç çocuğu ile deniz kıyısındaki çöllük bir alan olan El-Mavasi bölgesindeki çadırlara yerleşti.
Mahmud, babasının ölümden dört ay sonra yaralılara ve hastalara yardım kararlılığının halen devam ettiğini, “Bu babamın mesajıydı ve bunu taşımaya niyetliyim” diyerek gösteriyor.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cx7lyj82g5zo
(BBC – 14.2.2024)
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR BELGESEL FİLMLER...
“Harp ve sulh çocukları...”
Rosalino LEVANTİNO
Levanten’leri konu alan bir belgeselin çekimi için İstanbul’da bulunan genç ve güzel yönetmen babamı büyülemişti.
Avrupa’nın kayda değer ARTE kanalının katkılarıyla çekilmekte olan belgesel, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki, bilhassa azınlıklara yönelik tatsız hadiselere rağmen Levanten’leri bu topraklarda tutanın ne olduğuna dairdi.
Görme ve duyma bozuklukları bir yana, 90’ını aşmış ve demans işaretleri vermiş babam konuştukça coşuyor, belgeselde kullanılma ihtimali olmadığını bilmediğinden Mussolini iktidarı sırasında Beyoğlu’ndaki faşizm içerikli eğitimden gururla bahsediyordu.
Dünyanın neresinde olursa olsun milliyetçiliğin kötü bir şey olduğunu çoktan idrak etmişti gerçi, lakin çekici bir kadının sanki yıllarca beklenmiş kamerası karşısında mümkün mertebe velut olmaya çalıştıkça rezil oluyordu.
İtalya’daki faşist iktidarın İstanbul’daki temsilcilerinin bilhassa Tophane civarındaki İtalyan okullarıyla genç beyinleri nasıl tesir altına aldıklarının yaşayan bir örneğiyle, takriben 84 sene sonra karşı karşıyaydık. Giydirilen üniformanın detaylarından disiplinli şekilde yaptırılan jimnastik hareketlerine, ezberletilen marşlardan anavatana duyulan derin bağlılığa, o ana kadar duymadığım birçok detaya vâkıf oluyordum.
Maziye dalmak suretiyle yapılan hafıza sondajlarının yaşlıları fazlasıyla yorabildiğini bilen biri olarak ben, bir saati çoktan aşmış görüşmeyi nazikçe kesmeyi münasip görmüştüm.
Çoğu azınlık ferdi gibi, karşısında samimiyetle ve korkusuzca konuşamadığı kamera çalışmaz olduğunda, mikrofonun sesini hâlâ kaydettiğinden bihaber, yönetmenin işine yarayabilecek bir iki şeyi belki söyleyebilmişti…
Yaşanası diyarın puslu geçmişi
Ya Türkiye’nin kabul etmesiyle NATO’ya yeni girebilmiş “demokratik” Finlandiya’nın mazisinde, faşizmi aratmayan metotlarla çocukların beyinlerinin yıkandığı döneme ne demeli?
Rusya İmparatorluğundan kurtulup bağımsız bir ülke haline gelebilmiş Finlandiya’da 1.Cihan Harbi’nden Nazi Almanya’sıyla müttefik olduğu 2.Cihan Harbi’nin sonuna kadarki dönemde milliyetçi propaganda almış yürümüş, vatan ve tanrı aşkına çocukların hayatlarını feda etmesi “normal” olarak empoze edilmişti.
"Harp ve Sulh Çocukları (Sodan ja rauhan lapset/Children of war and peace)" adlı belgesel Mussolini’nin propaganda makinesi Istituto Luce’nin filmlerini aratmayan arşiv görüntülerini akıcı bir ritmle sıralıyor.
Uluslararası Rotterdam Film Festivali ve DocPoint Helsinki Belgesel Film Festivalinde gösterilmiş olan 2024 Finlandiya yapımı Ville Suhonen imzalı 65 dakikalık filmin 22 Marttan itibaren ülkesinde genel gösterime girmesi bekleniyor.
