GEÇ KALINMIŞLIĞIN MEKTUBU

Kurşuna dizelim geçmişi. Balkonların serinliği unutsun sokakların cümbüşünü. Limon çiçeklerini katalım sallama çaylarımıza. Kendimizden uzaklaştığımız gün; kendimizi bulacağız. Bunun için ne bir kitaba ihtiyacımız var; ne de bir tiradın ölçülü ağırlığına.

GEÇ KALINMIŞLIĞIN MEKTUBU

Hüseyin Bahca                                                                

 

Annem’e

Hadi kalk Thalassa! Yıldız çuvalımıza dolduralım ön yargılarımızı ve kış incirlerini. Herkesin tekrar tekrar gidip geri döndüğü bir zamana göç edelim; dönmemek kaydıyla. Yol, yağmurludur, çukurludur, bazen de kaygan… Yol, yoldur. Yolcudur, yola, yol olduğunu hatırlatan. Yol ve yolcu, ne uzun bir bağlam; Aşık Veysel’i sazına bağlayan…

Söylediklerimizden çok, söyleyemediklerimizden mesulüz. Söylemediklerimizden değil, söyleyemediklerimizden… Susmanın ayrı bir büyüsü var. Susmayı, ya rehber, ya da öğretmen olarak düşündüm hep. Meğerse; felsefik imgenin temeliymiş. Derli toplu bir salondur susmak; cümleler terk edildiği zaman. Tozlanır, perdeleri çekilip; kapıları kapanınca dilin… Ve su akıtır; ruh-tavanından; duygudan örülen duvarlarına. Gerisi; bekler durur; içedönüklüğün, kendini dışarı vuracağı günü.

İçerideyiz. Üzerimizde gri elli gök. Saçlarımızda evham. Midemizin üstünde lağım kelebekleri. Göç, istila, terk edilmişlik, gurur; bilinç çemberinin olmazsa olmazları. Düşten uzak düşteyiz. Kalbi temiz birer kiniz. Bekleyişleri ezberlemekteyiz. Limanını unutan şehrin; ölümlüleriyiz. Sarı-gri-beyaz sarmalında; yabancılaştıkça yabancılaşan iki tanıdığız. “Yargısız İnfaz” isimli bir oyunu canlandırmaktayız. Dördüncü duvarı yıktık. Epik kurallar olmazsa olmaz. Oyunun içinde; gerçeğin sinsiliğindeyiz. Gerçek sinsidir, kendincedir. Doğrunun kardeşidir. Koşulsuz doğruluklar olsa da kimilerince; doğru görecelidir. İnanmıyorum: Dayatmalara… Dayatmaları dayatanlara! Dünyayı şekillendiren ve yöneten iktidarsızlara!

Kurşuna dizelim geçmişi. Balkonların serinliği unutsun sokakların cümbüşünü. Limon çiçeklerini katalım sallama çaylarımıza. Kendimizden uzaklaştığımız gün; kendimizi bulacağız. Bunun için ne bir kitaba ihtiyacımız var; ne de bir tiradın ölçülü ağırlığına. Bırakalım bize biçilen nefretin ateş-dilini; alçakların putlaştığı masalların en işe yaramaz ayrıntısına! Öze inmek psikolojik bir kazıdır. Ayın yüzünü unutan maden işçileri gibi inelim özümüzün esmer-yüzlü çocukluğuna… “Dün, dünde kaldı, artık yeni şeyler söylemek lazım cancağazım”, diye böbürlenen güruhlara, dünün dünde kaldığını; dünden kalanlarla yarının yapılandırılamayacağını gösterelim.  

Yün çantanda taşı kurşun-kalemleri, aç uçlarını rüyaların karamsarlığına. Tersine çıkmasını istemediğin rüyalarla uyan sabahlara. Sabahla uyanmışsak; her şeyin üstesinden gelebiliriz. Hep yıkıldık, ama hiç pes etmedik Thalassa. Yine yenileceğiz, yine yıkılacağız, yine pes etmeyeceğiz. Bulgurlar, hamurlar, ilk adımlar, yetişecek imdadımıza… Ve kin gütsek bile dünyaya; hep rüya görecek kadar saf olacak içdenizimiz. Ve unutmadan başkalaşımlar perisi; annem, hep bir an’ka!

Beni doğurmakla iyi yapmadın Thalassa. Bela oldum; kendimin, senin ve kainatın başına. Taraf olup da bertaraf olarak; her mücadelenin ön safında. Şimdi; Tevrat’tan devşirme hikâyeler anlat bana. Yüksek sesli bir pembe dizinin çeyrek asırlık yalnızlığında; küllerinden doğarak şubat yangınınla… Yangınlarımızı da katalım; yıldız çuvalımıza.

Kafiyeleri süt-bulutlarına bağışlayarak; iyi ki doğdun Thalassa!

 

Thalassa (Yunanca/Rumca): Deniz

*: Hüseyin Bahca - Eylül Bir (Işık kitabevi Yayınları)

 

 

 

 

Dergiler Haberleri