Milliyetçiliğin bir hastalık gibi tüm gezegene nasıl yayılmış olduğu ve kolaylıkla faşizme evrildiği bir kez daha gözümüze sokulurken genç beyinlerin manipülasyonla nasıl canavarlara dönüştürülmek istendiği de detaylarıyla teşhir ediliyor.
“Ağaç yaşken eğilir” mi?
Gayet sert bir eğitimle yetiştirilmesi istenen çocuklara yönelik icraat bebeklikten başlıyor; programlı emzirme dışında bebek ağladığında annelerin hislerini bir tarafa bırakmaları ve bebeği fazladan emzirmemeleri talep ediliyor; bu sayede bebeklerin zamanla ihtiyaçlarını unutmayı öğrenecekleri söyleniyor.
“Babam nerede?” diye sorduğunda çocuğa, “Ailesi ve vatanı için çalışıyor” denmesi gerektiği hatırlatılıyor.
Çocuklara yönelik olarak, “Kendinden önce evini sev, annenin onurunu sev, babanı sev, ama her şeyden önce Finlandiya’yı ve Tanrı’yı sev” öğretisi de siyah-beyaz görüntülerden müteşekkil estetik filmde yer alan incilerden.
Dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı daima teyakkuzdaki bir memlekete korku hâkim oldukça millî savunma refleksleri eğitimin de ayrılmaz parçası haline geliyor.
Din görevliğinden parlamenterliğe terfi etmiş Elias Simojoki Finlandiya Parlamentosu’nda 1934 yılında yaptığı konuşmada eğitimciler ve ebeveynlere hoyratça sesleniyor:
“Çocuklara silah verin, okul müfredatına silah kullanma eğitimi dahil edilsin… Çocuklar bunu istiyor çünkü sizin için kanını akıtacak olanlar onlardır; bu gençler sizin için hayatlarını feda edecektir!”
Sulh dönemlerinde küçücük çocukların harbe hazır şekilde bekletilmesi hayatlarını ister istemez etkilememiş midir?
Vatanseverlik bu mudur?
Filmde arşiv görüntüleri dönemin radyo programları, fotoğraflar, kitap ve dergilerden alıntılar ve birebir propagandaya yönelik kurmaca film sekanslarıyla harmanlanıp mümkün olduğunca geniş ve inandırıcı bir spektrum çerçevesinde aktarılıyor.
Günümüzün fiziksel gücünü mümkün olduğunca az kullanan, tembelliğe ve mütemadiyen hizmet almaya alıştırılmış bedenlerinin aksine, Finlandiya’da çocukların sağlıklı bir şekilde büyüyüp güçlü fiziğe sahip olmaları ve mücadele kapasitelerini yükseltebilmeleri için izciliğe yönlendirildiğine de şahit oluyoruz.
Her an tekrar işgal edilme endişesiyle yaşanan Finlandiya’da model uçak yarışmaları tertiplenerek çocukların bu sayede havacılığa heves etmeleri isteniyor, vatan için mümkün olduğunca çok kişinin istikbalde havacılığa merak salması arzulanıyor.
Çocukluğun ilk yıllarından itibaren Finlandiyalılar’ın evde, okulda, üniversitede ve genel olarak tüm ortamlarda tek bir tutkuyla dolu olmaları isteniyor, o da: “Anavatan”.
“Yaşlı ve güçsüz olmak mı, vatan için genç ölmek mi?” suali de enteresan…
“Tanrı’nın takdiri, savaşa katlanacağız” filmde aşina olduklarımızdan…
Ya o zamanların Aile Federasyonunun öncülüğünde telaffuz edilmiş “Çocuk yapın, 6 tane” telkini nasıl?
Bir de küçücük oğlanlar talim için yollandıkları karanlık siperlerden çıkarken gözyaşı döktüklerinde klasik geyik: ”Erkekler ağlamaz!”
Coğrafyamız ve tüm gezegende savaşlar sürerken erkekler dahil, herkes daha çok ağlar…
(Bu arada, Fince ile Türkçe’nin aynı dil ailesinden geldiği tezi çürütülmemiş miydi?)
(BİANET.ORG – Rosalino LEVANTİNO – 17.2.2024)